- 156 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
Acının Çivisi-Sadistin Çarkı-Bal ve Küncüyü Kim Yedi?
Bir söz vardır: “Çivi çiviyi söker.” Halk arasında sıkça kullanılan, çözüm bulmaya yönelik basit bir strateji gibi görünse de bu söz, zalim ellerde nasıl bir silaha dönüşüyor bir bilseniz… Bizim ülkemizde ise bu söz, adeta bir devlet politikası haline gelmiş. Amaç, acıyı başka bir acıyla susturmak, mazlumun yarasını yeni darbelerle daha derine kazımak. Öyle bir sistem var ki bu topraklarda, en tepedeki keyif çatıları ile en dipteki çile çukurunun arasında koca bir uçurum yatıyor. Ve bu uçurum, sadistçe bir zevkle, mazlumun üzerine çivi çakılarak genişletiliyor.
Bu yazıda, sadece bu çivinin hikâyesini değil, sadistlerin kurduğu acı çarkını, insanların bu çarka nasıl boyun eğdiğini ve acıdan nasıl bir kader yaratıldığını sorgulayacağız. Hatta biraz mizah, biraz ironi ve bolca cesaretle size acıyı tatlı diye yutturmaya çalışanların maskesini indireceğiz. Hazırsanız başlayalım.
Bir düşünün, acıya nasıl alıştırıldık? Önce yavaş yavaş, "Bu da geçer" diye diye. Sonra "Herkes çekiyor, sen de çek" anlayışı ile. Daha sonra ise, “Bu Allah’ın kaderi” diyerek. Halbuki bu kaderi yazanlar, kendilerine başka bir hikâye yazmışlardı. Onlar, sırtını halkın alın terine dayayıp, koca gemilerle nimetlerini taşırlarken; halka kalan yalnızca bu çiviler oldu.
Çiviyi çakıyorlar, dostlar. Hem de tam yüreğinizin ortasına. Çivinin üzerinde kocaman harflerle yazıyor: "Vergi borcu." Bir diğerinde "Hayat pahalılığı." Bir başkasında ise "Kader planı." Çakılan çivilerle yaralanmış yürekler, bir umutla yeni gelenlere bağlanıyor. Ama bilmedikleri şu ki, yeni gelenler, eskilerden kalma çiviyi çekecek gibi görünüp, yanına yenisini çakıyor.
Bir zamanlar birileri, "Size bir simit bile kalmadı," demişti. Şükür ki haklı çıktılar. Artık o simit de yok! Sadece simit mi? Yokluğun ne kadar derinleştiğini anlatmaya kelimeler yetmez. Memleketin dört bir yanına borç yükü bindirenler, üstüne bir de "kader planı" masalı anlatıp duruyor. Hani bir deyim vardır: “Deveyi hamutuyla yutanlar.” İşte o deve, mazlumun sırtına yüklenen vergi ve haraçtan başka bir şey değil. Kendi bindiklerini indirmek şöyle dursun, deveyi dümdüz yutan bu sistemin çarkına takılan herkes, "Bu ne çarkmış arkadaş!" demekten öteye geçemiyor.
Bugün en alttaki, en zayıf olan, üzerine yük bindikçe sessizce eğiliyor. Niye mi? Çünkü acıyı artık bir yaşam biçimi olarak benimsemiş durumda. Vergi borcu, hayat pahalılığı, işsizlik… Ne gelirse gelsin, “Bu bizim kaderimiz,” deyip sustular. Hatta belki bir umuttur diye, yeni gelen zalimin eskisinden daha az acı çektireceğini umut ettiler. Ama ne oldu? Zalimin adı değişti, çiviler değişmedi.
Sadist bir eğilime sahip olanlar, insan psikolojisini çok iyi çözüyor. Acıyı bir yönetim aracı olarak kullanmayı öğrenmişler. Şöyle düşünün: Eğer insanlar acıya alışırsa, rahata kavuşmayı hayal bile edemezler. Ve hayal kuramayan bir toplum, sorgulamayı da bırakır. O yüzden acının limiti hep aynı tutulur; ne fazla ne az.
