- 160 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
1 MAYIS EMEK VE DAYANIŞMA GÜNÜ
“Aşağıda ölüm var, yukarıda açlık. Aşağıdaki ölüm olasılık, yukarıdaki açlık kesin.” Bu sözler, Zonguldak’ta meydana gelen bir göçükte arkadaşlarını kaybeden bir maden işçisine aitti.
Tarih boyunca yazılmış sayısız roman, destan, şiir, bestelenmiş sayısız müzik, çizilmiş sayısız resim ve insan emeğinin ürünü olan her şey… Onları üreten insanların eyleme geçme fikri, yani o ilk adım olmasaydı nasıl ortaya çıkardı?..
Mesela Nâzım şiirleri için kalemi eline hiç almasa, Kapital Marx için kendi kafasındaki fikirlerden ibaret olarak kalsa ya da Amerikan işçi sınıfı 8 saatlik işgünü için meydanlara çıkıp o ilk adımı atmasa ve insan merakını, heyecanını yok sayıp, önyargılarını kıramayıp o ilk adımı atmasa muhtemelen dünyamız bugünkünden çok daha kötü bir halde olacaktı…
Hakkında marşlar bestelenen, kitaplar yazılan, sinema filmleri çekilen 1 Mayıs, çalışanların sorun ve taleplerinin gündeme getirildiği en özel gün olma niteliği de taşıyor.
1 Mayıs, alalade bir gün değildir. Dünya işçi sınıfının birlik, dayanışma ve mücadele günüdür.
Pek çok ülkede dinsel ya da ulusal tatil günlerine “alternatif” olmasa da 1 Mayıs’ın da bir tatil günü olarak “takvimlere” girmesinde, işçi sınıfının müdahalesinin önemli bir payı bulunmaktadır.
Yüzü aşkın ülkede tek ortak bir tatil günü olmasının ise başka bir anlamı olsa gerek. Böyle olduğu için de 1 Mayıs’ın tatil günü olması başka anlamlar taşır. O, sadece bir tatil günü değil, işçi sınıfının dünyanın dört bir yanında aynı ruhu hissettiği gündür. Sermayenin sınır tanımaz saldırısına, vahşiliğine karşı insani ve vicdani bir duruşu temsil eder.
Emek tarihi, düzeltilmesine rağmen ısrarla direnen ve tekrarlanan yanlışlarla doludur.
Küresel kapitalizm sürecinde sınıf kimliği geri plana itilmiş, sınıfsal boyutu olan mücadeleler gücünü kaybetmiştir. İşçi sınıfını ve sınıf temelli hakları temsil eden “1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü,” çalışma yaşamına ilişkin sorunların ve hak ihlallerinin yeniden düşünülmesi açısından oldukça önemlidir.
19. yüzyılın son dönemlerinde, Sanayi Devrimi’yle ‘gelişimi’ büyük bir ivme kazanan dünyada işçilerin çalışma koşulları insanlık dışı denecek seviyede ağırdı. Çocuk işçilik son derece yaygındı, günlük çalışma saatleri 15-16 saati bulmaktaydı. Tüm bu ağır şartlar örgütlü bir işçi sınıfının doğumunu da akabinde getirdi. Genel grevlerin yaygınlaştığı bir dönemde, 1 Mayıs 1886 tarihinde Amerika İşçi Sendikaları öncülüğünde iş bırakma eylemi yapıldı. Eylem, günde 12 saat, haftada 6 gün çalışmak yerine, 8 saatlik iş günü talebiyle ortaya çıkmıştı.
Eylemlerin bastırılması sürecinde yaşanan silahlı müdahalede 4 işçi hayatını kaybetti, akabinde yapılan yargılamalardaysa 4 işçi idam edildi. Hayatını kaybeden işçilerin cenazeleri yüz binlerin katılımına sahne oldu.
Bu vahim olaylardan 3 yıl sonra Paris’te toplanan II. Enternasyonal, Kuzey Amerikalı işçilerle dayanışma içinde olmak adına 1 Mayıs tarihini ‘Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü’ kabul etti. II. Enternasyonal’den bu yana 1 Mayıs dünyanın pek çok ülkesinde resmî adı farklı şekillerde anılıyor olsa da ‘İşçi Bayramı’ olarak kutlanıyor. Yaşadığımız topraklardaysa 2009’dan bu yana resmî tatil olan ve ‘Emek ve Dayanışma Günü’ adıyla kabul edilen 1 Mayıs, 70’li yıllardan bu yana birçok tartışmaya da konu oldu. Özellikle 1977’de 34 kişinin hayatını kaybettiği, 134 kişinin de yaralandığı devasa kutlama, tarihe ‘Kanlı 1 Mayıs’ diye geçti. Devamında 70’li yıllarda 1 Mayıs Meydanı olarak da anılan Taksim Meydanı yasakları ortaya çıktı. Ve halen bu yasak üzerine inatla basılıyor…
Osmanlı’da 1 Mayıs ilk kez 1911’de Selanik’teki tütün, pamuk ve liman işçilerince kutlandı. İstanbul’daki ilk kutlama ise 1912’de yapıldı.
Osmanlı’nın ardından, Cumhuriyet döneminde Sovyetler Birliği ile dostluk ilişkisi çerçevesinde 1 Mayıs 1922’de Ankara’da İşçi Bayramı olarak kutlandı. Resmi olarak kutlanması ise ilk kez 1 Mayıs 1923’te oldu..
