Kilitli Zincir
Bütün ova ekili olduğundan göç kervanları düzde değil de Ağrı Dağı’nın eteklerine tutunarak ovanın dış çemberini, güneyini dolaşarak gidiyor. Bu bereketli ovayı Aras ırmağı bin yıllardır suluyor. Aras ırmağının kuzey yakası Ermeni toprağıdır. Dağın etekleri siyah volkanik kayalıklıdır. Zirvesi buzulla kaplıdır. Yamaçlarını koyu yeşil bir kuşak sarar. Siyah kayalıkların aralarındaki düzlük alanları gelincikler kırmızıya boyamıştır. Kırlarda tepeler art arda usulca yükseliyor. Birini aşarsın nefes alır rahat bir düzlükte bir zaman ilerlersin karşına yeni yeni tepeler çıkar böylece kayalıklarla başlayan tepeler ve rengârenk çiçeklerle bezeli düzlükler insanın yolu hemen bitirme hırsını aşındırır, ağır bir yorgunluk başlar artık zamanla yarışmaktan vazgeçer, ona ayak uydurmak zorunda kalırsın.
Yamaçlarda su kaynağı yoktur. Yukarda bir yerlerde güneş kızdırıyor, büyük kar örtüleri buğulanıyor, buzul çanaklarının altında mağaralar, mağaralarda çağlayanlar büyüyor. Birleşe birleşe büyüyen dereler dağlardan iniyor. Kar suyu gündüz buharlaştığından eteklerdeki dere yataklarına su, sabaha karşı ancak varıyor. Hayvanlarını sulamak için bekleyen obalar ve göç halindeki koyun sürüleri bir gün önceden bu kör vadinin dibinde birikip durur. Köpekler kör vadiler boyunca aşağı yukarı koşarak suya ulaşmaya çalışmaktadır. Bu şekilde giden köpekler geri dönmediğinden çobanlar onları bağlayıp peşlerinde dolaştırmaktadır. Şafakta suyun aktığı zaman kaçırıldı mı, güneşle doğunca su kumlar tarafından yutulur, sürüler bir gün daha su için beklemek zorunda kalır.
Nihayet gece bir vakit çobanlar birbirine seslenmeye başlar. Boynu çivi tasmalı çoban köpekleri serin su kokusunu almış, çamur akan suların izini sürüp bulur. Doğudan yıldızlı göğe bir aydınlık çalınır. Aydınlık aşağıdan büyüyerek yıldızları süpürür. Gecenin köründe bir curcuna başlar, sesler göğe yükselir. Çobanlar bağrışıyor, köpekler boğuşuyor. Su durulsun diye önceden yapılmış büyük göletler ve derenin dibinde kayalıkların arasındaki oyuklar suyla doluyor. Sürüler vadi boyunca yukarı sürülür. Vadinin siyah kumları başta olmak üzere yılan çıyan bütün hayvanat suya doyar. Civardaki obaların ahalisi eşeklerin sırtındaki teneke ve bidonlarını doldurur ve denklerini yükleyip geldikleri patikalardan tırmanıp gider.
Hayhuy içinde meşakkatli yolculuk yeniden devam başladı. Denkler bağlanıp sürüler harekete geçti. Baharda kurulan obalar birer birer çadırları indirmiş gidiyor. Kırlarda ıssızlık çınlıyor. Her geçen göçten sonra bu kırlar biraz daha sessizliğe bürünecektir. Bahar yeli her vadiyi yalarken, her kayalıkta bir keklik zikre girmiş gazel okurken göç katarları yola devam edecektir. Kayalıklarda kuluçkaya yatmış keklikler geride, ıssız kırlarda kalacaktır.
İki günlük yolculuktan sonra Horgov köyünün altında, yeni göçmüş bir oba yerinde konak kuruldu. Yağmur ile yerler yeniden yeşermiş. Yeşil kadife üzerine sarı çiçekler serpilmiştir. Tekelti dağı üstünden ufuk kızıla boyandı. Akşam bir hüzün gelip Seyid’in göğsüne oturdu. Çobanlar bir kuyuda kar buldular. Sevinçten uçtular. Köpeklere kar suyundan içirdiler. Buralarda baharda kullanmak için kar kuyulanır. Karın erimeden bu zamana kalması nadirdir.
Akşam oldu, gelincik giyimli yamaçlardan şehir gözüküyor. Şehirde ışıklar içinde yaşayan ahalinin göçerlerden haberi yoktur. Seyid, şehrin ışıklarını hülyalar içinde izlerken sevdiği kızın pencere ışığını bulmayı ummaktadır. Işıklar göz kırptıkça Seyid, okulunu ve arkadaşlarını daha çok özleyecektir.
