- 485 Okunma
- 6 Yorum
- 14 Beğeni
Arasaydın....?
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Sabah’ın erken saatlerinde, artık bize rutin, sıradan, yaşam tarzımız haline gelen, 15 gün arayla eskilerin; "ince hastalık," doktorların; " uminiterapi," halk dilinde; ;akıllı ilaç; dedikleri tetaviyi almak için yollara düşmüştük.
İnsanoğlu her şeye alışır demiş ya Dostoyevski, bizde alışmıştık hastalığa. Pikniğe gider gibi hazırlanıyor, çayımız suyumuzu eksik etmiyorduk.
Arabaya bindiğimde" bir şey unuttum mu? diye kontrol etmek için çantamı açtım. Dosya reçete, kimlik...su , büsküvi... Aman allahım yok. .. Telefonum yoktu. Panik halinde çantamı karıştırmaya başladım yoktu. Ön fermuarını açtım, bozuk paralar , bir kaç eski fiş dışında bir şey görünmüyordu. Orta fermuarlı bölüme yeniden baktım, iki kez daha bakmış olmama rağmen sırasıyla arka fermuar dahil çantamı yeniden kontrol ettim, yoktu...
Ahmet , muzur bir gülüşle: eee artık vakit de geçmez. Dedi.
Kaç saat sürüyordu? Dedim
Ahmet en az iki saat.
Başımı öne eyip
Ben ne yapacağım iki saat? Dedim
Ahmet yine muzip bir gülüşle: bilmem artık, işin zor...dedi
Ahmet’i kemoterapi merkezine bıraktım. Burası Ege üniversitesi hastanesinin onkoloji bölümüydü. Dedim ya alışıyor insan, ilk öğrendiğimde instagramda kuzgun şiiri çıkmıştı karşıma, korkunç bir döngü varoluşun boşluğu unutulmanın dayanılmaz azabını hissetmiştim içimde...
Söyle :ne zaman dönersin ölümün kıyısından?
Dedi kuzgun :Hiç bir zaman
(Edgar Alan Poe)
Hiç... Bir... Zaman...
bir daha göremecek olmak
Bir daha görünmeyen olmak
Bir daha olmamak
Yok olmak
Olmak yada olmamak. Shakespear büyük laf etmiş...
Yavaşça indim hastalarını karşılayan merdivenleri. Oysa sıcak bir karşılama beklerlerdi eminim. Etekleri uçuşan güleryüzlü refakatçıların ellerinden tutarak mutiş bir referans eşliğinde tedavi salonuna götürmelerini. Halbuki ne kadar da soğuk bir karşılama diyorum içimden. Sıraya giren tek tek çağrılan insanların hasta çok hasta oldukları bilinmiyormu? Eğlenceli bir karşılama olamaz mıydı? Çello çalan bir sanatçı yada hafif bir müzik eşliğinde , kahve ikram edilemez miydi? Yanında anne kurabiyeleri?
Artık yüzüne bakınca hangi tedaviyi aldıklarını anlıyordum. Kemoterapi alan hastaların saçları yoktu, birde yüzleri kireç gibi bembeyazdı. Uminiterarapi’ nin yan etkileri daha az olduğundan, hasta oldukları bile anlaşılmayan dördüncü evre hastaları veya kemoterapi hastaları, ağır ağır çıkıyordu merdivenleri. Bense hastasını teslim etmiş hasta yakını olarak iniyordum merdivenleri. Göz göze geliyor, konuşmadan anlıyorduk, Hasta ve hasta yakını psikolojisini...
Kafeden çay aldım. Malûm Izmir’in sıcağında serin bir yer bulabilir miyim diye etrafı incelemeye başladım. Onkoloji bölümünün karşısına düşen bir ormanlık alana ilişti gözüm. Daha önce gördüğüm hâlde dikkatimi uzun süre çekmemişti, kısacık bakıp gelmiştim. Telefonla vakit geçirdiğim için, uzaktan geçen bir gemi gibi küçücük görünmüştü gözüme oysa hiç de küçük değildi, üstelik bu kadar bakir kaldığına şaşırmıştım. Çayımı alıp’ Kendimi başka bir ütopya, başka bir gezegen, başka biri gibi hayal ederek, ahşap yapılı duvara oturdum. İlk kez insanlara bakmayı bırakıp ağaçlarla bağ kurmaya çalıştım. Acaba beni görüyorlar mıydı? Kökleriyle bağlanırlar mıydı birbirlerine ? sökülüp yol kenarlarına süs diye dikilmeyi istiyorlar mıydı? "Geçim dertleri , toplum baskısı, hastalık ,korku gibi dertleri yok muydu? Durdum ve o an çok istedim doğanın bir parçası olmayı , başı göklere uzayan bir çınar , meltem rüzgarıyla kımıldayan yapraklar, doğaya uyumlu bir kuş. İnsanlara baktım gelip geçiyorlardı Orman’ın içinden, ne kadar iğreti ne kadar da uyumsuzdu doğaya. Bunun resmini çekmeliyim deyip elimi çantama attım...telefonumu unuttuğumu unutmuştum.
