- 198 Okunma
- 0 Yorum
- 4 Beğeni
O DİNGİN YERDE
‘Göreceli olarak’ diye başlayan cümleler… Geniş bir vadi gibi uzanan uçsuz bucaksız bir alan açıyorlar önümüze. Püfür püfür esen ılık rüzgârlarla okşuyorlar tenimizi.
“Ben istedim, öyleyse doğru!” dedirtiyorlar bize. Hatta biz bile inanamıyor, tekrar tekrar söylüyoruz o cümleyi. “Gerçekten öyle mi?..” diye soruyoruz kendimize sonra, sevinçten içimiz içimizden taşarken… “Ayıp diye bir şey yok mu gerçekten?”
“Var öyle bir şey… Hem de en çok da o var!” dese biri bize, okkalı bir tokat yemiş gibi oluyoruz. Geriye dönük resimleri geçiriyoruz apar topar gözlerimizin önünden… ‘Göreceli şeyler’ denen o ucu bucağı olmayan listeyi hatırlıyor, onu arkamıza duvar edip, büyük bir güvenle “Kişiden kişiye değişir ‘ayıp’ kavramı…” diyoruz. “Hangi çağda yaşıyoruz?! Artık eskisi gibi değil hiçbir şey… Herkes istediğini yapmakta özgür…”
“Ben özgürlükten söz etmiyorum ki!” diyor o kişi bize. “Laçkalık, sığlaşma, saygısızlık benim bahsettiğim… Özgürlükle ne ilgisi var bunların, söyler misin bana?!”
Sesinde var olan o şey; o yıllanmış sarap misali beklemiş, tadına varmış, görmüş geçirmiş ifade… Durduruyor bizi, tam da itiraz etmek üzere bir hamle yapacakken…
O inanamazlığımızı hatırlıyoruz, her şeyi yapabileceğimize… Bizim bile içimizde bir yerde o yıllanmış şarap gibi uzun zamandır orada bekleyen, gözlemleyen, olup biten her şeyi kaydeden, bir imbikten geçirip posalarından ayıran ‘bir parçamız’ kaldığını anlıyoruz hâlâ… Bizim dünyamızdaki karmaşanın çok dışında, her tür gürültüden uzakta, o dingin yerde, kafası binbir ses ve görüntüyle karışmadan, çok daha net bir şekilde görebilen her şeyi…
Bize “dur” diyen o insanda varlık bulan, kendini gösteren o parçamız… “Ayıp diye bir şey var!” diyen… Sonra devam eden O’nun aracılığıyla, dikkat kesildiğimizi görünce:
“Güzellik görecelidir… Mutluluk, hayatın anlamı… Kaç fincan çay içeceğin… Nereye gitmek isteyeceğin hafta sonunda… Nelerden hoşlandığın… Değişir bunlar kişiden kişiye… Herkesin bir özel alanı vardır… ve onun içine giren her şey gibi onlar da görecelidir… Kimseyi ilgilendirmez yani. Kimseye bir zararı da olmaz… Ama saygı, dürüstlük, vicdan ve bunlar gibi bizi canlılar dünyasına mensup bir varlık olmaktan çıkarıp ‘insan’ denen kategoriye sokan, içgüdülerine tabi bir şekilde oradan oraya sürüklenmemizi önleyen niteliklerimiz göreceli değildir kesinlikle.
Onlar bizim özel alanımızla sınırlı kalmazlar çünkü. Oraya sığmayacak kadar geniş bir alana hükmederler… Onların eksikliği öyle keyfimize kalan, basit bir durum değildir yani. Sığamaz taşar bizim kücük evrenimizden o eksiklik… Eksiklik olmaktan çıkıp başka başka biçimlerde var olur, ille de dokunurlar birilerine… Çoğunlukla da acıtan dokunuşlardır bunlar.
‘Okşanmayan cocuk başları’ şeklinde dokunurlar mesela… Yemek kokmayan evler… Evde gecenin bir körü eşlerini pencerede bekleyen boynu bükük kadınlar…
Mutsuz, öfkeli, incinmiş yüzler: Çocuk, erkek, kadın ayırmadan…
Özgürlüğe başka bir anlam verenlerin sulamadığı, yeşertmediği topraklar…”
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.