- 340 Okunma
- 4 Yorum
- 3 Beğeni
Görümce Adam
Her insanın uyandığı bir “o sabah” vardır. O sabah insan uyanır ve hayatı baştan sona değişir. Kimi insan bugünü hiç unutmaz ama kimi insan hatırlamaz bile. Keramettin içinde “o sabah” gerçekleşmek üzereydi. Elbette Keramettin bunun farkında değildi. Hayatının birkaç saat içinde baştan sona değişeceğini bilse acaba Keramettin o sabah uyanmak ister miydi? Evden çıkmaya bu kadar hevesli olur muydu ya da o sokağa girer miydi? Bu soruların cevabını bulmak için öncelikle Keramettin’i tanımak da fayda var elbette.
Keramettin Anadolu’nun küçük bir köyünde gözlerini dünyaya açmıştı. Beş çocuklu bir ailenin beşinci çocuğuydu. Babası çiftçilik ve sığır besiciliği yapardı. Keramettin’in annesi Keramettin’i kınalı kuzum diye severdi. Babası ise annesi gibi sevgisini göstermekte pek mahir değildi. Bu sebepten Keramettin babasının kendisini sevmediği fikrine kapılırdı çoğu zaman. Evin en küçüğü olduğu için Keramettin biraz şımarık büyümüştü. Aslına bakılırsa babası Keramettin’i şımartmamak için sevgisini göstermemeyi tercih ediyordu. Bir de köy yerinde bir babanın açık açık çocuklarına sevgisini göstermesi ayıp karşılanırdı. Bu adet Anadolu’da herkesin malumudur. Babalar ve anneler çocuklarına olan sevgisini ortalık yerde yani herkesin içinde göstermezler. Bu çok ayıp karşılanır. Hele hele anne ve baba, çocuğun büyükbaba ve babaannesinin yanında çocuğu hiç sevemez. Bir keresinde Keramettin bebekken babası onu kucağında taşımıştı da tüm köyün ağzına neredeyse sakız olmuştu.
Keramettin’in iki ablası ve iki ağabeyi vardır. En büyükleri Makbule Ablası babaannesinin adını almıştır. Bir küçüğü Seyit Ağabeyi dedesinin adını, onun bir küçüğü Şerife Ablası babannesinin annesinin adını ve onun bir küçüğü Kenan Ağabeyi ise meşhur Kenan Evren’den almıştır adını. Keramettin’in ismi ise ailesinde kimseden alınmamıştır. Meşhur birisinden de alınmamıştır. Karamettin’in babası Ali Osman Kenan’ın doğumundan sonra Ankara’ya koyunlarını satmak için götürmüş. Koyunlarının hepsini satmış ve koyunların parasının bir kısmıyla pavyonda eğlenmek istemiştir. Ancak ülkede 12 Eylül Askeri Darbesi olduğundan tüm şehirler sıkıyönetim komutanlıkları tarafından yönetilir olmuştur. Aslında Keramettin’in babası Ali Osman’ın siyasetler ve siyasi görüşlerle hiç alakası yoktur. Ancak pavyon çıkışı sarhoş kafayla cüzdanını çaldırınca içerisinde hüviyeti yani nüfus kağıdı da çalınmış ve askerlerin nüfus cüzdanı kontrol ederken nüfus cüzdanını ibraz edemeyince anarşist sanılıp cezaevine gönderilmişti. Ne kadar dil dökse de maalesef işe yaramamıştı. Tesadüfe bakın ki Keramettin’in babası Ali Osman’ın görünüşü aranan bir anarşiste benzediğinden Ali Osman’a cezaevinde aylarca işkence edilmişti. Ali Osman ilk başta sarhoşlukla yediği dayakların acısını anlamasa da ayıldıktan sonra yalvarmış, yakarmış ama işe yaramamıştı. Ali Osman;
“Ağam ben anarşist değilim, köyden koyunları satmaya geldim. Evde bir karı, dört bebe yolumu gözler. Etmeyin eylemeyin, ben nasıl anarşist olurum? Hatta ben Kenan Paşayı o kadar çok severim ki en son doğan oğlumun adını Kenan koymuşum. Koyunları sattım köye dönecektim.” Diye yalvarsa da yakarsa da işe yaramamıştı.
