- 26 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
ESMELİDİR RÜZGÂRI TÜRKLÜĞÜN
Bilgi, emek ve tarih kokan geniş kadrajlı görüşteki kafaların tasvirlerinde asla insanlığı akamete uğratacak bir söz ile kirlenmemiştir Türklük. O, öylesine bir kavrayış olarak yerleşmiştir ki belleklere, yerinde korku, yerinde en sağlam dost, en asil hasım, duygular dünyasında en hassas özne, sadakat, yardımseverlik, mertlik olmuştur. Kem bakışla yan yana gelmemiş ve gelmeyecek olan bu mayanın adıdır Türk, Türklük.
Geleceğimizin giderek daha bir kararmış ufukla üstümüze üstümüze her yandan kuşatırcasına gelmekte olduğu bugünlerin mimarı habis ruhluların da en çekindikleri, son kale olarak gördükleri Anadolu coğrafyası başta olmak üzere, Asya Steplerine değin ki geniş sahanın öznesi Türkler, bu çılgınca gidişatın durmasını sağlayabilecek yegane dayanak olarak ortadadır. Asırlardır adeta uyku halinde durmakta olan bu devasa güç, korkularla hayalleri yıkıma uğramış beşeriyetin, emeği sömürülenin, gözyaşı selinde tükenenin, zulmün altında onlarca ve belki de yüzyıllarca zamandır insan olarak yaşayabilme haklarının ellerine verileceği kudreti sizce kimde görmektedirler? Hüküm sürdüğü her coğrafyada dua alan, adaletiyle parmak ısırtan, kültüründe, inanışında, ticaretinde alabildiğine serbest de bırakabilen geniş hoşgörü senfonisini tarihi nüshalara kazıyan başka bir millet olmuş mudur?
Bütün bu verileri işleyen, derleyen, gözler önüne sermeye çalışan kalemlerden biri ve bu ulusun bir ferdi olarak, yaşamakta ve tarifi mümkün olmayan o ulvi hissiyatı en derinden hissetmeyeyim sizler gibi. Başımızı öne düşürecek işler yapmamış olmanın rahatlığı ve başı öne düşmüş olanların sırtını sıvazlayan, mazlumların yanında ve yakınında durabilmenin de gururunu taşıyan, taşımaktan da yüksünmeyen bu millet âtinin Şimalidir kuşkusuz.
Gönül coğrafyası alabildiğine geniş, kendi köklerinde de üzerindeki tozu dumanı atmazlı bu kadim medeniyet, tarihin dönüm noktalarında adeta bir nirengidir, yoldur, nefestir, arzu edilen o masalsı hayatın, düzenin de mutlak öznesidir. Göktengri inanışıyla binlerce yıldır kainatın sahibine olan sadakatini her devirde ispatta muvaffak olabilmiş milletimiz, yaşamakta olduğumuz ve adına da “Küresel Güçler” denen, ellerinde de dünyanın ölçeklenebilir bir büyüklükte ekonomik gücün dizginlerini tutan, tüm insanlığı uçuruma doğru adeta çılgınca süren bu güruha elbette esaslı bir cevap verecek, kendine inananlarla çıktığı bu büyük davada zaferin de mimarı olacaktır. Adına halen hutbe okutulan ecdadımız, Balkanlarda bir mezar başında merhum veya merhumelere son insani görevlerinde imam olarak Türk`ü öncelikliyen bu realite ne denli müteessir edici bir davayı yankılamaktadır anlamak isteyenlere. Her dinlediğimizde, her okuduğumuzda bizi de bu asil kurtuluşun öznesi kılan, hayata bir başka ivme ile bakmamızı sağlayan kutlu görev, her ne pahasına olursa olsun can bulacaktır. Biz aldatmayanız; inanılanız, güvenileniz, bedeli ne olursa olsun yalpa yapmadan bu davada yürüyeniz çünkü. Bize bağlanmış umutlar, bizle yola çıkmışlar, bizden bir gölgelik sancak ile duruş göstermiş olanlar asla yarı yolda kalmamıştır.
