Memuriyet mi? Memnuniyet mi?
Memuriyet mi? Memnuniyet mi?
...
Kopuk dede burçağı yere sermiş, düvene öküzlerini bağlamakla meşguldü. Kopuk dede bütün çocuklarını okutmuş âlim adamdır. Her milli bayramda kurtuluş savaşı ile ilgili anılarını anlatır, köy insanını bilgilendirmeye özel çaba gösterir. Hep çalışmaktan hatta çok çalışmaktan söz eder. ‘’Sakın ama sakın ha. Atatürk’ün yolundan sakın ayrılmayın’’ diye üstüne basa, basa söyler. Öyle bir heyecanla söyler ki yürüdüğünüz yolda durup etrafınıza bakarsınız. Şüpheye düşersiniz.
‘’Ulen şimdi benim yürüdüğüm yol acaba Atatürk’ün biz gençlere gösterdiği yol mudur’’ diye düşünürsünüz. Bundan başka bir zamanlar ben daha o zamanlar ilkokulda öğrenciydim. 23 Nisan Bayramını kutlamak için caminin yanına gelmiştik. Oraya bizden başka köylülerimizde bayram törenini izlemeye gelmişti. İşte o zaman da öğretmenimiz ‘’gel bakalım Kopuk Dede. Şimdi konuşma sırası sende’’ diyerek yanına çağırdığında yavaş, yavaş yürüyüp meydandaki masanın gelip dikildi.
Masanın önüne dikilip önce biz öğrencilere sonra da köylülere bakıp ‘’eyyy köylülerim şimdi size soruyorum. Memuriyet mi? Memnuniyet mi?’’ diye konuşup sustu. Bizler Kopuk Dede’nin ne demek istediğini anlamamıştık Bazı öğrenciler ‘’valla billa ben bilmiyorum Kopuk Dede. Zaten yarın bayram var diye de akşam ders çalışmadım. Şimdi bu bayram gününde bize neden soru sorarsın dede’’ diye söyleniyordu. Bayram törenini izleyen köylüler de sorudan hiçbir şey anlamamışçasına birbirlerine bakıştılar.
Caminin önündeki meydanda neredeyse çıt çıkmıyordu. Kopuk Dede bir süre bekleyip etrafına baktıktan sonra konuşmaya devam etti.
Konuşmama başlarken sizlere memuriyet mi, memnuniyet mi diye sordum ama bir cevap veremediniz. Bunu neden sorduğumu da anlamamış görünüyorsunuz. Yaşadığımız köylerde veya Danişment nahiyesine gittiğimiz zamanlarda kısaca günlük yaşam içinde gittiğimiz dairelerde çeşitli devlet memurları ile karşılaşıyoruz. Bunlar dairelerindeki günlük işlerini yapıp duruyorlar. Bunu devletimizin her bir kurumunda çok rahat görebiliyoruz. Onlar her gün sabah sekiz akşam beş saatlerini takip ederek çalışıyorlar. Mevzuatın dışına adım attıkları görülmemiş, duyulmamıştır. Kara kaplı kitapta ne yazıyorsa onu uygularlar. Başka türlü olması düşünülemez.
Ben öyle çalışan bir memur istemiyorum. Benim söylemek istediğim böyle memurlar yerine bulunduğu makamda, oturduğu koltukta, gidip geldiği yolda, görev yaptığı okulda da fark yaratabilen memurlardır. İşte şimdi burada benim konuşmama izin veren kıymetli öğretmenlerimizin yaptığı tamda budur. Bana izin vermeyebilirler ama benim konuşma yapmama izin verebiliyorlar. Onların Balya’da ki müdürleri veya Danişment ’teki Nahiye Müdürü hesap sorabilir mi? Hayır, soramazlar. Çünkü burada bu köyde yetkili olan buradaki öğretmendir. Öğretmenim bana söz hakkı verdiğin için sana da çok teşekkür ederim.
Bana askerlik yaptığım yerlerde böyle öğrettiler bizler öyle vazife yaptık. Alnımızın akıyla emaneti arkamızdan gelenlere teslim edip köylerimize döndük. Bundan dolayıdır ki çalıştığım yerlerde ben hep buna bakarım. Böyle çalışan memurlar benim gözüme hep farklı gözükürler. Bunlar bana her zaman ay ışığı gibi parlak görünmüşlerdir.
Şimdi bu bayram gününde burada size söyleyeceklerim var. Beni çok iyi dinlemenizi istiyorum. Köyümüzün ormanlarını “gençleştirme çalışması yapıyoruz ” diyerek dağında bayırında artık ne varsa kesen ormancılara da sesleniyorum. Bu bayırları tarla gibi sürüp darmadağın eden devletimizin Balıkesir ilindeki ormancılarına sesleniyorum.
Eyyy ormancılar;
Sizlere söyleyecek söz bulamıyorum. Sizler bizim bayırlarımızdaki çeşmeleri yıkarak, bozarak hatta darmadağın ederek ne yaptığınızı sanıyorsunuz? Siz Çardak yerinde, Gürlekte, Asar tarlalarında ve bütün Yalı bayırlarında ne kadar ağaç var ise hepsini kesip, odunlarını alıp gittiniz. Gittiniz ama sizin özrünüz kabahatinizden büyük. Öyle ya yıkıp, bozup, tahrip ettiğiniz o çeşmeler nasıl olsa babanızın malı, değil mi? Ormancılar sizin içinizde hiç mi Allah korkusu yok? O çeşmeleri yapan bizim atalarımız ölüp gittiler. Aklınızca çeşmeler sahipsiz kaldı diye düşünüyorsunuz, değil mi? Amma velâkin öyle sizin düşündüğünüz gibi değil, yanlış düşünüyorsunuz.