Hatta işkenceciler oğlunun adını Kenan koyduğunu duyunca daha çok sinirlenmişler;
“Sen bizimle dalga mı geçiyorsun ulan!” diye daha çok dövmüşlerdi.
Yediği dayaklardan sonra tüm suçlamaları kabul edip inkar etmekten vazgeçse de işkencecilerin sordukları sorulara cevap vermeyince işkencenin boyutu değişmiş ve Ali Osman’a elektrikle işkence yapılmaya başlanmıştır. Bu işkenceden de cevap alamayan işkenceciler Ali Osman’ın doğru söylediğini anlayınca Yozgat’ın Çekerek İlçesindeki Sıkıyönetim Komutanlığına bir yazı yazmış ve Ali Osman’ın söylediklerini teyit etmiş sonuç olarak Ali Osman’ın aranan anarşist olmadığı anlaşılmış ve hastaneye sevk edilip tedavi ettirildikten sonra Ali Osman serbest bırakılmıştır. Ali Osman’ı serbest bırakan Başçavuş Ali Osman’ı odasına çağırmış ve;
“Böyle ufak tefek yanlışlıklar oluyor Ali Osman kardeşim, Anarşistlerin sonu kesilmiyor ki. Sende sen ol bir daha kafa kağıdın olmadan dışarıda gezme, hele hele başka bir şehirde hiç gezme, haydi geçmiş olsun bakalım, kusurumuza bakma.” Deyip Ali Osman’ın sırtını sıvazlamış ve “ Kenan adında bir oğlun varmış, gidince benim yerime yiğenimi öpmeyi unutma ha” diye tembihlemiştir.
Ali Osman elbette hiçbir şey diyememiştir. Çünkü o sıralar gördüğü işkenceler dolayısıyla ne doğru düzgün duyabiliyor ne de doğru düzgün konuşabiliyordur. Sadece kırılmış dişleriyle gülümsemeye çalışmıştır. Ancak başçavuş insafa gelmiş ve Ali Osman’ın parası olmadığını anlayıp memleketine giden bir askeri araca bindirerek Ali Osman’ı köyüne kadar götürtmüştür.
Elbette Ali Osman cezaevindeyken Ali Osman’ın ailesi de perişan olmuştur. Haber salmadık yer bırakmamışlardır. Ancak Ali Osman köy askeri bir araçla bırakılır bırakılmaz köyde dedikodular da başlamıştır.
“Ali Osman’ın halini gördünüz mü ağalar? Ağzında diş bırakmamışlar. Anarşist olmasa koskoca devlet adama işkence eder mi? Bizim Ali Osman anarşistin en azılısıymış.”
“Yaaa ya öyleymiş, ne canlar yakmış, ne canlar yakmış. “
“ Ya anarşist olmasa oğlunun adını Kenan Paşanın adı koyar mı? Korktuğundan koydu besbelli, bana dokunmazlar diye. Adamlar aptal mı ağam direk yakaladılar tabi”
“Koyun satmaya gidiyorum diye şehre yollanıp dururdu, meğerse orada anarşistlik yaparmış, hangi kahveleri taradı, nereleri bombaladı kim bilir?”
“Anarşist canım tam anarşist, analar böylesini doğurmamış, Ankara’ya bomba patlatmaya gitmiş, tam Paşanın arabasını patlatacakmış ki, yakasından tuttukları gibi.”
“Komünist, dinsiz, anarşist, tevekkeli değil Cuma namazlarında da tek tük gelirdi.”
Dedikoduların ardı arkası kesilecek gibi değildi. Aslında köyde herkes birbirinin ne yaptığını ne yapmadığı, ne olduğunu ne olmadığını çok iyi bilirdi ama
12 Eylül Askeri Darbesinin darbe sonucu kurulan muhbirlik müessesesinin ve cezaevlerinin işkencehanelere dönüşmesinin ardından toplumda oluşan korku nevrotik, şizofrenik bir vakaya dönüşmüştü. Ali Osman evinde hasta yatağında iyileşmeyi beklerken bir köylüsü bile Onu ziyarete gelmemişti. Hatta kendi akrabaları bile Ali Osman’ı ziyaret etmeye çekiniyorlardı. Çünkü korkuyorlardı. Haydi onlarda anarşist diye tutuklanırlarsa? Bir süre sonra Ali Osman biraz iyileşti. Ama Ali Osman’ın adı köyde çoktan “Anarşist Ali Osman”a çıkmıştı bile. Ne kimse selam verir ne kimse konuşur olmuştu Ali Osman ile.