Milletimizin sembolü ve içeriğini tarifsiz anlamlarla doldurduğumuz hilâl, öylesine geniştir ki, değil bir kıt-a, bütün cihanı içine koysak da onun anlatmaya çalıştığı zeminini de sadece tarihi menkıbelerle değil, ilahi realiteden de olabildiğince beslenen bu ilahi duruş, sınırı olmayan bir motivasyondur başlı başına. Daha yeni doğanda kulağa okunan ve makamıyla zihnimizde ulvi dolgunluk hissiyatı uyandıran, kadim kitabımızın da mayasıyla mayalanmış, binlerce yıllık töresiyle de etle kemik haline gelmiş bu düzen; beklenendir, güçlenerek ırmak gibi çağlayan, hayata hayat katan, flulaşmış renkleri bemberrak ve göz alıcı hale de getirendir.
Manevi demiyle de tüm cihanda felsefi bir yaklaşımla hümanizmin temel taşlarını atmış bulunan Anadolu, Yunusların, Mevlânâların, Hacı Bektaşların, Molla Güranilerin, Hızırların ve daha bilmem kaç büyük evliyanın deminden demlenmiş, kardeşlik, dostluk öznesini “can” argümanıyla pekiştirmemiş midir? Bu canların içinde kimin ne olduğunun, nereden olduğunun, nasıl olduğunun bir önemi de yoktur. Sen, ben aynıyız düşünüsüyle bir yola koyuluştur bu. Hatta öylesine de derinden işleniştir ki örneği çok; hadsizce vatanı işgâle yeltenenin yarasını sarmak, karnını doyurmak, tedavi etmek, ekmeğini, suyunu paylaşmak; savaşa mola verildiğinde de hasmını sırtında taşıyış, onun ana babasını, çoluk çocuğunu düşünüş ve onunla empati kurabilme cihetidir ki anlatılmaz. Değil barışta, etin ve kemiğin süngü ve mermi ile, şarapnellerle çarpıştığı anlarda da tüm cihana yaratılışın verdiği asil ruhu, fıtratın yankılanışını capcanlıca her demde ortaya koyabilmektir. İşte tam da bu yüzden, her bir ferdimizin bizi biz eden o hassasiyetlerimizi öğrenmesi, onunla bilenmesi, farklılıkları bir ayrışım değil, zenginlik olarak görebilmesi bir zarurettir.
Elbette düşlediğimiz bir yarın var. Yarınlar bizim için bir takvim, aşılması gereken yalın bir sorun, devrilmesi gereken bir engel değildir. Onlar ve daha niceleriyle akılla, imanla, her nefesinde göğüs göğse mücadele ruhudur bu. İyiyle kötünün savaşının bitmediği ve bitecek gibi de görünmediği şu yeryüzünde, bu savaşın iyiler safında daima olacak, insana yaraşan onurlu bir hayatın kavgasını kıyamete değin sürdüreceğiz. Bu asil davaya derin tarihi kültürümüzde “Kızıl Elma” adını verdik. O elma ironisindeki kızıllık, verilecek emeği, akacak teri, kanı ve uğruna verilecek canı çağrıştırırken, her yıkılışta da yeniden ve daha güçlüce doğumun da şifreleridir muhakkak. Üstümüzdeki gök çökmedikçe, yer de sarsılmadıkça bu kutlu davanın özneleri olarak tarih sahnesinde var olacağız. Birken bine, binken de bire inse de sayımız, asla sarsılmayacaktır davamıza olan inancımız.
Güzel bir sözdür, “Bir elin nesi var, bin elin sesi var.” İçimizi kemiren ve kutlu davamıza gidişattaki kısır kavgaları bir yana koymamız, davaya inanan ve yüreklice de gönül verenlerin sayısının artması gereğidir zaman. Düşmanların bizi zayıflatmak ve bu kadim inanışımızı yıkıma uğratma üzere ellerinden geleni yaptıkları bu süreç, davasına sarılanların imanları karşısında elbette hedefine ulaşamayacaktır.
