Bir Çuvaldız Gibi Ruhuna batıyordu O Ses
Başına buyruk biriydi Adam. Yine de alçak gönüllü olmaya özen gösterirdi çoğu zaman. Aslına bakılırsa, içine kapanık biriydi. Sevmiyordu insanları, çünkü tanıdıkça onları, çeşit çeşit kusurlar buluyordu o insanlarda. Bu yüzden, bir yolunu bulup uzaklaşmak için bahaneler üretiyordu durmadan.
Adam’ın tam tersine, Kadın sosyopat sayılacak biriydi. O, insanlarla görüşmekten, onlarla sohbet etmekten haz duyuyordu. Adam bu yüzden de en çok onun hatırı için insanlarla bir araya geliyordu. Fakat ne zaman görüşse insanlarla, ya hep eleştiriyor onları, ya da hepten susup oturuyordu bir köşede. Her görüşme sonrasında pişmanlığını dile getiriyordu: "Bunlar manyak, bunlar boş insanlar. Benim vaktim çok değerli. Uğraşamam bu gevezelerle!" diyerek stemlerde bulunuyordu.
Bir keresinde, Kadın artık dayanamamış ve onun bu patavatsız ve yersiz tavırlarına karşı çıkmıştı. Misafirleri gittikten sonra acımasızca eleştirmişti onu. Öyle bir öfkelenmişti ki hiç yapmadığı şeyi yapmıştı. Sesini yükseltmiş ve "sen ne kadar kaprisli ve kompleksli bir insansınmışsın, ayol!" demişti. Bir yandan ortalığı topluyor, bir yandan da söylenmeye devam ediyordu: "Ya, nedir senin bu yaptığın? Hiç yakışıyor mu sana? Bu "sevmiyorum" dediklerin bizim dostlarımız, yakınlarımız. Sen... sen hangi dünyada yaşıyorsun, merak ediyorum doğrusu! Hem biliyor musun? Bir gün başına bir şey gelse... ilk, ilk önce onlar koşarak gelecektir yanına, anlıyor musun? Ya nedir senin bu tavırların Allah aşkına? İnan, utanıyorum artık... Utanıyorum her seferinde, seni hoş görmelerini sağlamak için çırpınmaktan!" demişti. Bunları derken de ağlamaklı olmuştu. Sesi titremişti Kadın’ın.
Kadın’ın en büyük endişesi, yalnızlığa sürüklenmekti onun yüzünden. Bu düşünce onu çok korkutuyordu. Çünkü, sırf Adam ile var olmak, korkunç geliyordu ona. Oysa, Adam’ın elinin tersiyle uzaklaştırdığı o insanlar sevilmeye, saygı duyulmaya layık kaliteli insanlardı. Bunu nasıl göremiyordu bu adam? Zaten kendisi de onlarla sohbet etmekten, espri yapmaktan hoşlanmıyor muydu eskiden?
Kadın bir yargıya vardı bir süre sonra. Gün geçtikçe Adam’a olan duyguları yön değiştirdi. Yoğunluğu yavaş yavaş bir ipliğe dönüştü, inceldi. Ona olan duyguları bir yağmur ertesiydi. Tıpkı yağmur sonrası yollarda akan suların ağır ağır ve giderek hızını kaybetmesi gibi.
Şimdi yine mutfaktaydılar. Kahvaltı sofrasında karşılıklı oturmuş gazete okuyorlardı. Eskisi gibi de konuşmuyorlardı artık. Sanki söylenecek sözleri kalmamıştı. Adam gazetesine odaklı, Kadın ise önündeki gazete sayfalarını hışırtıyla deviriyordu. Kaç sözcük gözüne takılmıştı, kaç cümleyi tam olarak okumuştu gerçekten? Düşünceler onu alıp, hangi denizlere, hani coğrafyalarda gezdiriyordu? İkisi de aynı mekanda, iki yabancıydılar şimdi. Bunu nasıl göremezdi hiçbiri? Yoksa farkındalar mıydı?
Kadın kalktı. Sandalyenin ayakları cırt, diye ses çıkardı geriye itilirken. Adam sanki sağırdı, çünkü hiç oralı olmadı, başını gazeteden kaldırıp bakmadı. Kadın tezgahın üzerindeki kupasına çay doldururken neredeyse ağlayacaktı. Önündeki gazeteden başını kaldırmayan Adam’a döndü. Buğulu gözlerle baktı, baktı... Kırgın ve kızgınlık okunuyordu yüz ifadesinde.
Adamın birbirine karışmış kıvırcık saçlarını, kulaklarını, kıllı parmaklarını inceledi. Gözlüklerin arkasındaki gözlerini istese de göremiyordu. O gözler, onun gözleriyle buluşmamak için, gazetenin yazılarında geziniyordu çünkü. İnler gibi: "Ben bunun neresini seviyorum, Tanrım? Büyüyen bu kepçe kulakları mı, sarkan burnunu mu, yağlanmış saçlarını mı, burnunda dolaşan parmaklarını mı? Kendini beğenmişliğini mi yoksa? Ah, ben ne zamana kadar dayanacağım bu hallerine?" dedi içinde kopan bir çığlıkla.