Aradan zaman geçip 12 Eylül Askeri Darbesinin etkileri azalıp askerler yönetimden ellerini çekip parlamenter sisteme geçildiğinde ise Ali Osman’ın “Anarşist” olan lakabı da “İğdiş” olarak değişti. Köyde herkes Ali Osman’a İğdiş Ali Osman diyordu. Bunun sebebi ise Ali Osman cezaevinde tutukluyken kendisine elektrik ile işkence edilmiş olmasındandı. İşkence esnasında elektrik Ali Osman’ın hassas üreme bölgesinden verildiğinden Ali Osman’ın kısır kaldığı dedikodusu yayılmıştı köyde. Elbette bu dedikodunun yayılmasında Ali Osman’ın ailesinin etkisi çok büyük olmuştu. İşkencelerden sonra köyüne dönen Ali Osman bir süre duyamamış, bir süre konuşamamış ve hatta bir süre doğru düzgün görememişti. Ancak bu engelleri birer birer ortadan kalktıktan sonra Ali Osman’ın karısı Hasibe Ali Osman’ın kendisine hiç yaklaşmadığını fark etmişti. İlk zamanlar Ali Osman geceleri karanlıkta uyuyamaz bir haldeyken anlıyordu ama sonraları eski hayatına yavaş yavaş alıştığında Ali Osman eski Ali Osman değildi artık. Hasibe Hatun neler yapmamıştı ki Ali Osman’ı iyi etmek için? Pazardan yeni bir naylon gecelik almış, Ali Osman için kokular sürünmüş, Ali Osman’ı bal ile baklava ile beslemiş ama hiç birisi Ali Osman’da işe yaramamıştı. Bunun üzerine Hasibe Hatun büyüğe danışmak maksadıyla kaynanasına danışmış ve kaynanası köyün nefesi kuvvetli hocasına okutma ve muska yazdırma fikrini ortaya atmıştı. Ama önce oğluyla konuşmayı uygun görmüştü. Evdeki herkes bir yerlere gönderildikten sonra annesi Ali Osman’a olup biteni sordu. Ali Osman yaşlı annesine yalan söyleyecek değildi elbette. Olmuyordu, neyi denerse denesin eşiyle eski günlerine dönemiyordu. Annesi lafı kestirip attı ve Ali Osman’ı köyün nefesi kuvvetli hocası Mevlüt Hocaya götürdüler.
Mevlüt Hocaya olanı biten bir güzel anlattılar. Mevlüt Hoca ise yıldıznameye bakarak Ali Osman’a ve karısı Hasibe’ye çok tesirli bir büyü olan domuz büyüsü yapıldığını söyledi. Bu büyüyü çözmenin zorluklarından ve meşakkatinden bahsetti Ali Osman’ın elektirikle özel bölgesinden işkence görmesinin bu iktidarsızlık konusunda hiçbir etkisinin olmadığını belirtti. Aynı zamanda bu büyüyü bozmak masraflı da bir işti. Ali Osman’ın anne ve babası tüm meşakkat ve masraflara katlanacaklarını söylediler. Yeter ki oğulları Ali Osman şifa bulsundu. Ama nasıl olduysa Mevlüt Hocaya anlatılan bu elektrik işkencesi olayı tüm köyde duyuldu ve Ali Osman’ın adı köyde “İğdiş Ali Osman”a çıktı. Devlet Anarşist Ali Osman’ı iğdiş etmişti. Bu lakap çok onur kırıcı bir lakaptı, küçük düşürücüydü. Ali Osman’ın belki dört çocuğu vardı ama başka çocukları olmayacaktı. Köyde dedikodular yine aldı başını yürüdü.
“Anarşist Ali Osman’ı Devlet iğdiş etmiş, daha da ne çocuğu olurmuş ne de bir şey.”
“Ya o kadar anarşistlik yaparsan devlette gelir senin erkekliğini senden alır, devlete erkeklik olur mu hiç ağam, devlet ne yapar adamı.”
“Anarşist Ali Osman’ın avradı da gepegenç kaldı orta yerde anam babam, bu yaşta dul kaldı kadıncağız.”