Dünyanın insanlara sunduğu nimetler hakça paylaşıldığında hepimize yeter. Bu nimetlere erişimde kendilerini farklı bir yere koyanlar yüzünden ne çok kan aktı, gözyaşı döküldü, umutlar bitti, ocaklar söndü, sönmekte de. Bu iç yakan realiteye nasıl duyarsız kalınabilir ki? Bu millet, duyarsızlıklarını tarihin çöplüğüne atmış, duyarlılıklarıyla da tüm cihana, ; başkalarının acılarını da duyanım, anlayanım, hissedebilenim, demeyi başarmıştır. Kendimizi her platformda doğru anlatmayı başarırsak, bu sürecin sonundaki kazanımlar o çok arzu edilen barış içindeki dünyanın da temellerini atacaktır kuşkusuz. Onlarca yıldır tüm değerli kaynakları kan ve gözyaşı karşılığında sömürülen milletler de uyanıyor artık. Anlıyorlar ki, onurluca yaşamanın bir bedeli var. Bu bedeli ödemede karar kılan ve bizlerce de arkalanan, sayıları da her geçen gün çığ gibi büyüyen bu anlamlı ittifak, geleceğin dünyasında tartışmasız büyük rol oynayacaktır.
Yüzlerce yıldır kendisine biçilen kaderi tanımayan ve bizleri tüm kültürel birikimimizle sömürge edinmeye çalışanlara, boyunduruk altında yaşamamızı dikte edenlere her fasılda en net cevabı verebildik. Bu yüzden varız, bu inançla da var olacağız. Bu inanışın, öngörünün diğer milletleri de motive etmesinden her şeyden daha fazla korkan emparyalist duruşun özneleri oldukça rahatsızlar. Bizim hayal ettiğimiz ve uğruna mücadele ettiğimiz dünyada hiçbir ulus diğerinin kölesi olamaz. Her insan ve taşımakta olduğu kültür saygındır çünkü. İnanışları, kültürleri, anlayışlarıyla insanları olduğu haliyle kabul eden, buyruk altına sokmayan bu anlayış, menfaat çevrelerinin nasıl işine gelsin ki. Bu halde kimlere emir verecek, kimlere diz çöktürecek ve kimlerin emeği, gözyaşı, kanı üzerinden bir hayat sürebilecekler değil mi? Onca çirkinliği medeniyetin özneleri olarak gören her kim ise bizim hasmımızdır. Bu duruş, düşünüş ve eylem ister bize, isterse başka milletlere karşı olsun, davamız asla değişmeyecektir. Bu realite öncelikle Türk Birliği`nin kurulması, yeşertilmesi ve taşıdığı kadim anlayışın diğer uluslarca da kabulü için son derece elzemdir. Kendi içimizdeki bu birliğin güçlenmesi, sözünü ettiğimiz o kadim hedefin de gerçekleşmesi demektir.
“Türklüğün Esasları” eseri ile günümüzde de tartışmasız büyük yankılar uyandıran, Kürtçe Konuştuğu ve Kürt bir ailenin ferdi olmasına rağmen, yaptığı tetkiklerle son derece anlamlı sonuçlara varan edebiyat değerimiz Ziya Gökalp, Türklüğün kökenden çok farklı, millet olabilme terbiyesiyle son derece yakınen ilgili ve bir milli duruş, hissediş, yöneliş olduğunu dile getirmiştir. Bu sosyal farklılıklara karşın Arabın, Acemin, Lazın, Türkmenin, Arnavutun, Kürtün bir potada aynı kadere uzanması bizi millet kılmıştır. Bu sosyal realiteden yola çıkarak, Türk duygusu ve düşünüşünde hangi millete tabi olunduğunu değil, hangi davanın insanı olunduğunun öne çıktığını görürürüz elbette. Farklı coğrafyalarda bir eğitimci olarak görev aldığım her bir kentte aynı manzarayı nefeslenmiş olmanın ve bu dava için de emek vermenin hazzını tarif edemem. Memleketin neresi sorusu bu anlamda oldukça trajik bir sorudur. Derdin nedir, işin gücün nasıldır, nelere ihtiyacın vardır gibi insan onuruyla doğrudan alakalı sorular sorulu bu kültürde. O nedenle bu büyük çatı altında her birimiz Türküz. Türklük davası bizi millet kıldı, kılmaya da devam edecektir. Vatan savunmasının yapıldığı o günlerde dilde anlaşmalarda yaşanan sıkıntıya karşın, Diyarbakırlı Reco`nun Kastamonulu Mehmet`e, Ahmet`e, Konyalı Recep`e ayakkabısının bağı kısaldığında onu nasıl tekrar bağlayabileceğinin öykülerini duymuştuk, o zor zamanların gelmesini asla istemeyiz ve fakat, vakit o vakit olduğunda bu söylemleri yine duyacağız. Hissiyatlardaki ortaklık, millet olabilmenin özüdür, ruhudur, mayasıdır. İçinde biz vardır onun. Benlerin biz olabilmek davası, güçlü millet olabilmenin de ön koşuludur çünkü.