Seyid, ortaokul son sınıfta okuyor. Yan sınıftaki Seyran’ı seviyor. Fakat Seyran’ın ondan haberi yoktur. Seyid içine kapanık bir öğrencidir. Üst başında doğru dürüst bir elbisesi yoktur. Arkadaşları sokaklarda top oynarken o tatilde kırlarda kuzu otlatıyor. Yüzündeki güneş yanığı yaraları kabuk bağlamış. Seyid dağda bayırda hep Seyran’ı düşünüyor.
Gece koyunlar sivrisinekler yüzünden rahat durmuyor. Seyid’in babası sürüde eksik olup olmadığını kontrol ediyor. Bu bölgenin sürüleri genelde mor koyundan oluşuyor. Mor koyun beslenmek buralarda bir ayrıcalıktır. Seyid’in babası borcuna karşılık geçen yaz Digor yaylalarından bir kaç tane beyaz koyun getirmiş, bu koyunlardan biri geç doğurmuştur. Gün boyunca bu yavru kaybolmasın diye özen gösterildiği halde annesinin melemesinden kuzunun kaybolduğu anlaşıldı. Seyid ve abisi, gelinen yoldan geri döndüler. İki kardeş ay ışığında patikaları takip ederek yürüdüler. Korkudan tüy gibi hafiflemişler. İki de bir dönüp arkalarına bakıyorlar. Çayırlar rüzgârda hışırdayarak salınıyor. Ay ışığında düzlükler beyaz bir deniz olup genişliyor. Düzlüklerin çemberini kekliklerin örttüğü kayalık tepeler sınırlıyor. Büyük bir düzlüğün orta yerinde bir kayalık eski zaman şatosu gibi duruyor. Kayalıkta belli aralıklarla bir baykuş ötüyor. Yaklaştıkça kuzunun sesinden yeri belli oluyor. Seyid, kuzuyu yakalayıp kucağına alıyor. Kuzunun kalbi kuş gibi çırpınıyor. Seyid’in kalbinin sesi ile kuzununki birbirine karışıyor.
Bu sabah, susuz süren iki günlük yolculuktan sonra tekrar suya kavuşma sevinci yaşanıyor. Evlerin damlarında yüzleri güneş yanığı çocuklar oturmuş göçün geçişini izliyor. Köyün köpekleri taş hisarların duvarlarına tırmanıp sürekli havlıyor, dere boyunda yükselen yaşlı söğüt ağaçlarında kargalar ortalığı velveleye veriyor. Sürü yükseldikçe ova ekili tarlalarla yamalı bir atlas gibi açılıp büyüyor. Köyler yeşil ağaç kümeleri ile beraber uzaklaşıyor ve nihayet sis bulutunun arkasında kayboluyor.
Göç kervanları, Iğdır ovasını Horgov köyünün üstündeki Pamuk geçidini aşarak terk ediyor. Geniş ovanın sıcak havasını baca gibi dağlara doğru çeken bu vadi, suyolu olduğu gibi aynı zamanda antik çağlardan beri göç yolu görevini de görmektedir. Osmanlı Rus harbinde civar köylerin sakinlerinden sağ kalanlar gece bu vadiden geçerek İran’a kaçmıştır. Öğleye doğru koyun sürüleri iki yakası derin kayalıkların olduğu kanyon bir vadinin üstünde rüzgâr alan bir düzlükte dinlenmeye yatırıldı. Annesini bulamayan kuzular meleşip duruyor. Yakınlardaki çadırlara eşek sırtında su taşıyan kervanlara köpekler habire havlıyor. Çobanlar köpeklerini isimleri ile çağırıyor. Uzak dağlardan yıldırım sesleri geliyor. Börtü böcek ve kuş sesleri birbirine karışıyor. Seyid’in ayaklarında derman kalmamış, taze otlara ağız üstü yatmış, koyunların ayakları altında ezilen kekik kokusu ile başı dönüyor, sesler kulağına ninni gibi geliyor. Ellerinde dolaşan karıncaları üfleyerek atıyor. Seyid’in aklı bu yüksek dağ geçitlerindeki şah yollarında, zamanın cıngılına asılı kalmış kağnı ve nal seslerindedir. İpek kervanlarından geriye kalan paslı çıngıraklar ayaklarının altında zamanın küllerine gömülmüş yatmaktadır. Bu geçitlerde ilkbaharda her kervan geçişinde yaşlılar eski çıngırak seslerine kulak kabartmaktadır. Tarihin derinliklerinden yansıyıp gelen bu sesleri bir tek yaşlılar duyabilmektedir. Çıngırak sesleri bir mengi şeklinde dalgalanıp mavi hava ile şişirilmiş bulutlara doğru yükselmektedir. Rus harbinden geriye kalmış mevzilerde şimdi ısırgan otu yükselmektedir. Doğa bütün cömertliğini göstermekte, yeşilin alın morun hasılı bütün renklerin kuşak kuşak serpildiği yamaçlarda haziran sıcağı buğulanıp yükseliyor. Çobanlar yolda topladıkları kuru tezeklerle ateşler yakıyor. Geniz yakan dumanlar rüzgârla savruluyor. Ovaya inen vadinin içinden serin bir meltem esiyor. Hava akımları gökte girdaplar halinde yükseliyor. Hava akımlarında kanat açıp süzülen kartallar göç yollarını gözlüyor. Karşı yamaçta, bir kayalıkta keklikler ötüyor. Seyid’in okul arkadaşları ve özlediği şehir aşağıda, düzde sisler ardında bir hayal gibi durmadan uzaklaşıyor.