“Ya kalmaz mı ya herifinin erkekliğinin olması ne demek, ha ölmüş ha erkekliği kalmamış, ikisinde de dul kalıyorsun, ölse iyiydi böylesi daha kötü.”
“Kötü olmaz mı ağam, yakında Ali Osman’ın avradı da hovarda tutarsa şaşma.”
Bu çirkin dedikodular köyde ağızdan ağıza kulaktan kulağa dolaşıyordu. Elbette Ali Osman’da ailesi de bu dedikoduları duyuyorlardı. Nefesi kuvvetli Mevlüt Hoca’ya kurbanlar kesmişler, masraflar etmişler, büyü bozulsun diye oruçlar tutmuşlar, dualar etmişler, çiğ eşek dilinden tutunda akla hayale gelmeyen şeyleri Ali Osman’a yedirmişler içirmişler ama hiç birisi işe yaramamıştı. Ali Osman köyde sokağa çıkamaz olmuştu. Köydeki çocuklar bile “İğdiiş iğdiiiş!” diye dalga geçer olmuşlardı. Daha da kötüsü Ali Osman’ın karısı Hasibe Hatun’un peşine ipsiz sapsız hovarda takımı takılmaya başlamıştı. Hasibe Hatun’un dört bebesi varmış, evli barklı kandınmış umursamıyorlardı. Çeşmeden su doldururken, bağda bahçede çalışırken, köy meydanından geçerken musallat oluyorlar laf atıyorlardı;
“Kız Hasibe bir ihtiyacın var mı kııız!”
“Ulan böyle erik gibi avrad yalnız kalır mı be!”
“Gece geleyim mi kız Hasibe? Sana da yazık kız.”
“Üff avarda bak be, erkeksiz yangınlarda kalmış, söndürelim yangınını yavrum.”
Bu ahlaksız laf atmalar, musallat olmalar normalde köyde olmaz ve hoş karşılanmazken her nedense Ali Osman’ın iktidarsız, iğdiş olmuş dedikoduları yayılınca görünmez, ilgilenilmez olmuştu. Yani eğer bu dedikodular olmasa hiç kimse dönüpte Ali Osman’ın dört çocuk annesi hanımı Hasibe’ye ne bakabilir ne de laf atabilirdi. Her şeyden ve herkesten önce köy ahalisi köyde evli barklı bir kadına musallat olan hovardayı köyde yaşayamaz ederdi. Ama dedikodular tüm bu ahlak kurallarını esnetmişti sanki. Sonunda Hasibe Hatun köyde sokağa da çıkamaz oldu. Dualar okudu, adaklar adadı, herifi Ali Osman’a ne diller döktü, ne cilveler yaptı. Sanki Ali Osman iyileşecek gibi oluyordu ama Ali Osman ne zaman böyle olsa zihninde cezaevinde gördüğü işkence geliyor ve hiçbir şey yapamıyordu. Lakin iş ciddiydi. Ali Osman’da bu işten usanmıştı.
Sonunda Ali Osman ve ailesi köydeki nefesi kuvvetli Mevlüt Hoca’dan bir şifa bulamayacaklarını anladılar. Ardından komşu köydeki Kerametli Nafiz Hoca’ya gitmeye karar verdiler. Sabah gün doğmadan yola çıktılar ve erkenden kimsecikler görmeden Kerametli Nafiz Hocanın kapısını çaldılar. Olanları Nafiz Hoca’ya anlattılar. Kerametli Nafiz Hoca olanları dinledi, yıldızname kitabını karıştırdı ve şöyle bir sakalını sıvazladı;
“Mevlüt Hoca doğru demiş efendiler ancak yanlış yapmış. Zira bu domuz büyüsü yalnız Ali Osman oğluma değil hanımına da yapılmış. O sebepten büyüyü çözmek için her ikisisin de dediğimi yapması lazım.” Dedi.
Ali Osman ve ailesi her denileni yapmaya razıydı. Yeterli Ali Osman köyde başı dik gezsin, “İğdiş” lakabı terk edilsindi. Hatta bir de çocuğu olursa daha iyi olurdu. Kerametli Nafiz Hoca yine bu büyü bozma işinin meşakkatli ve masraflı bir olduğunu söyledi. Öncelikle iki koç kurban edilip Kerametli Nafiz Hoca’nın bağına bağışlanacaktı. Ardından Ali Osman ve karısı Hasibe Kerametli Nafiz Hoca’nın evinde ayrı odalarda ve karanlıkta üç gece kalacaklardı. Ardından çeşitli otlar, bal gibi bir listenin hepsi alınıp getirilecekti.