Akmasın gözyaşları Filistinli çocukların, körü körüne fesat bir inanış uğruna düşmesin üzerlerine bombalar, füzeler. Halen dur durak bilmiyorsa zulmün elleri kırılsın, başları ayrılsın o habis bedenlerinden. Yakın coğrafyadan verilen bu temenni dolu örneği Afrika`nın kara bağrında, Asya`da, Amerika`da başkaca mazlum milletler için verebiliriz elbette. Çözüm, hilâlin gölgesinin yankılanışındadır. Türklük ruhunun anlaşılması, ona samimice iştirak olunması ve dünyanın cellâtlarıyla amansızca büyük bir mücadeleye girilmesi, özlenen, hayal edilen bir dünyayı koyacaktır ortaya.
Bir pencereden bakmak istiyoruz ki masalsı güzelliklere gıpta ettirsin. Türk`ün, Türkçülüğün sancağında umutla yeşersin her kıt-a; yokluk, yoksunluk, kinler, çirkin oyunlar, hain hesaplar yok olsun. Bir bahar deminde yanmakta olan Nevruz Ateşi`nin üzerinden atlasın Rum, Alman,İngiliz, Kenyalı,… Bu inanışa kast edenlerse ebeden yansınlar ateşte. İlahinin buruğunu tamamlamakla görevlendirilmiş milletimiz ve onun kutlu davası zaferle essin her coğrafyada. İnsanlar barışın, huzurun, kardeşliğin rüzgârını hissetsin, onu nefeslensinler.
Öğütleriyle binlerce yıldır kulakları dolduran Dedem Korkut, Orhun Kitâbeleri`ndeki sözleriyle millete seslenen Vezir Tonyukuk, kadim milletimizin varoluş hakikatlerini adeta tarihe perçinlemişledir. Bu duruşun gereği gibi yaşamak ve verilen nasihatleri kale almak her devirde varoluşumuzun da parolası olacaktır. Geleceğin dünyası, kendi içindeki birlik ve beraberliği, yeri geldiğinde de kuvvacı ruhu ortaya koymayı dikte etmektedir. Kendini Türk hissedebilenlerin, aynı sancağın gölgesinde ve aynı mefkurelere uzanmak üzere seslerinin gür çıkması gerekmektedir.
Bilhassa da tarihimizi dile getiren kitaplar, her türlü neşriyat sıradan kronojik anlatımı bırakarak bu sürecin ruhunu anlatsın ki, o beklenen uyanış yeşersin, meyve versin. O meyveler düşsün de yere yeni filizlerle birlikte bir ağacın öyküsü daha başlasın. Artsın o ağaçların sayısı, kaplasın çölleri de dünya yeşersin.
Ey yeni nesil, ecdadını tanımak, seni sen eden ve gelecekte var olmanı sağlayacak değerleri iyi tanımalısın. Bu değerler binlerce yıldır insanüstü zorlukların, amansız kasırgaların, yıkımlara götüren savaşların kazanımlarıdır. O, öylesine derinden kökleşmiştir ki eser de durur. Şimdilerde sıra sende ise, bu rüzgâr, içindeki ulvi değerleriyle yankılanmalıdır. Dünyanın her zamankinden daha bir fazla ihtiyacı var bu dokunuşa. Gün, tam da bugün. Haydi, sen de estir rüzgârını Türklüğün!
Oğuzhan KÜLTE
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.