- 52 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Acı Çekiyorum
Tanrısızlığımın vermiş olduğu özgürlüğün heyecan ve zevki yaşayanlardanım. Bu yüzden büyük acıların bir inanca sahip olmadan da yaşanılacağını kendi hayati tecrübelerimden yola çıkarak kazandım.
Daha az acı istediğim anlar stoacıların yaptığı gibi küçülerek daha kaliteli bir yaşam eşliğinde büyük zevklerin geçici olduğunun bilincini dünya görüşüm olarak içselleştirdiğim için marazi durumları kabullenmiyorum. Ama bu benim acı çekmeyeceğim, üzülmeyeceğim ya da sevinmeyeceğim anlamını da bana dayatma gibi bir durum da söz konusu olmuyor. Kasvetten kaçınmıyorum hayatı bu gözle gözlemlerken. Düşünürler, felsefeciler, bilim adamları, edebiyatçılar, sanatçılar, … hepsi de kasvetlidirler, dünya da olup bitenleri düşünce süzgecinden geçirirken, yapılan; politik, ekonomik, askeri, hukuksal, çevresel konuları duyarlı bir şekilde ele aldıkları için acı çekerler. Nere de bir haksızlık, hukuksuzluk, katliam, doğa katliamı varsa bu duyarlılık içinde acıya gömülürler. Rahatı yerinde, deyim yerindeyse „elini sıcak sudan soğuk suya vurmayanlar“, sürekli neşeli olanlar, har vurup harman savuranlar, beş yerden maaş alanlar, binikiyüzelliiki odada yaşayanlar mutlu olur ve mutlu kalırlar. Çünkü bunlar gerçekleri görmeyenler, sıradan insanlar, duyarlı olmayanlar ve saf çocuklardır.
Acının ödülü büyümeden, bilgilenmeden, okuyup araştırmaktan, okuyup araştırırken çevresinde ve dünya da olup biten olaylara kafa yormadan acı çekemez insanlar. Yaratıcı ve buluşçular (keşifler) acı çekmenin ve emek vermenin sonunda gelir. Sadece şiirsel bir dille de anlatamayız dünyayı. Acının sistematik ödülleri vardır: „büyüme, güç ve yaratıcılık.“ Bu açıdan dünyaya baktığımızda ve birisine yardımımız dokunacaksa tecrübelerimiz ihtyacı olanlara ulaşmalı. Bu tabii ki, bir çocuğun sistematik ve organsal olarak büyümesi olarak algılanmamalıdır kesinlikle. Bu, biyolojik sürecin bir parçasıdır.
Bu açıdan dünyayı yorumlamaya baktığımda, bir dağın zirvesinde etrafı seyrederken bir adam görüyorum yaptığım gözlemde. Zeki ve duyarlı bir adam, antenleri olan bitene karşı hem alıcı, hemde verici bir görev üstlenen. Onu izlediğimizde; belki de varlığının dehşetinde bir zamanlar bakarken çok şey görmüştür. Belki de zamanın ezerek öğüten pençeleri içerisinde karşılaşmıştır ya da kendi önemsizliğiyle – zerreden başka bir nesne olmayan kendisiyle, ya da hayatın geçici ihtimallerinden oluşuyor olmasıyla. Acının ve hüzünün korkuyu yaşattığını öğrendiği güne kadar korkusu ham ve sanrılıydı. O yüzden bilinci zihnine buyur etti ve acımasız bir rakip olan şaaşalı yaşamı çok geçmeden diğer düşünceleri gölgede bıraktı. Çünk şaaşa düşünmez, sadece arzular ve hatırlar. Duyarlı olmak işte iki tercihten birisidir. İnsanın en büyük taraftarı ama bir yandan da en acımasız yargıcı kendi olmalıdır. İnsan kendini yargılamalı, kendi cezasını kendi kesmeli, egosunu sıfırlamalı, böbürlenmeyi ve üstünlük sağlamayı bırakmalı. Köyde küçük bir çocukken bütün hayatımı felsefeye adamam gerektiğine kendimi inandırmıştım. Bunun nasıl bir karar olduğunu henüz o yaşlarda anlamış olmasamda, kendime bundan daha iyi bir hediye vereceğimi de sanmıyordum. O zamanlar dünyayı nasıl görmem gerektiğini ve ideallerimi Adana ya da İstanbul’a giderek gerçekleştireceğime inanıyordum. Zaman zaman iyi zamanlarda kötü şeyler, kötü zamanlarda da iyi şeyler düşünmenin bir sentezi olan yaşamı yorumlama konusunda ki yetersizliğimi ise daha sonraları anlamanın acısını yaşıyorum şimdi. Kendimi ben yaratmış olsaydım daha sağlıklı, özgürlükçü, adaletin daha sağlam olduğu, eşitliğin her konuda sağlandığı kimsenin evsiz ve işsiz olmadığı bir dünya yaratırdım ideallerimden. Belki biraz daha kendime beni daha saygılı ve sevgiyle kucaklayan ve bocalamayan ve hiç hata yapmayan birisi olarak yaratırdım. Hiç kimseyle değil, belki de herkesle beynimden geçeleri, düşündüklerimi ve dünya görüşümü her ortamda belirtmekten çekinemdiğim için ruhumda ve bedenimde büyük acılar yaşıyorum. İnsanlığın içinde bulunduğu şu andaki bunalımlara tanıklık etmek, betimlenmesi zor değil imkansız acılar aşılıyor ruhuma. Ne istediğimi biliyorum, neye karşı olduğumu da biliyorum. Bu sistemden nefret ediyorum. İnsanlığın bu vurdum duymazlığı, bana neciliği, egoistliği, zorlayıcı suskunluğu ve sessizliği ve son İran örneğinde olduğu gibi beni boğuyor. Genç bir üniversite öğrencisi olan Ahou Deryaei isimli kadın islamo faşist molla rejimini protesto ederken, çevresinde ki gençlerin hiçbir şey olmamış gibi onu seyredişleri ve bir karaçarşaflı yobaz bir kadın yaratığın ise onu parmaklarıyla tehdit edişi hiçte kollektif bilince vasıf olmadığını bir kez daha gözler önüne seriyor. Türkiye de ise; „Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu, 2024 ekim ayı raporunu yayımladı. Rapora göre, ekim ayında 48 katledildi, 23 kadının ölümü ise şüpheli bulundu. 31 kadının ise hangi bahane ile öldürüldüğü tespit edilemedi.“ Buyurun gerçekler ortada ve kendi duyarlılığınızı sorgulayın lütfen.
Acı çekiyorum, o halde duyarlıyım. Goethe’nin de söylediği gibi: „Dünya hassas kalpler için bir cehennemdir.“
Duyarlı insanların artması dileğiyle. Okuyan herkese saygılar. Bütün bunların suçlusu devletlerdir.
Sosyolog H. Hüseyin Arslan - 05.11.2024
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.