Kerametli Nafiz Hocanın her dediği bir tamam yapıldı. Üç gece Kerametli Nafiz Hocanın evinde ayrı odalarda Ali Osman ve Hasibe kaldılar. İlk gece karanlık odaya girmeden önce Kerametli Nafiz Hoca Ali Osman’ı kendi odasına getirdi. Elinde bir kap içinde su vardı.
“Ali Osman oğlum, şimdi benden utanma çekinme, bu su şifalı sudur. Okudum üfledim. Şimdi indir bakalım şalvarını, sen havaya bak.” Deyip okuya okuya kap içindeki suyu Ali Osman’ın bacaklarının arasında sıvazlaya sıvazlaya sürdü.
Ardından; “Merak etme Ali Osman oğlum her haliyle şifa bulacaksın.” Dedi. Sonra Ali Osman’ı sabaha kadar kalacağı karanlık odaya kapattı, aynı şeyleri Hasibe Hatun içinde yaptı. Ne Ali Osman’ın Hasibe’den ne de Hasibe’nin Ali Osman’dan haberi oldu.
Kerametli Nafiz Hoca her gece Ali Osman’a bir bakır kap içinde bal içinde tarçın ve bir çok baharatın olduğu karışımı yedirdi. “ Hepsi bitecek!” diye de talimat verdi. Karanlık Ali Osman’a işkence gördüğü cezaevi günlerini hatırlatıyordu ama zamanla o korkusunu da yendi. Kerametli Nafiz Hocanın kerameti işe yarıyor gibiydi.
Üç gecenin sonunda Kerametli Nafiz Hoca ünümüzdeki ay tekrar dedi. Sonra o ay gelip çattığında tekrar aynı işlemler yapıldı. Ardından iki ay daha üç gece aynı işlemler yapıldı. Bu sırada Ali Osman’da da değişiklikler oluyordu. Sonunda Ali Osman sağlığına kavuştu. Karısı Hasibe ile eski mutlu günlerine döndüler. Ancak köylünün dilinden kurtulmak için bir de çocukları olsa iyi olacaktı. Hiç geçmeden o müjde de geldi. Kerametli Nafiz Hocayı son ziyaretlerini bir hafta geçmişti ki Hasibe Hatun’nun midesi bulanmaya, gözü kararmaya başladı. Hemen köyün ebesi Meryem Karıya gittiler. Sonunda şifa bulmuşlardı. Hasibe Hatun üç aylık gebeydi. Bu haberi gururla tüm köye yaydılar, hatta köy meydanında davul çaldırıp kurban bile kestiler. İşte ailesinin beşinci çocuğu Keramettin’in dünyaya geliş hikayesi böyle başladı.
Altı ay sonra Keramettin dünyaya gelerek babasının “İğdiş” lakabını ortadan kaldırmış oldu. Ayrıca köyün hovardaları Hasibe Hatun’un peşini bıraktılar. Ali Osman artık ne Anarşist Ali Osman’dı ne de İğdiş Ali Osman. Zamanla köyde Ali Osman; "Ali Osman Ağa" olarak anılır oldu. Gururlana gururlana köy meydanından geçer, köy kahvesinde kahve içer oldu. Keramettin’in adı da Kerametli Nafiz Hocanın kerameti olması sebebiyle Keramettin koyuldu. Hem babası, hem dedesi, hem babaannesi Keramettin’in ismiyle gurur duyarlardı. Onu diğer kardeşlerden daha çok sever el üstünde tutarlardı. Zaten Keramettin’de diğer kardeşlerine hiç benzemezdi. Ali Osman uzun boylu, kara yağız birisiydi. Keramettin’in annesi de köydeki diğer kadınlara nazaran uzun boylu, esmer ve yapılı bir kadındı. Ama Keramettin kısa boylu, kumral ve çelimsiz birisiydi. Aileden hiç kimseye benzemiyordu. Ne babasına, ne anasına, ne dedesine, ne dayısına; yalnızca Kerametli Nafiz Hocaya çok ama çok benziyordu. Onun gibi çengel burunlu, koca ağızlı, kısa boylu çelimsiz ve kumraldı. Elbette Keramettin’in ailesi bu durumu da Kerametli Nafiz Hocanın bir kerameti olarak saygıyla kabul edip hürmet ettiler. Sonuçta Ali Osman’ın ve Hasibe Hatun’un üzerindeki kara büyüyü bozan, Ali Osman’ın şanını temizleyen oydu. Saygıyı ve hürmeti herkesten çok hak ediyordu.