Günümüze geldiğimizde, işçi sınıfının küresel olarak yaşadığı sorunların değişiklik göstermediğini görüyor, duyuyor, basından zaman zaman izliyor çocuk işçiliği, mevsimlik tarım işçileri ve göçmen/mülteci işçiler sorununun ne boyuta geldiğini anlıyoruz... Bu grupların sorunlarının arasında öne çıkan konu kuşkusuz kayıt dışılık oluyor. Kayıt dışılık her tür güvenceden ve dolayısıyla haktan yoksun olmak anlamına geliyor.
Türkiye’de yaşayan ve çalışma çağında olan milyonlarca yabancıdan çalışmak için başvuru yapan 115 bin 837 yabancıya çalışma izni verildi. Bu kişilerin ise yalnızca 34 bin 573’ü Suriyeli. Türkiye’de 17 Nisan 2020 itibariyle 3 milyon 583 bin 584 Suriyelinin yaşadığını ve bu kişilerin yaklaşık 1,8 milyonunun çalışma yaşlarında (18-64) olduğunu biliyoruz. Bu bilgi çerçevesinde de kayıtlı çalışan Suriyeli sayısının ne kadar az olduğunu ve Suriyelilerin kayıt dışı istihdama ve bunun olası sonuçlarına mahkûm edildiğini söylemek mümkün. Bu sonuçların arasında idari para cezası (hem çalışana hem işverene) hatta sınır dışı ihtimali dahi bulunuyor. Hukuk sistemimizde tanımlı dört uluslararası koruma statüsünden ikisi (mülteci ve ikincil koruma) çalışma izni alma şartından muafken, diğer ikisi (geçici koruma ve şartlı mülteci) çalışma izni almak zorunda bırakılmıştır. Ayrıca bu kişiler çalışma iznine ancak statülerini kazanmalarını takip eden 6. ayın sonunda başvurabilmektedir. Türkiye’ye iltica eden kişilerin hemen hemen hepsinin geçici korunan ya da şartlı mülteci oldukları düşünüldüğünde çalışma izni muafiyeti sağlanan sığınmacı olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Türkiye’de her yıl Nisan-Eylül döneminde 1 milyonu aşkın mevsimlik tarım işçisi ikamet illerinden ayrılarak 52 ilimize göç ediyor ve tarım işçisi olarak çalışıyor. Çalışanların beraberindeki çocuklar da kesinlikle yasaklanmış olmasına rağmen ağır-tehlikeli işler[4] statüsündeki tarım işlerinde çalıştırılıyor. Bu çocuklarımızın sayısının 400 bin civarında olduğu gözüküyor. Mevsimlik tarım işlerinde mülteciler de yoğun olarak çalışıyor ve mülteci çocukların da dâhil olmasıyla bu sayının daha da yükseldiği tahmin ediliyor.
Çay hasadı ile yeniden gündeme gelen yabancı işçiler sorunu da bu sürecin bir diğer görünmez parçası. Ağırlığı Gürcü ve Azerilerden oluşan 40 bin işçinin de ‘turist’ vizesiyle her yıl Türkiye’ye geldiği ve ortalama 45 gün Türkiye’de kayıt dışı olarak çalıştıkları artık açıkça ifade edilmeye başlandı.
Mevsimlik tarım işçileri asgari yaşam standartlarının altında yaşıyor ve çalışıyor. Bu durum, kuşaklar boyunca devam eden bir sorun olarak karşımızda duruyor.
Çocuk işçiliği taraf olduğumuz uluslararası sözleşmeler ve yasalarımıza göre kesinlikle önüne geçilmesi gereken ciddi bir sorundur. 2 milyona yakın çocuğumuzun hayatın çok farklı alanlarında çalıştırıldığını görüyoruz. Çocukların çalıştırıldığı alanların büyük bölümü Türkiye’nin ortadan kaldırmayı taahhüt ettiği (sokakta çalıştırılma, tarım ve küçük-orta ölçekli ağır koşulları içeren) işlerdir. TÜİK tarafından paylaşılan verilere göre tarım işlerinin durduğu ve okulların açıldığı dönemde dahi çocuk işçi sayısı 720 bin olarak kayıtlara geçtiği söyleniyor…
Bugün geldiğimiz noktada açık olan bir gerçek, Türkiye’de emek örgütlerinin maalesef yeterince güçlü olmadığı. 14,1 milyon işçiden yalnızca 1,8 milyonu; 2,5 milyon memurdan ise 1,7 milyonu sendikalı. Bu durum 1 Mayıs’ların en önemli sloganına aykırılık teşkil ediyor: “Bütün ülkelerin işçileri, birleşin!”
Bu duygu ve düşüncelerle; gelişmekte olan ülkemizin büyümesi, ilerlemesi ve hedeflerine ulaşmasında, kalkınmasında ve ilerlemesinde alın terleriyle mücadele eden tüm işçi kardeşlerimizin 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü’nü yürekten kutlar, bütün emekçi kardeşlerimi sevgiyle selamlar, aileleriyle birlikte sağlık ve huzur içerisinde nice yıllar dilerim.
Bu 1 Mayıs’ta da çağrımız; emeğiyle hayatını kazanan ve hayatın devamını sağlayan herkes için hakça bir düzen, onurlu bir yaşam.
Ekonomik krizin faturasını ödememek için haydi işçi kardeşim, omuz omuza haykıralım.
Yaşasın 1 Mayıs, Yaşasın Örgütlü Mücadelemiz!..
1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü kutlu olsun…
#öskurşun#