- 117 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
ŞEYTAN İMPARATORLUĞU: AMERİKA
ŞEYTAN İMPARATORLUĞU
Dünyayı cehenneme çeviren ABD’nin şeytani yüzünü görmemiz gerekiyor. Neden şeytan diyoruz? Çünkü ülkeleri birbiriyle savaştıran stratejiler geliştiriyor. Silah üretip, satıyor. Masum insanlar, cehenneme dönen ülkelerinden kaçıyor; Türkiye başta olmak üzere batılı ve Ortadoğu ülkelerine sığınmacı-mülteci olarak gitmek zorunda kalıyor. Binlerce çocuk, yaşlı, hasta ve genç insan kaçamadıkları için katlediliyor. ABD’nin tek amacı var, yeryüzü egemenliğini ele geçirmek. Kendi sömürge alanlarını genişletmek. Kendine rakip gördüğü başta Rusya’yı, Çin’i, Japonya’yı ve Kore’yi saf dışı bırakmak. Ancak bunları başarmak o kadar kolay olmayacak. Çin, artık durdurulamayan bir güç olarak ABD’nin en korkunç rakibi. ABD strateji dairesi, (Pentagon) Ukrayna ile Rusya’yı ve daha başka ülkeleri birbirine düşerek emperyalist alanlarını genişletmek amacındadır.
Şimdi adım adım, özet halinde konumuza girelim:
Kristof Kolomb’un 1492 tarihli şu mektubu mutlaka okunmalı ki, konunun muhtevası anlaşılsın:
“Muhammed inanışına, her türlü zındıklığa puta taparlığa düşman olan ve kutsal Katolik Hıristiyan dinine gönül vererek onu yücelten Ekselansları, hükümdarlarını ve topraklarını görmek, yaratılışlarını öğrenmek ve onları kutsal dinimize döndürmek için kullanılması uygun düşecek yöntemi araştırmak üzere ben Kristof Kolomb’u, adı geçen Hint ülkelerine göndermeye karar verdiler. Doğuya kara yoluyla gitmememi, bunun alışılmış bir yol olduğunu, bugüne değin kimsenin geçmiş olduğuna dair kesin tek bir iz bulunmayan batı yolunu tutmamı buyurdular.”
ABD Emperyalizminin tarihi serüveni
Sömürgecilik, güçlü devletlerin askeri gücünü kullanarak başka toprakların zenginliğini zorbalıkla ele geçirmesi ve bu topraklarda egemenliğini kurmasıdır. Emperyalizm; Sanayi Devrimi’nden sonra ortaya çıkmış, kapitalist toplum biçimi olmakla birlikte temelinde ekonomi vardır. Bu anlayış, feodal toplum düzeninin ortadan kalkmasından sonra tekstil sektörünün gelişmesiyle ortaya çıkmıştır. Zorbalığa dayanan emperyalizmi kapitalizmin yeni versiyonu ya da modern sömürgeciliğin bir başka adı olduğu söylenebilir. Kapitalizm ya da emperyalizmin içinde mali bir oligarşik yapıyı ko-ruyup, kollayan bir hukuk sistemi vardır.
ABD’nin kontrolünde bulunan Atlas Okyanusu kıyılarına İngilizler yerleşerek 13 adet koloni kurmuştur. Bu kolonilerin başında İngiliz kralı ya da yerli halkın seçtiği valiler bulunuyordu. Avrupa’da patlak veren yedi yıl savaşları sonucunda bu koloniler İngiltere’den ayrılmak istemiştir. İngiltere ise ekonomik buhran yaşadığından kolonilerinden yeni vergiler toplamıştır.
Amerika, sömürgelere çay götüren üç İngiliz gemisine saldırıp, çayları denize dökmüştür. Bunun üzerine İngiltere çayların bedelinin ödenmesini istemiş ve Boston limanını abluka altına almıştır. Filedelfiya’da toplanan sömürge temsilcileri İngiltere ile savaşmaya karar vermiştir. 1775 yılında İngilizler, Boston yakınlarında Amerika’ya ait silah deposuna baskın düzenlemiştir. Bu saldırı sonucunda savaş çıkmıştır.