(BİRİNCİ BÖLÜMÜN SONU)
YORUMLAR
CAHİL İLE SOHBET EZİYETİ
Cahillik, genellikle bilgi eksikliği, eğitimsizlik veya deneyimsizlikten kaynaklanan bir durumu ifade eder. Bir kişinin bilgi sahibi olmaması veya yanlış bilgilere sahip olması durumunda cahil olarak nitelendirilir. Cahillik, genellikle bir konu hakkında bilgi sahibi olmama veya bu konuda yeterli eğitim almama durumunu ifade ederken, bazen de bir kişinin düşüncesizce davranması veya bilgisizce hareket etmesi anlamına gelebilir. Cahillik, öğrenme ve gelişme fırsatlarını kaçırma, yanlış bilgilere dayalı kararlar alma ve iletişimde sorunlar yaşama gibi sonuçlara neden olabilir. Bu nedenle; eğitim, deneyim ve açıklık, cahillikten kurtulmanın anahtarları olarak kabul edilir.
İnsanlar cahil kalmak için bilinçli bir tercih yapmazlar; ancak birçok faktör cahillik durumuna yol açabilir: eğitim eksikliği, çevresel faktörler, bilgiye erişimdeki kısıtlamalar, ideolojik veya dini baskılar. Ancak en tehlikeli olanı kişisel olarak bu durumu tercih etmektir.
İnsanlar, yeterli eğitim alma fırsatına sahip olmadıklarında veya eğitim sistemleri yetersiz olduğunda cahil kalabilirler. İyi bir eğitim, insanların bilgi ve becerilerini geliştirmelerine yardımcı olur. Kişinin büyüdüğü çevre, onun bilgi ve deneyim seviyesini etkiler. Eğitimsiz veya bilgisiz bir çevrede büyümek, bireyin bilgi ve anlayış eksikliğiyle sonuçlanabilir. Bazı insanlar, bilgiye ulaşmakta zorlanabilirler. Bu, coğrafi, ekonomik veya sosyal faktörlerden kaynaklanabilir. Örneğin, kırsal bölgelerde yaşayanlar internete veya kütüphanelere erişimde zorluk çekebilirler. Elbette çağımızda bu kısıt da ortadan kalkmış durumdadır. Zira bilişim teknolojileri herkesin ulaşabileceği konuma gelmiştir. Bazı ideolojik veya dini gruplar, üyelerini belli bir düşünce veya inanç sistemi içinde tutmak için bilgiyi sınırlayabilir veya sansürleyebilir. Bu durumda, bireyler sadece belli bir bakış açısını benimseyerek diğer bilgilerden yoksun kalabilirler. Kimi insanlar ise, bilgi edinmeye veya kendilerini geliştirmeye yönelik bir çaba göstermeyebilirler. Bu tercihler, kişisel motivasyon eksikliği veya zaman yönetimi problemlerinden kaynaklanabilir. Cahillik, birden çok faktörün sonucu olabilir ve bu faktörlerin her biri birbirini etkileyebilir. Ancak, bilgiye açık olma, sürekli öğrenme çabası ve farklı bakış açılarına saygı gösterme gibi tutumlar, cahillikten kurtulmanın yolları arasındadır.
Cahil bir insanla yapılan bir sohbet, bazen zihinsel bir labirente girmek gibidir. İçinden çıkılamaz bir karmaşa, yanlış anlaşılmalar ve anlamsız tartışmalarla doludur. Bu tür bir sohbet, duygusal bir insan için özellikle yıpratıcı olabilir.