Yüksek dağların ardında saklı, köşe bucaklarından dürülüp çarşaf gibi bulutlarla göğe bağlanmış Balık gölü vardır. Bu göl yaz kış bu dağ başında dalgalanır durur. Dağlardan eriyip gelen kar suları sayesinde suyu buz gibidir. İlkbahar kırlangıçların üreme mevsimidir. Gölün yüzeyinde kırlangıç sürüleri bulut gibi dolanır. Sıcakta kırlangıçlar süzülerek kanatlarını gölün yeşil yüzeyine değdirip suyu çizer. Öğle vaktidir, koyun sürüleri dinlenmeye yatırılmıştır. Gölün karşı yakasında, Kösedağ tarafından bir bulut inmeye başladı, etekleri suyun yüzeyini köpürterek ilerledi gitti gölün en orta yerinde durdu. Sanki bin yıllardır yeri burasıymış gibi öylece durdu. Gün ilerledi, herkes Kösedağ tarafından suya inen bulutu unuttu, ikindiye doğru bulut bir şeye kızmış gibi köpürüp homurdandı. Göğe doğru art arda kabarıp yükseldi. Simsiyah gölgesi suya düştü büyüdü. Gölge yürüdü yürüdü tekmil gölün yüzeyini kapladı, su kurşun gibi karardı. Rüzgar, gölden gelen yıldırım sesleri ile birlikte hızını artırdı, dalgalar büyüdü, martılar tünedikleri kayalıklardan havalandı, bilinmez bir yere doğru savrulup gitti. Ani bastıran doluda keçi yavruları sağa sola kaçmaya başladı. Sürü kirmandaki yün misali eğrilip bükülerek kayalıklara doğru sürüklendi. Seyid sırtında çoban keçesi, bir tümsekte çömelip tipinin geçmesini beklemeye başladı. Çömeldiği yerden Seyid’in babasının sesi geliyor. Seyid’in babası ve diğerleri koyunları durdurmaya çalışıyor. Seyid’in ayakları uyuşmuş, ayaklarının altından yağmur suyu kuru otları sürüklüyor. Seyid, kafasında bir dünya hayal ile oturup duruyor. Yere çarpan dolu taneleri sağa sola sıçrıyor. Yağış uzadıkça keçe Seyid’in sırtında ağırlaşıyor. Keçeyi dolu dövüyor, Seyid’in gözüne ağır bir perde iniyor. Yerden seken dolu taneleri, kışın annesinin tavada patlattığı mısırları hatırlatıyor. Yarı uykulu halde düşleri onu alıp köye götürüyor. Sobanın başına kardeşleriyle çember olmuşlar. Tereyağının acıktıran kokusu burnuna kadar geliyor. Seyid iyice acıkıp yutkunuyor. Mısırlar patlayıp uçuşuyor, Seyid ve kardeşleri eski bir fotoğrafta gibi gamsız eğleniyor. Gölün etrafında köyler dizilmiştir. Ahalinin gözünde burası koca bir denizdir. Balık gölde sazan balığı çok olur. Köylüler tuttukları balıkları at arabaları ile Taşlıçay’a ve bütün civar köylere götürüp satarlar. Köylünün geçim kaynağı olan bu deniz, yaz mevsiminde turistlerin de uğrak yerlerinden biridir. Yerli ve yabancı turistler bu denizin kenarında çadır kurar, dinlenirler. Rengini dağlardan alan bu deniz insanın aklını başından alır. Seyid, bu gölü ilk gördüğünde nefesi kesilmiş, bir tümseğe oturup seyre dalmıştı. Bu göl onun anılarında hep yeşil bir deniz olarak kalacaktı.
Göç kervanları, birkaç gün Ağrı Ovası’nda asfalt boyunca gidiyor. İran yolunda gece gündüz kamyonlar mazot taşıyor. Köyler sağlı sollu sıralanıyor. Sürüler yolun kenarında yürüyor. Sıcaktan asfalt eriyor. Lastik ayakkabılar Seyid’in ayağını yakıyor.