Ama toplumdaki yaşam standardı yukarı çıktığında işler değişir. İnsanlar düşünmeye başlar. "Neden böyle?" diye sorgular, haklarını talep eder. İşte sadistler, bunu önlemek için sürekli acının dozunu ayarlar. Alttakiler acı çekerken, üsttekilere ise kepçeler dolusu nimet taşınır. Hatta gemilerle! Amaç basit: Altın zincirlere bağlananları memnun edip, diptekileri ezmek.
Bir sirk maymununun muz yerken izlenmesi gibidir halkın durumu. Meydanlarda halkın alkışladığı liderler, sofralarını ballar, muzlar ve şatafatla donatmışken, izleyen halk açlıktan ölse bile şükretmeye devam eder. Çünkü bu halk, başkalarının yediği muzun tadını kendi damağında hissetmekle yetinir.
Bir süre sonra bu insanlar, yemedikleri şeyleri anlatır hale gelir. "Ballı küncü harikadır," derler, ama tatmamışlardır. Bu bir metafor değil; acıyı tatmış ama mutluluğu sadece hayal edenlerin gerçek hikâyesidir.
Dostlar, bir sistem düşünün ki, çiviler hep aşağı doğru çakılır. Yukarıdakilere dokunan yoktur. Peki, bu çiviler nasıl sökülür? İşte burada büyük bir ironi var. Çiviyi çakan da aynı, çiviyi sökmeye çalışıyor gibi yapan da. O yüzden çiviyi yerinden oynatmak için önce bu çarkın durması gerekir. Ama durduracak olan kim?
Toplum, bu çarkın altında ezildiğini fark etmeden, acıyı hayatın bir parçası olarak kabul etmeye devam eder. Hatta yeni bir lider geldiğinde, "Bu bizi kurtaracak," diye umutlanır. Ama bilmedikleri şey, o liderin de çarkın bir dişlisi olduğudur.
Sadist çarkın karşısında sessiz kalan halk, aslında en büyük güce sahip. Ama gücün farkında değiller. Öyle bir an gelir ki, ayağa kalkmak zorunda kalırsınız. İşte o an, toplumun yönünü değiştirecek gerçek başlangıç olur. Çünkü kimse sizin sofranızı kurmayacak. Halil İbrahim sofrasını hayal etmekle yetinmeyin; o sofrayı kurmak için mücadele edin.
Hani şu komutanın bal ve küncü keyfi vardı ya… O hikâye, bu çarkın özetidir aslında. Yoksul halk, yönetici takımının keyfine dışarıdan bakarken, balın tadını tarif etmekle yetinir. Bir türlü eline geçiremediği balla küncüyü hayal eder, ama yediği şey hep umut kırıntılarıdır. Ve garip olan şu ki, bu insanlar, "Yemedim ama abim izledi, mutlaka güzeldir," demekten vazgeçmez. Komutan yer, asker izler. Asker hayal eder, ama asla tadamaz. Sonra bu hikâye dilden dile yayılır. Tatmayanlar bile balla küncüyü över durur. İşte halkın durumu budur. Başkalarının yediği şeyleri, sadece izlemekle yetinenlerin halini anlatır.
Ama unutmayın: Bir gün, o sofraya oturmak için mücadele etmediğiniz sürece, izlemekle yetineceksiniz. Ve sofrada olanlar, hiçbir zaman size bir tabak uzatmayacak.
Acının çivisini çakıp duranlara sessiz kalmayın. Ayağa kalkın ve "Durun ey kalabalıklar, bu gidiş nereye?" deyin. Çünkü sessizlik, çarkın dönmesini sağlar. Ve unutmayın: En güzel sofra, Halil İbrahim sofrasıdır. Ama o sofrayı kuracak olan sizsiniz.
Bahadır Hataylı/17.09.2024/Namazgah/İST
YORUMLAR
yazının aydınlığının farkındayım,
açlık ve yoksulluğun da,
ve başında ne tilti olursa olsun gelenlerin icazetli olduğunun da,
ve ve ve diye uzar giderken hikaye usta,
dün milliyetçilik satanlar sovyetlere karşı ve onu dizayn edenler,
bugün dini satıyorlar ve ama ezilen hep biz, sağ,sol her neysek işte...
değerliydi.
eyvallah.