Cahil biriyle yapılan bir sohbet, derin duygusal bağlantıların kurulmasını zorlaştırır. Zira duygusal bir insan olarak, insanların iç dünyalarına dokunmayı ve onların duygularını anlamayı severiz. Ancak, cahil biriyle yapılan bir sohbet sırasında, derinlikten yoksun kalan bir iletişim gerçekleşir. Bu da duygusal bir boşluk yaratır ve insanın duygusal ihtiyaçlarını karşılayamaz. Cahil bir insanla iletişim kurmak, sisli aynalara bakmak gibidir. Ne kadar çaba harcarsanız harcayın, gerçeği net bir şekilde görmekte zorlanırsınız. İletişim sırasında doğru anlaşılmak ve anlamak imkânsız hale gelir, bu da ruhsal olarak tükenmişlik hissine yol açar.
Cahil bir insanla yapılan bir sohbet, insanın kendi duygusal zekasını da zorlayabilir. Zira Cahil bir insanla konuşmak, boş kuyulara seslenmek gibidir. Ne kadar derin ve anlamlı bir şeyler paylaşmaya çalışırsanız çalışın, karşınızdaki kişide herhangi bir anlayış veya anlam bulunmaz. Bu durumda, iletişimden beklediğiniz geri dönüşleri alamamanın verdiği hayal kırıklığına katlanmak zorunda kalırsınız. Duygusal olarak derinlikli bir kişi olarak, insanların duygularını anlamak ve empati kurmak konusunda doğal bir yeteneğe sahibiz. Ancak, cahil bir insanla yapılan bir sohbet sırasında, bu empatik yeteneklerimiz sınırlanır. Bu da özellikle bir yazar ya da yazar adayı iseniz duygusal olarak tüketebilir ve enerjisini boşa harcar.
Cahil bir insanla yapılan bir sohbet, yanlış anlaşılmaların ve çatışmaların doğmasına neden olabilir. Duygusal bir yazar olarak, iletişimin derinliklerindeki incelikleri yakalamaya ve ifade etmeye çalışırız. Ancak, cahil biriyle yapılan bir sohbet sırasında, kelimelerin yanlış anlaşılması ve yanlış yorumlanması kaçınılmazdır. Bu da anlamsız tartışmaların ve çatışmaların doğmasına yol açar. Bu sebepten cahil bir insanla iletişim kurmak, çöle yağmur yağdırmak gibidir. Tüm gayretlerinize rağmen, karşınızdaki kişinin zihinsel kuru toprağında bir değişim veya gelişim sağlamak imkansızdır. Bu durumda, iletişiminizin verimli olmadığını görmek, içsel bir boşluk ve hüsran hissi yaratabilir.
Cahil bir insanla yapılan bir sohbet, duygusal ve mantıklı bir insan için zorlayıcı ve yıpratıcı olabilir. Cahil bir insanla iletişim kurmak, karanlıkta yıldız aramak gibidir. Ne kadar çaba gösterirseniz gösterin, aydınlık bir yol veya anlayış bulmak mümkün olmaz. Bu durumda, iletişiminizin anlamsızlığı ve boşluğuyla yüzleşmek, içsel bir huzursuzluk ve umutsuzluk duygusu yaratabilir. Bu tür bir iletişim, derin duygusal bağlantıların kurulmasını zorlaştırır, yazarın duygusal zekasını zorlar ve yanlış anlaşılmaların ve çatışmaların doğmasına neden olur. Bu nedenle, cahil bir insanla yapılan bir sohbetin zararlarını derinlemesine anlamak ve bu tür iletişimden kaçınmak önemlidir.
Tavsiyem şudur ki; Alim ile taş taşı, cahil ile bal yeme.
Roman olacak nitelikte olaylar zinciri .Bir insanın hayatını bu denli değiştirecek tesadüfler zinciri.Bulaşıcı hastalık statüsünde değerlendirilen şifalar zinciri.Kendinden kerameti olan zındık ve namussuz, hocayım diye geçinen üfürükçüler.Sakin olmam gerek diyerek, kısa kesip kanayan yaraya parmak basan elle tuttuğunuz kalemi kutluyor,Üstadı selâmlıyorum.Sağlıcakla.saygıyla.
mesut.çiftci
Saygı değer Yazar,
Türkiye'nin makus talihini ve acı'nın köylerde daha da acı olduğunu anımsattırnız. Yüreğinize sağlık, kaleminize kuvvet
Devamının gelmesi dileğiyle sevgi ve saygılarımla.