Sürü boş bir tarlada geceledi. Hava soğuyunca çerçöp ile ateş yakıldı. Taşlar yan yana konulup tencere üzerine konuldu. Seyid’in en sevdiği yemek babasının haşladığı makarnadır. Geceleri Seyid’in babası sabaha kadar sürüyü beklerdi. Yıldızların altında keçe içinde kardeşleri büzülüp uyurken Seyid, yarı uykulu okul arkadaşlarını ve Seyran’ı düşlerdi.
Ertesi gün yeniden yolculuk başlıyor. Murat suyu yine yarları deli deli dövüyor. Tarlalar göç kervanlarıyla beraber uzanıyor. Kamyonlar fren yaparak sürünün geçişini bekliyor. Bu dünyaya ait olmayan şoförler siyah gözlükleri arkasında durup çobanları yukardan izliyor. Kocaman otobüsler herkesi büyülüyor. Otobüs yolcuları bu çileli hayatı geride bırakıp gidiyor. Korna sesleri Seyid’i hülyalarından uyandırıyor. Kuzular sıçrayıp ekinlere giriyor.
Demir korkuluklu Murat köprüsü yol ayrımındadır. Bu güzergâhı kullanan her yolcu Kesuk karakolunu iyi bilir. Kesuk karakolu, Murat ırmağı üzerindeki köprüye karşı yüksek bir tepededir. Hayvanların menşe, aşı vs. gibi eksik evraklarından dolayı yaylaya giden göçerlerden cereme alırlar. Bakaye kalmış çoban varsa alıp askere gönderirler. Mutlaka bütün sürülerde eksik evrak vardır. Köprüyü şafak sökmeden geçmek için acele edilmesi gerekir.
Seyid, yolun kenarında bulduğu boş sigara paketlerini toplardı. Böylece uzaktaki renkli dünyaların ayak izlerini sürerdi. Asfaltın kıyısında günün ilk ışıkları ile uzaktan bir şey parlıyordu, şarampole savrulmuştu. Seyid, kamyonların önüne atladı, savrulup yolun öte yakasına kendini zor attı. İki üç karış kadar bir zincir ve son halkasına takılı bir kilit pırıl pırıl parlıyordu. Kimse görmeden zinciri hemen aldı. Zincirin son halkasındaki altın sarısı kilidin üzerinde Arapça yazılar vardı. Heyecandan Seyid’in gürp gürp eden kalbi sanki ağzından çıkacaktı. Zinciri aldı, koynuna sakladı. Kilitli zincirin üzerindeki kırağı Seyin’in atletini ıslattı.
Üç günlük asfalttaki yolculuk sona erdi. Göç kervanları batıya giden yoldan ayrıldı. Seyid’in aklı otobüs yolcularında kaldı. Demir köprüde sürüler bir birine eklenmiş aralarında birer çoban yürüdü. Başka köylerin de sürüleri yaylaya gidiyor, yaşlı çobanlar birbirlerini tanıyıp, hal hatır sordu. Konuşmalar kuzu seslerine, köprünün altındaki suların uğultusuna karıştı gitti. Kesuk karakolundaki nöbetçi askerlerin düdük sesleri seherle ovayı dip bucak çınlatıyor. Murat ırmağında balıklar uyanıyor. Nehir boyunda sıralanan söğütlerde kargalar havalanıyor. Seyid, koynunda zinciri eliyle yokluyor. Mutluluktan ayakları yere değmiyor.
Aladağlar art arda yükseliyor. Sularını buzulların örtüğü bir boğazdan geçiliyor. Boğazda tipiye yakalanmış sürülerden geriye kalan koyun leşleri kokuyor. Yaşlı çobanların yüzündeki çizgiler daha da derinleşiyor. Bekçiler diğer köye kadar sürülere eşlik ediyor ve komşu köyün bekçilerine devrediyor. Köylerin içinden geçerken büyüklerin sesi köpeklerin korunmasını tembihliyor. Bir köyün içinde bekçiler yolu kestiler. Yolda ekinlere zarar verilmiş dediler. Cereme olarak bir koçu boynuzundan yakaladılar. Seyid’in babası bekçilere yalvarıp yakardı. Seyid, babasını ilk defa böyle çaresiz gördü. Seyid’in abisi koçun boynundaki terli muskayı söküp aldı. Sürü dar sokakta akıyor. Köy çıkışında bekleyen çocuklar çobanlara taş atıyor.
Seyid, kendi yaşlarda iki çocuğun saldırısına uğradı. Elindeki sopayı almaya çalışıyorlardı. Yamaçta çimlerin üzerinde üçü de yuvarlanıyordu. Boğuşma esnasında zincirin şıkırtısını duyan çocuklar zinciri alıp kaçtılar, ısırgan otları içinde bir harabeyi andıran köyün evleri arasında gözden kayboldular.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.