Derin bir iç çekti Kadın. Kupasını aldı. Narın vücuduyla, ağır ağır salona doğru ilerledi.
Mutfaktan Adam"ın sesini duydu; ama ne dediğini anlayamadı. Oralı olmayı da düşünmedi zaten; çünkü sadece bir çuvaldız gibi ruhuna batıyordu o ses. Çarçabuk balkona çıktı. Ateş basmış yüzünü serin bir hava yaladı. Yeniden derin bir iç çekti. Başını gökyüzüne kaldırdı. "Ah ah!" dedi peş peşe.
Gri bulutların arasında mavi bir yüz aradı, ama bulamadı. Bir saksağan gelip yan taraftaki balkonun korkuluğuna kondu. "Yalnız bir saksağan, tıpkı benim gibi! Daha nereye kadar?" diye geçirdi içinden.
Saksağanın hareketlerine odaklandı Kadın. Onun ne hissettiğini, kendisinin varlığının onun üzerinde ne gibi bir etki yarattığını düşündü. Kuşun uçup gitmemesi için adeta put kesildi, oysa iki elinin arasına aldığı kupadaki çay soğuyordu.
İçerden yine Adam’ın sesi duyuldu. Kadın duymazlıktan geldi. Çok geçmeden onun ayak seslerini duydu salonda. Telaşlandı. Yüzünü kapıya doğru dönünce, saksağan uçtu. "Ah!" dedi yeniden. Adam, boğazını temizler gibi sesini ayarlamaya çalışarak kapıda belirdi:
- Hayatım, sen burda mıydın? Hava serin değil mi? Üşüteceksin, bak! Geçelim mi içeri? derken kolunu Kadın’ın beline doladı.
Kadın onunla göz göze gelmemeye özen gösterdi. Hoyrat bir hareketle sıyrıldı Adam’ın kolundan. Yan taraftaki sandalyeye otururdu. Yüzünü bahçeye döndü. Kaşlarını çattı. Dudaklarını büsbütün büzmeden önce:
- Ben böyle iyiyim. Hassas olan sensin, dedi.
Adam gözlerini ondan ayırmıyordu hala. "Hmmm!" dedi, gayriciddi bir edayla. Onun öfkesini anlamaya çalışırken tırstı mı yoksa? Yutkundu. Ellerini yan ceplerine koydu ve ilgisizce etrafına baktı. Belli ki ne diyeceğini planlamaya çalışıyordu. Sonra, balkonun kapısına yasladı sırtını ve onu izlemeye koyuldu.
Aslında bu sessizlik ikisini de çok rahatsız ediyordu, ama ikisi de tam olarak nasıl davranacağını kestiremiyordu. Adam’ın soluğunu ensesinde hisseden Kadın, strese kapıldı. Pozisyon değiştirdi. Sonra elindeki kupayı yere bıraktı. Doğruldu ve dimdik oturdu yeniden. Derin bir iç çektikten sonra kollarını göğsünde sıkıca kavuşturdu. Adam hala, tedirgin bir adayla onu izliyordu. Onun gözlerinin üzerinde olduğunu hisseden Kadın, kendini konuşmaya zorladı:
- Bitti mi okuman? dedi. Sesinin tonu sertti. Üstelik Adam’ın yüzüne bakmadan sormuştu.
Adam, hiç vakit kaybetmeden cevap verdi:
- Evet, pek bir şey yoktu okunacak. Saçmalıklarla dolu sayfalar. Bildiğin gibi, dedi.
Sesi yumuşaktı Adam’ın, ama sanki biraz kayıtsız ve sıradandı tavrı. Yoksa, Kadın’ın neden bu denli tepkili olduğundan kendini değil de onu mu sorumlu tutuyordu?
Birden, istifini hiç bozmadan, "konuşmalıyız!" dedi Adam.
"Hadi bakalım!" dedi Kadın.
H. Korkmaz 2024 Sthlm
YORUMLAR
Bu aralar ben de konuşmak fiilinden uzak kaldım ama zaten yazıda bahsi geçen bu duygular da bize hiç yabancı değil. Gitgide yalnızlığına gömülen, dört duvar arasında izole edilen, böyle giderse harflerin de yakın bir zamanda tedavülden kalkacağı ve kümeler yığınına dönüşeceğimiz zamanlar...
İçimize dokunduğu kadar, içimizi de okuyan anlamlı bir hikâye...
Tebrikler canım, sevgiler.
Tüya
Bu aralar benim de ruhum en kompleks, en karanlık periyotların birinden geçiyor. Bunda özellikle kuzey karanlıklarının etkisi yadsınamaz. Sabah karanlıkta işe gidip, gün boyu lambaların ışığında meai yapmak ve saat 14 gibi de gördüğümüz bir dirhem aydınlığı yolculamaya başlayınca, beynimizin algısı, dengesi alt-üst oluyor. Dünyada olup biten dahaları da buna ekleyince, pek de iç açıcı şeyler çıkmıyor ifade edecek...