Dolambaçlı bir yol vardı Orman’ın içinde, insanlar yürüyüş yapıyorlardı, Hastaneye gelen insanlar ne diye yürüyüş yapsınlar? Diye düşündüm...Nasıl da Öngargılı düşünüyordum...günlerce yatan hasta ve onların refakatçılarını nasılda unuttum. Bende en sevdigim şeyi yani yürüyüş yapmaya karar verdim. Sonsuz bir Orman’da yürür gibiydim. Bir maraşalın gururlu edasıyla yürüyordum, ağaçlar önümde eyiliyor ,asker selamıyla karşılık veriyordum. Her şeyi unutmuştum. Çamların kokusunu içime çektim, toprağın kokusunu duyumsadım. Yağmur sonrası mistik serinliği , kendine has kokusu, yaprakların hışırtısı huzur bırakıyordu içime. Bir an için beton yığını içinde nasıl da korku dolu güvensiz olduğumu düşündüm. Şu ağacın altında basit bir klübe de yaşayabilirdim. Kedilerin evlere girme çabası gibi ağaçların bir anne Şefkatiyle beni bağrına basmasını istedim. Gökyüzüne baktım, havayı içime çektim, sonra geri verdim aldığım havayı. Hayatın alma verme döngüsünde insanın doğadan aldıklarını geriye vermesi mümkün müydü? Akışa bırakılan hayat o an en önemli olan orman ve ben...
Birden Ahmet’in karşıdan bana doğru geldiğini fark ettim , ona doğru yürüdüm.
Ahmet: nerdesin, bir saattir seni arıyorum ! Dedi
: neden telefon etmedin? Arasaydın... Dedim.
Çantama elimi attım... Hatırladım
YORUMLAR
Dilerim bu bir kurgudan ibarettir.
Çocukluğum hasta bir annenin baş ucunda geçti .içinde hasta olan bir evin pisikilojisini tahmin edebiliyorum.annem inleyip acı çekerken ben hep ağlardım ve dua ederdim ( Allah'ım annemin acısını ortadan ikiye böl ve bana ver diye.) ki bu tür vakaları tanrım hiç bir eve vermesin .çocuklarımın ve sevdiklerimin acısını görmeden beni yanına alsın.
Dilerim sizlerede yaşatmasın güne gelen böyle bir yazı nasıl kutlanır ki ! Bilemedim, dualarımla .
aysemujgan
aysemujgan
aysemujgan
aysemujgan
aysemujgan
aysemujgan
aysemujgan
aysemujgan
aysemujgan
aysemujgan
aysemujgan
aysemujgan
aysemujgan
aysemujgan
aysemujgan
aysemujgan
aysemujgan
aysemujgan
2 haziran 2022 den 28 haziran 2022 arası babam ve ben.. Hastanede geöen o anlar…
Hayatın karmaşık denizinde, koridorlar boyunca süzülürken, bir yanda babamın elleri ve gözlerinde saklı yorgunluk, diğer yanda ise umudun incecik ipiyle bağlı kalbim vardı. Zaman, burada durmayı öğrenmiş, anların içinde kaybolmuştu.
Gökyüzünün ağır bulutları altında, pencereleri her açtığımda karşımdaki ağaçlar ve yapraklar benimle dertleşirdi. Yağmur yağdığında, gökyüzü benimle ağlardı; gözyaşlarımız bir olurdu. Bu camaltı dünyada, sadece ben ve doğanın fısıltıları kalırdı. Her bir yaprağın hışırtısı, sanki babamın acısını hafifletmeye çalışırdı.