İngiltere, Amerika’yı kontrol altına almak istemesi üzerine Virginia sömürgesi bağımsızlığını ilan ederek İngiltere ile savaşa tutuşmuş, diğer sömürgelerde bağımsızlıklarını ilan ederek Filedelfiya’da, 1776 tarihinde ikinci kez toplanarak topyekûn İngiltere ile savaş kararı almış; insan Hakları ve Bildirgesini de kabul etmişlerdir. Bu belgeler ABD Anayasası’nın temelini oluşturmuştur.
XVIII. yüzyıl ortalarında sayıları on üçü bulan koloniler, Amerika Birleşik Devletleri’nin temelini oluşturmuştur. 1776 yılında on üç İngiliz kolonisi Genç Amerika Cumhuriyeti’ni oluşturmuş, bir okyanustan diğerine uzanan toprakları fethetmiştir. Bu dönemde koloni sistemi giderek sömürgecilik politikasına dönüşmüştür. Nüfus artmış, tarıma dayanan ekonomi gelişmiş, iş adamları ticari faaliyetlerde bulunmuştur. Yeniçağ” olarak adlandırılan dönemde yaşanan coğrafi keşifler sonucunda “sömürge imparatorlukları” kurulmuştur.
Avrupalılar o dönemlerde “ticareti ve Hristiyanlığı” medeniyetin temeli olarak gördüklerinden, bu fikirlerini gittikleri her yere yayma amacı gütmüştür. Sömürgeci düzenler uzun süre ayakta kalabilmiştir ancak resmi sömürgecilikler, daha derin izler bırakarak kısa bir süre sonra tarih sahnesinden çekilmiştir. Örnek: Fransa, Cezayir’de 132 yıl, Güney Vietnam’da 100 yıl kadar kalabilmiştir.
Hans Neisser, 1960-1963 yılları arasında emperyalizmi şöyle tanımlamıştır: “Bir ulusun doğal sınırlarının ötesindeki nüfusu kendi siyasi yönetimi altına almak amacıyla bu sınırların ötesinde bir imparatorluk kurma sürecidir.” Nadel ve Perry Curtis; emperyalizmi “egemenliğin veya kontrolün dolaylı veya dolaysız şekilde genişletilmesi” olarak tarif etmişlerdir. Hans J. Morgenthau ise emperyalizmi statükoyu yıkmaya yönelik politika olarak tarif etmiştir. Lenin ise; emperyalizmi kapitalizmin en ileri aşaması olarak tarif etmiştir.
ABD’nin emperyalist iştahının Kristof Kolomb ile kabardığını söyleyebiliriz. Zira Kolomb 1492 yılında Atlantik Okyanusu’nu aşarak Amerika’ya ulaşan ilk Avrupalı olarak bilinir. Colomb, bu yolculuğu sırasında Yeni Dünya sandığı Hint adalarına gelmiş ve buraya San Salvador adını vermiştir. İşte bu tarihten itibaren bu adalar işgal edilmiş, insanlar katledilmiştir. Bu sömürgecilik anlayışı, Vietnam’a ve Güney Amerika ülkelerinden Japonya’ya kadar uzayan tarihi bir süreçtir.
Savaşların temeline bakıldığında mutlaka emperyalist bir anlayışla karşılaşırız. Ülkeleri işgal eden zihniyet, işgal ettiği topraklarda vakit kaybetmeden üslerini oluşturur ve bu üsler üzerinden savaşlar yürütülür.
1. Dünya savaşının çıkış sebebinin tamamen ekonomik sebepler olduğu bilinen bir gerçektir. Devletlerarası bloklaşmalarda Almanya, Avusturya, Macaristan, Osmanlı ve Bulgaristan ittifak grubunu; Fransa ve Rusya itilaf bloğunu oluşturmuştur. 1917 yılına kadar tarafsız kalan ABD, Almanya’nın itilaf devletleriyle ticari faaliyetlerini engellemesi üzerine 1917 yılında savaşa girmek zorunda kalmıştır. ABD’nin yapılan savaşta adı geçmese de savaşın içinde etkin rol oynamış; üçlü itilaf devletlerinin galip çıkmasını sağlamıştır.