Eyyy ormancılar, eyyy benim köylülerim;
Ölüm denildiği zaman bu dünyada yaşanan geçici hayatın sona ermesi, varlığı kesin olan ebedî hayata geçişin başlangıcı aklımıza gelir. Ölümle hayat durduğu gibi, yapılan hayırlar da günahlar da sona erer. Ancak ilahi hikmetin bir sonucu olarak bazı işlerin sevabı, bazı işlerin günahı ölümden sonra da devam eder. Bir rivayete göre, sevgili peygamberimiz Hazreti Muhammet (s.a.v) şöyle buyurmuştur. “İnsanoğlu öldüğü zaman, bütün amellerinin sevabı da sona erer. Ancak şu üç şey bundan ayrıdır:
Sadaka-i cariye, istifade edilen ilim, kendisine dua eden hayırlı evlat.”
Sadaka-i cariye deyince aklınıza bizim koca derenin aktığı gibi akıp giden kısaca devam eden iyilikler gelsin. İyiliklerin akıp gitmesi nasıl olacak diye sorabilirsiniz. Yaptırılan bir cami, okul veya çeşme ile bunların yanında bayırlara ekilen bir meyve ağacı, buralardaki ahlâtlara aşılanan armut ağaçları da böyledir. İnsanlar veya hayvanlar bu çeşmelerden su içtikçe, o meyvelerden yedikçe işte zamanında bu işleri yaptıranların amel defterine sevap olarak yazılır. Kısaca ölmüş olan insanlar yaşarken olduğu gibi iyilik yapmaya devam ederler. İşte bu ormancılar buna engel oldular.
Eyyy ormancılar;
İşte sizler köyümüzün bayırlarında kendi hallerinde yüz yıllardır akıp duran bu çeşmeleri yıkıp, yerle bir ettiniz. Çeşmelerimiz akmaz oldu. Yaptığınız işle mezarlarında yatan bin bir zahmetle o çeşmeleri oralara yapan bizim atalarımızın sevaplarını kestiniz, kemiklerini sızlattınız, kemiklerini. Bunun yanında doğal yaşamdaki yaban hayatındaki kurt, kuş, börtü böcek gibi hayvanlar şimdi nereden su bulup içecekler? Onlarda sizin yaptığınız gibi gidip bedelini ödeyerek büyük alışveriş merkezlerinden hazır su mu alacaklar? Cep telefonları ile su satan firmalara sipariş mi verecekler? Devasa dozerler ile kazıp kaybettiğiniz su kaynaklarının o kadar çok, o kadar bol olmadığından sizin haberiniz yok mu? Yaptığınız işe bakarsak haberinizin olmadığını düşünüyorum.
Eyyy ormancılar;
Dünya’da 80 ülke su sıkıntısı çekiyor. 844 milyon insan içme suyu hizmetine erişemiyor. Dünya nüfusunun dörtte birinden fazlası olan 2,1 milyar insan temiz suya ulaşamıyor. 4 Milyar insan yılda en az bir ay şiddetli su kıtlığı yaşıyor. İşte bunlara rağmen siz bizim bayırlarımızdaki asırlık çeşmelerimizin tahrip edilip yıkılmasına göz yumuyor buna katkı sunuyorsunuz.
Ormancı olarak sizin işiniz sadece pekmez odunu kesen bizim köylüleri yakalamak mı? Buralarda siz yokken de siz buradayken de hatta siz buralardan gittikten sonrada biz pekmez odunumuzu keseceğiz. Kışın sobada yakacağımız odunumuzu da keseceğiz. Siz buna asla engel olamayacaksınız. Ama sizin birinci işiniz bizi yakalayıp ceza kesmek olmamalı. Bulunduğunuz görevde fark yaratabilmelisiniz. Sizin dünyadan haberiniz yok.
Sabah Balya’dan arabaya binip Ören köyünün bayırlarına geliyorsunuz. Oralarda akşama kadar gezinip öğleden sonra tekrar geriye daireye dönüyorsunuz. Balıkesir Bölge Müdürü sorduğunda ise ‘’hiçbir aksaklık yok. Her şey yolunda sayın müdürüm. Görevimizin başındayız’’ diye yalan söylüyorsunuz. Ne kadar kolay değil mi? Bana sorarsanız bu iş o kadar kolay değil. Arada bir köyün girişinde arabanızdan inip şöyle bir köyün içinden yürüyerek yukarıya doğru çıksanız ayağınız mı arşınır?
Bakın bakalım köyün herhangi bir yerinde bir eseriniz var mı?
Fazladan yaptığınız bir iş var mı? Bu köye bir faydanız oldu mu? Ormancılar boşuna bakınmayın. Ben söyleyeyim. Yok, yok. Hiçbir şey yapmadınız. Siz sadece geldiniz ve gittiniz. Böyle devlet memurluğu mu olur? Bakın size Anadolu coğrafyası insanlarının inceliği ile ilgili başka bir şey daha anlatayım. Yabancı yerden değil, yine sizin darmadağın ettiğiniz bu bölgeden Asar başından anlatacağım. (alıntı, #ÖğretmenBahri)
#HarmannıktanÖteMalliGideken
#GocaFırın
#BirBabaBirOğulBirJandarma
#CennetinGölgesinde
#ÖğretmenBahri
#DipsizKuyu
#UmudumVarEfe
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.