Sonra pencereyi kapatır, odanın soğuk gerçekliğine dönerdim. İnsanların yüzlerinde, yaşanmış hayatların izleri, umutla umutsuzluk arasında gidip gelen ifadeler okunurdu. Her bir yüz, birer hayat romanıydı, acıların ve sevinçlerin çizgileriyle dolu.
Efsanevi bir masalda kaybolmuş gibiydik, babamla geçirdiğimiz her gün, şiirlerden doğmuş bir aşk gibiydi. Nietzsche'nin sert sözleri, Baba Vanga'nın kehanetleri gibi acımasız bir gerçeklik olsa da, biz kendi küçük dünyamızda, camaltı şiirlerimizde aşkı arıyorduk. Odada, eksik olan bir şey vardı; belki de bizim umutlarımız ve hayallerimizdi.
Çanlar çalınmış, ezanlar okunmuş, tanrının zulasında saklı olan düşmanlıklar arasında, biz sadece aşkı ve merhameti arardık. O iki kutsal duygu, sanki bizden uzaklarda, hiç var olmamış gibi. Bu karmaşadan kaçıp, ruhumuzun huzur bulacağı, kalbimizin yeniden atacağı bir yere gitmeyi düşlerdim.
Yağmurun kalbimize dokunduğu anlarda, ölümün soğuk şarkılarıyla iç içe olurduk. Babamın ellerini tutarken, tanrı kendi mabedini korur, biz ise birbirimizi korurduk. Suyum ben, babama doğru yürüyen; saçlarını dağıtır ve suya eğilir, ruhunun derinliklerinde beni bulurdu.
Geçen her an, afyonlu kelimeler bir araya gelip şiir olurdu. Zulüm, kendi küllerini savururken, biz umutla ve aşkla dolardık. Gözbebeklerimizden akan ateş selleri, babamın acısına merhem olmaya çalışırdı. Kelimeler, odanın soğukluğunu ve acısını örtmeye çalışırdı.
Bu zor günlerde, inanmanın ve umudun ilahi bir muamması içinde, babamla geçirdiğimiz anların değeri, hayatın gerçek anlamını bulmamızı sağladı. Zamanın ve mekanın ötesinde, kelimelerin şahitliğinde, biz sadece aşkı ve merhameti arardık. Bu şiirsel yolculukta, babamın ve benim kalbimiz, birbirimize tutunarak, hayatın zorluklarına karşı direndi.
aysemujgan
aysemujgan
CaNMaYBuL
Sizin yazınıza yorum olarak yazdım, dolayısıyla sizin yazınıza ait olmuş bu yazı.Müsaade ederseniz bu yorumu yazı ıolarakta yayınlamak isterim.
Kader ağlarını örüyor.
Ne yapsak ta...
Sancılı bir süreç ölüm.
Ve içindekiler.
İçinde yok gibi algılandığımız, devasa binalar.
Kimseler yardım edebilir mi?
Edemiyor.
Bulduğumuz ilk teselliye sığınmak.
Yanıtları yorumlamak.
Doğaldışı alınganlık göstermek belki...
Kıyıda bir orman kuytusu.
Toprak, eski sevgilimiz.
Ve esen meltem.
Ölümü anmayalım.
Çok saygımla Üstadım
Çok saygımla
Yazı günü haketmiş.Ne çok şey var anlatırken içimizi acıtan ..Rabbim tüm hastalara acil şifalar versin..Hastalara yarenlik edenlere ve onlarla birebir ilgilenen sağlık personellerine de dayanma gücü ve sabır versin.İnsan huzur ve teselliyi elleriyle yok ettiği doğada arıyor yine ..Anlamlıydı ve hayatın içinden bir paylaşım.Yeniden hoş geldiniz.Uzun aralarla yazıyorsunuz.Umarım her şey iyi gidiyordur.Kutluyorum.Sağlıcakla.Saygıyla.
neneh. tarafından 13.7.2024 07:53:10 zamanında düzenlenmiştir.
aysemujgan
aysemujgan
Dilerim ki hiç kimse nasiplenmesin o ilaçlardan!
''Arasaydın?'' Arayabilsek neler buluruz kim bilir... Akıllı cihazda bulduklarımız bize neler kaybettiriyor da farkında değiliz. Annem düştü aklıma, hoş hiç çıkmıyor ki:( Belki de bu yüzden yazınız etkiledi bilemiyorum.
Yorumsuz kalmak isterim ki, yaşayan anlar dillendiremediklerimi...
Selam ve saygıyla....