1920’li yıllarda ABD ekonomik refah içindeydi. İşçi ücretleri artarken çiftçilerin kazançları da artmıştır. Amerikan halkının %40’ı otomobil, buzdolabı, radyo alabilecek duruma gelmiştir. ABD, savaş öncesi ve sonrası dönemde borç alan ülke durumundan artık borç veren ülke durumuna gelmiştir.
ABD’de iktidar cumhuriyetçilerin eline geçince; ülke genelinde ekonomik ve siyasi bunalımlar baş göstermiştir. Sorunların başında göçmen sorunu gelmekteydi. 1933 yılında ABD’nin uygulamaya aldığı kotalı “Göçmen Yasası” ile birlikte 14 milyon Amerikalı işsiz kalmıştır.
ABD’nin görünürde tarafsızlığı Japonya’nın 1941 yılında Pearl Harbor’da bulunan ABD üslerine saldırısıyla bozulmuştur. İngiltere’nin talebi üzerine tüm fabrikalar silah ürettiler. Önce Amerika üzerine, sonra Kuzey Afrika’da, İtalya’da ve Fransa’da Normandiya çıkarması adı altında savaşı kazanana kadar askeri destek sağladı. Bu savaş, 7 Mayıs 1945 yılında Almanya’nın teslim olmasıyla son buldu. ABD, Japon saldırılarına karşılık olarak Hiroşima ve Nagazaki’ye iki atom bombası atmıştır.
İkinci dünya savaşı, sömürgeciliğe dayanan imparatorlukları ağır bir ekonomik yıkıma uğratmıştır. Bu dönem ABD’nin küresel bir güç olarak ortaya çıktığı dönem olmuştur. ABD, bu gücünü kullanarak Avrupa’nın tüm ihtiyaçlarını karşılamış, tarım sanayisini güçlendirmiştir. Batı Galler Bölgesi eyaletleri, Atlantik cephesinin ihtiyacı olan silah ve mühimmatın % 35’ini, Pasifik cephesinin ihtiyacının % 86’sını karşılamıştır.
Neticede savaşın galipleri SSCB ile ABD olmuştur. Fransa ve Çin galip devletler olarak kabul edilseler de zayıf ülkeler durumundaydılar. Gelinen bu dönem, SSCB’nin sosyalizmi yayma dönemi olurken; ABD demokrasisini yayma dönemi olmuştur.
Savaş sonrasında neler oldu?
Savaş sonrasında dünya barışını sağlamak için bir takım adımlar atıldı. San Francisco’da Birleşmiş Milletler Örgütü kuruldu. Amacı gayet insani görünüyordu: Ülkeler arasında barışçıl ilişkilerin kurulması ve dünyadaki ekonomik, siyasi ve toplumsal hakların gelişmesine sağlamaktı. Avrupa ülkeleri savaşlardan yılmıştı ve barış istiyordu. Roosvelt’in halefi olarak ortaya çıkan Truman, bir kriz ve soğuk savaş yaratmanın gayreti içine girmişti. Truman Doktri’nin amacı; komünizmin yayılmasını engellemek için tüm Avrupa ülkelere askeri destek sağlamaktı. Bu fikir, ABD Dışişleri Bakanı George C. Marshal’ın adını taşıyan “Marshal Planı” ile hayat buldu. Marshal Planı ile yıkıma uğramış Avrupa ülkelerinin toparlanmasını sağlamaktı. 1949 yılında ABD, Kanada ve 10 Avrupa ülkesi herhangi bir saldırıya karşı Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü’nü (NATO) kurdu. Bu gelişmeler yaşanırken SSCB’de nükleer silah üretmeye başlamıştı. ABD’de, SSCB’ne karşı nükleer silah üretimini artırdı.
Araştırmacıların yaptığı açıklamalara göre ABD’nin küresel gücünü belirleyen dört alan vardır:
a-) Askeri anlamda eşi olmayan bir küresel erişime sahip olması,
b-)Ekonomik olarak rakipleri Japonya ve Almanya karşı küresel büyümenin lokomotifi olması
c-)Teknolojik olarak yeniliğin tüm ileri uçlarının önderi olması,
d-)Tüm aşırılıklarına rağmen kültürel olarak dünya gençleri arasında ki cazibesinin yüksek olması.