Yine de pes etmek yok, güzel canım,
nasılsa aydınlık günler gelecek! :)
Varlığın, güzel kalbin daim olsun.
Baki sevgimle.
Böyle belirsiz sonları çok seviyorum. Finali okuyucunun anlayışına bırakan… Mesela ben adamın yaşamında başka bir kadın olduğunu düşündüm. Belki de ilgisi yoktur, “konuşmalıyız” demesiyle…
Ama bir tek o kelimede ve onun söyleniş şeklinde bile o kadar çok şey anlatılıyor ki aslında! O adamın; eşiyle arasındaki gerginlikte en küçük sorumluluğu olmadığını düşünecek kadar kör olduğunu, bu körlüğe neden olan bencil, duyarsız yaklaşımını; ayrıca mutsuz olanın sadece kadın olmadığını, adamın da memnun olmadığını bu ilişkiden… Daha başka şeyler de çıkarılabilir bir tek o sözcükten…
Yazmayı sıradan bir şey olmaktan çıkarıp bir öykü, bir şiir olmasını sağlayan ve bize keyifle okutan da bu zaten… Bir sözcükle, bir cümleyle çok şey ifade edebilmek…
İlk kelimeden son noktasına kadar büyük keyifle okudum. Gönlünüze sağlık…
Sevgiler…
Tüya
Siz bir okuyucu olarak nasıl alıgılıyorsanız, doğru olan odur, diyeceğim. :)
Teşekkürler, selamlar.
Metni okurken , aklıma Kierkegaard'ın şu cümleleri sancılandı
"Evlen, pişman olursun; evlenme, o da pişman olursun; evlen ya da evlenme, her iki durumda da pişman olursun. Dünyanın aptallığına gül, pişman olursun; ağla, o da pişman olursun; dünyanın aptallığına gül ya da ağla, ikisinden de pişman olursun."
Tüya
"Mutluluk nedir? Ancak yaşanınca yanıtlanabilecek bir sual."
Teşekkür ederim yorumunuza.
Saygılar.
henüz içiyorum, içerken ayazda kalan tüm duygu ve düşüncelerim çıldırıyor. olur olmadık şeyker söylüyor. eve gidince asıl yorumumu yazacağım….
Tüya
Geceniz iyi olsun.
CaNMaYBuL
ben başına buyruk biriyimdir. öyle olduğum için hep eleştirildim belki de. ama alçak gönüllü olmaya çalıştım elimden geldiğince. insanların arasında kendimi rahatsız hissettim çoğu zaman. tanıdıkça daha da uzaklaştım onlardan. ne kadar yakından bakarsam o kadar çok kusur gördüm. bu yüzden kaçmak için bahaneler ürettim hep bir yolunu buldum.
ama o benim tam tersim. insanları seviyordu. onlarla konuşmaktan o bitmek bilmeyen sohbetlerden zevk alıyordu. ben onun hatırı için çıktım o kalabalıklara. ama her seferinde ya eleştirdim ya da sustum köşeye çekildim. sonra hep pişman oldum kendi kendime söylendim. bunlar manyak bunlar boş insanlar. vaktim değerli. uğraşamam bu gevezelerle dedim içimden yükselen öfkeyle.
sonra oturdum suç ve cezayı okumaya başladım. tam 687 sayfa. okuma sürem yedi saat kırk sekiz dakika.
bir yerinde diyordu ki.
çünkü yalnız insan en sonunda kendi kendisiyle de düşman olur. bu cümleye takıldım kaldım. kelimeler zihnimde dönüp durdu ağır ağır içime işledi. öyle ya benden daha iyi kim bilebilir ki yalnızlığın acısını. kendimden kaçarken içimdeki yabancıya yakalanmışım gibi hissettim. ne zaman birilerinin arasında olsam onlardan uzaklaşmak için bahaneler bulur kaçardım. ama kaçtığım şey sadece onlar mıydı yoksa kendim miydim. en çok kendimden mi korkuyordum.
dostoyevskinin her kelimesi içimdeki çukurları deşiyor kanatıyordu. o satırları okurken içimden bir şeylerin koptuğunu hissettim. yanımdaki o sessiz buğulu gözlerle bana bakan kadını düşündüm. biz aynı masada oturup başka dünyalarda sürüklenirken içimde suçun ve cezanın bana bir çuvaldız gibi batıyordu. o satırların arasında gezinen ben kendi içimdeki en büyük düşmanımı mı bulmuştum.
suç ceza pişmanlık. ve aramızdaki görünmez çuvaldız gibi batan o sessizlik. dostoyevski bunca zaman önce benim hikayemi mi yazmıştı.
Tüya
Selamlar olsun çokça.