yolcu 9
9. bölüm
Sanırım Hâre rüyanda sana bunları anlatmaya çalıştı. Saf ve temiz bir inançla inanmak gerek. Bak, bilge bir kişi yaşlı saf ve temiz inanan nineye sorar.
‘’Sana Allah’ı bin delille göstereyim mi?’’ Yaşlı nine kendinden emin bir edayla: ’’Ben ona delilsiz de inanıyorum!’’ Der. Bilge kişi kendine gelir ve ninenin elini öperek özür dilemek ister. Nine: ‘’ Benden değil Allah’tan dile!’’ Der. İşte her şey delildir. Mesele delilsiz de görebilmek ve inanabilmektir.
Anlattıkları dikkatimi öyle çekmişti ki sözünün bittiğinin farkına dahi varmamıştım. Ne kadar çok bilmediklerimiz var. Gerçekten de göremediklerimiz çok daha fazla, bildiklerimiz ne kadar da az kâinatta! Sonra çeşmede yazılı iki söz aklıma geldi:
--Ahmer amca: ‘’Damla içinde damla, daha derinde ara!’’ ve
‘’Zayi etme ziyan olursun.’’ Bu sözleri daha detaylı anlatır mısın?
--Evlat, yukarda anlattıklarımı anladıkça çözeceksin ama yine de anlatmaya çalışayım. ‘’Zayi etme ziyan olursun!’’ Çok gibi görünüp de en az olan değerdir zaman. Kelebeğin tırtıl geçmişinden kelebek oluşuna ve geride kalan ömründe yaptıkları, bir arının kaç çiçeğe konup ne kadar bal yaptığı ömründe… Hepsi kısıtlı değil mi? Yine de vazifelerinden hiç vaz geçmiyorlar niye? Çünkü yaratılma sebepleri var. İnsan da sebepsiz yaratılmamış, o sebep üzere vazifeleri var. İşte zaman kısa o zamana o vazifelerini yetiştirebilmek için zamanı iyi kullanmak gerekir.
‘’Damla içinde damla, daha derinde ara!’’ Güneşi örnek vererek anlatmıştım. Şimdi sana sorarım insanın teknolojik aletlerle görebildiği en uzak ve küçük noktanın sınırı ne kadar? Teleskopun görebildiği en uzak yer 10 üzeri 27 km. Atom altı dünyaya yolculuk ise 10 üzeri -34 mikron. 27 mi daha çok 34 mü? Eksi 34 daha küçük boyut olarak ama görülebilen mi daha çok görülemeyen mi? Gözümüz ne kadar zayıf değil mi oysa algımız ne kadar güçlü gözümüze göre. Damla içinde nice damla, bilmediklerimizin içinde ne kadar bilmediğimiz var, değil mi? O halde göremediklerimizde aramalıyız… Allah her yerde diyoruz ama yüreğimize sığdırabiliyoruz.
Kafam yine allak bullak olmuştu. Lakin bu sefer bu karmaşalığı sevmiştim. Zira artık daha farklı düşündüğümü hissediyordum. Aslında teknolojiyi faydalanmak için değil de oyalanmak için kullandığımı, nice güzellikleri yaşayamadığımı, insani duygularımın zayıf olduğunu ne kadar geç fark etmişim dedim kendimce. Sonra aklıma ‘’Uyuma seni öldürmeyen uykudur!’’ Sözünü irdeledim. Evet, gerçekten de uyumuşum. Öyle uyumuşum ki yıllarca vaz geçmem gerekenlerle iç içe oturmuş, hep onlarla hemhal olmuşum. Bir anda kendime:’’ Şişştt kendine gel, bak böbürleniyorsun’’ Diyerek nefsime gem vurmaya çalıştım.
Rüyalar bitmiyordu ki? Yusuf kıssasını anlatmadan önce gördüğüm rüyayı tam konuşamamıştık. Konu dallandıkça dallanmış Kaf dağına kadar çıkmıştı. Ahmer Amcanın seslenmesiyle kendime geldim:
-- Eee Adem! Şu deveyle ne konuştun tam anlatacak mısın?
--Ahmer Amca nasıl yapıyorsun?
--Neyi?
--İçimden geçeni tam ben söyleyecekken sen soruyorsun?
--Rastlıyordur veya Mevla’nın hikmeti. Bilemem!
--Rüyamda bir kuyu gördüm. 8-10 kişi kuyunun başındaydı. Kuyunun başından ayrıldıklarında su içmek için kovayı kuyuya atmaya çalıştım. Kova havada asılı kaldı. Ben içine atmaya çalıştıkça alttan bir güç onu yukarı itiyordu sanki. Mücadele ederken kovayla, kuyunun içinden bir ses geldi: ’’Sen nasipsizsin, nasip başkasının!’’ Korkarak uzaklaşmaya başladım. Dönmemle çökmüş deveyle karşılaşmam bir oldu. Deve başıyla işaret ederek: ‘’Bu taraftan orda azıkta var su da. Ara ama anma!’’ Dedi. ‘’Neyi arayacağım?’’ Diye sormamla çöktüğü yerden kalkarak yüzüme tükürdü. Uyandığımda siz dua ediyordunuz.
--Allah Allah, ara ama aranma?
Dedikten sonra bir müddet susarak yürüdük. Yol üzerinde yalnız bir ağacın altına oturduk. Güneş epeyce yükselmişti. Matarasından su çıkartıp içtikten sonra bana uzatarak ‘’Zayi etme çeşmeye çok var!’’ dedi. Uçsuz bucaksız bu kırsalda yol üstünde yalnız ağaçlar dikkatimi çekmişti. Madem ağaç yetişebiliyor neden ağaç dikilmiyordu buralarda?
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.