Sonuç itibariyle; ABD’yi süper bir güç haline getiren bu dört alanın bir araya gelmesidir. ABD, II. Dünya Savaşı’ndan öncü güç olarak çıkmış, teknoloji ve üretimde üstünlüğü ele geçirmiştir. ABD kendisini uluslararası ilişkilerde özgürlüklerin ve özel mülkiyet haklarının savunucusu olarak göstermiştir. Dün olduğu gibi bugünde ABD, kendisini sonsuz sermaye birikimine adamış tüm kesimlere liderlik etmektedir. Bu makaleyi hazırlarken akademikkaynak. com’dan faydalandığımı belirtmek isterim.
Yakın tarihimize baktığımızda, Orta oğu coğrafyasında ABD-İsrail kaynaklı bir projenin işlerlik kazandığını görüyoruz. 8-10 Temmuz 2004 tarihinde ABD Başkanı George W.Bush’un başkanlığında Sea Island ve Georgia’da düzenlenen G8 zirvesi sonrasında, BOP’un genel olarak benimsendiğine dair bildiri yayınlanmıştır. Bu proje kapsamında Libya Lideri Muammer Kaddafi linç edilerek, Saddam Hüseyin de idam edilerek öldürülmüştür.
Suriye’de 15 Mart 2011 yılında Arap Baharı ile bir iç kargaşa yaşandı. ABD-İsrail hedefleri, Suriye’yi de kuşatmış; BOP denilen küresel canavar, Orta Doğu ülkelerini kuşatmakla kalmamış, Türkiye’mizi de tehdit etmektedir. Suriye, Rusya’nın ve bir dönem de Türkiye’nin desteğini görmüştür. Şu sıralar Rusya ile Ukrayna, ABD’nin emperyalist hevesleri sonucunda savaşmaktadır.
Rusya, ABD ve batılı ülkelerin yayılmacılığına karşı ve tabi ki kendi politik çıkarları gereği Suriye’yi koruma altına almıştır. Adı önceleri BOP olan, sonradan GOP olan bu proje, Ortadoğu’yu bir üçüncü dünya savaşının çıkış noktası yapmak istemektedir. Bence, Yahudiliğin amacı olan Arz-u Mevut idealini Armagedon ile gerçekleştirmenin çabası içindedir.
Bu durumda, İslam ülkelerinin bir an önce bir araya gelerek küresel yayılmacılığa karşı koyması gerekmektedir. Ancak durum çok kötü! Arap ülkelerinin çoğu, BOP’un hayat kaynağı olan İsrail ile siyasi, iktisadi yönden sıkı bir işbirliği halinde. Dindaş ülkelerin cehenneme dönüşmesi umurlarında bile değil. Filistin-Gazze örnekleri ortada. Durum çok vahim...
YORUMLAR
Yirminci Yüzyılda iki tane büyük dünya savaşı gördü insanlık. Büyük yıkım ve insan kaybı olmuştur bu savaşlarda... Dünyanın bu gün en büyük emperyalist gücü Sam Amca'nın evlatları artık kendileri değil de genellikle vekalet savaşları ile terör örgütleri ile darbeler ile dünyaya yön vermeye çalışıyorlar... Nasıl çalışmasınlar ki dünyanın belli başlı en büyük silah şirketlerinin bir çoğu onların ve yandaşları devletlerin elinde... Eğer ki o şirketler kar etmek istiyorsa emperyalizm yani Sam Amca ve aveneleri her iki sene de bir dünyada savaş çıkartmak mecburiyetindedir... Bu kadar açık ve nettir bu konu. Emperyalizm savaşsız ve kargaşasız yapamaz... Sürekli barış ortamı onların hiç istemediği ve hoşlanmadığı bir durumdur... Dünyada ki yasa dışı örgütlerin tamamıma yakınını onların gizli servisleri kurmuş ya da kurdurmuştur... Tuzaklar kuruyorlar masum insanlara masum devletlere ama unutmamalı ki ''Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır.'' bir gün gelir başlarına geçer o tuzaklar geçecektir de... Kutlarım yürekten...