- 429 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
TARİHİMİZDE KARA BİR LEKE-SULTAN 2.ABDULHAMİD HAN'IN HAL'İ VE SONRASINDA YAŞANANLAR HAKKINDA BİR İNCELEME........2
Sultan Abdülaziz Han’ın haince bir darbe ile tahttan indirilip şehit edilmesi ve ardından tahta geçen Sultan Beşinci Murad Han’ın da rahatsızlığı nedeniyle 93 gün gibi kısa süren saltanatı sonrasında bu zorlu görevi
üstlenecek kişi Şehzade Abdülhamid Han’dan başkası değildi.
Hiç kimse tahta çıkacağına ihtimal bile vermezken ve belki de kendisi bile böyle bir düşünce içerisinde değilken Abdülhamid Han, devletin bekası için bu zorlu görevi üstlendi ve Osmanlı tarihinde 33 yıl gibi bir süre tahtta kalıp, hem zihinlerde hem de gönüllerde hiç silinmeyecek bir iz bıraktı.
Hersek ve Bosna başta olmak üzere Balkanlarda ortaya çıkan isyanlar, Beşinci Murad Han döneminden kalan Karadağ Savaşları, yurt içi ve yurt dışındaki Meşrutiyet yanlılarının girişmiş oldukları faaliyetlerin yanı sıra Kırım Harbi sonrasında başlayan dış borçların gittikçe çoğalması ve devletin içerisinde bulunduğu zorlu mali durum Abdülhamid Han’ın tahta çıkar çıkmaz karşılaştığı ilk sorunlar olmuştu.
İstemediği halde Mithat Paşa ve bazı paşaların girişimleri doğrultusunda Ruslarla girilen 93 Harbi ve sonrasında alınan mağlubiyet ve peşi sıra gelen ağır şartlarla dolu anlaşmalar her şeyi daha da zorlaştırırken, Abdülhamid Han ise atmış olduğu adımlarla devletin en az şekilde zarar görmesini sağlayacaktı. 93 Harbi yenilgisi sonrasında meclisi tatil edip yönetimi tek elde tutan Abdülhamid Han, izlemiş olduğu politikalarla Avrupalılar tarafından “Hasta Adam” olarak nitelendirilen Osmanlı Devletini siyasi arenada yeniden ayağa kaldırırken bir yanda da eğitim, sağlık, ulaşım, sanayi ve daha birçok alanda yaptığı atılımlarla da devleti büyük bir şahlanışa geçiriyordu.
Abdülhamid Han yapmış olduklarıyla devleti kalkındırırken bu durum tabi ki de Avrupalı devletlerin hoşuna gitmiyor ve her fırsatta Abdülhamid Han’ı tahttan indirmenin planlarını yapıyorlardı ki; Çırağan Baskını ve Aziz Kleanti Çetesinin girişimleri sonucu sabık Sultan Murad Han’ın yeniden başa geçirilmek istenmesi, birçok zehirleme girişimi ve bombalı Yıldız Suikastı bunların başında gelmekteydi.
Sonuç olarak tüm bu girişimler başarısız olsa da Avrupalı devletler asla pes etmiyor ve hiç vakit kaybetmeden yeni oyunlar üzerinde çalışmalara başlıyorlardı. Avrupa devletleri yeni oyunlar peşinde koştururken Osmanlı topraklarında ise 2.Meşrutiyet ilan ettirilmiş, İttihat Terakkiciler devlet yönetiminde söz sahibi olmaya ve her şeyi istedikleri gibi yönlendirmeye başlamışlardı ki artık İttihatçılar için bu yeterli olmuyordu.
Tek bir istekleri vardı o da Abdülhamid Han’ın tahttan indirilmesiydi ve bu istekleri de İttihatçıların, kendileri gibi Abdülhamid Han’ı istemeyen Avrupalı devletlerle birlikte hareket etmelerine neden oldu. Kendilerine o kadar çok güveniyorlardı ki, Abdülhamid Han tahttan indirildikten sonra her şeyin daha güzel olacağını düşünüyorlardı. Ama hiçbir şey düşündükleri gibi olmayacak hatta daha da kötüye gidecekti çünkü Avrupalı devletlerin asıl planlarını ve ne şekilde kullanıldıklarını hiç bir şekilde anlamayacaklardı. Her şey olup bittikten sonra bazı kişiler bunun farkına varsa da artık her şey için çok geçti.
Artık tüm taşlar yerine oturmaya ve piyonlar sahneye sürülmeye başlamıştı. Bu sefer ki oyun çok daha büyük ve çok daha kapsamlı idi. Bu sefer her şey en ince ayrıntısına kadar hesaplanmıştı. Bu sefer hem içten hem dıştan gelecekler ve ne yazık ki kesin bir sonuç elde edilecekti. Abdülhamid Han en yakınları ve kendi milleti tarafından hedef alınacak ve bu şekilde yalnızlığa terk edilen Sultan, zorba bir şekilde tahtından indirilecekti.
Tarihler 1909’u gösterirken Payitahtta yaşananlar gizli elin devreye girdiğini ve artık büyük oyunun başladığını göstermekteydi. İttihatçılar yaptıkları zulüm ve uyguladıkları istibdat ile ahaliyi iyice bunaltmıştı. Bunun dışında ahali, muhalif isimlerin sokak ortasında öldürülmesi, gittikçe artan faili meçhul cinayetler ve mecliste devleti yıkma planları yapmakta olan vekillerden rahatsızlık duymaya başlamıştı.
Asker siyasete karışmış, askeri ve dini terbiyeye aykırı işler yapmaya başlamış, Selanik ve Manastır’dan getirilen subayların yapmış olduklarıyla hem ahaliyi hem de diğer ordu mensuplarını yaka silker hale getirmişti. Ordu içerisinde büyük bir tasfiye hareketi başlamış ve İttihatçılar kendilerine muhalif olan subay ve askerleri kadro dışında bırakmışlardı. Tüm bu yaşananlar ahali de idareye karşı bir nefret oluşturmuş ve gazetelerinde kışkırtıcı yayınlarla gerginliği artırması ile birlikte bir kutuplaşma ortaya çıkarıldı ve bu durum ileri de daha kötü olayların yaşanmasının ilk adımı oldu.
Ortalık büyük bir karmaşaya doğru giderken sırada ki hamle ise 3.Ordu’dan getirilen ve başlarında hiç bir subayın dahi bulunmadığı avcı taburlarının meydana çıkarılması oldu. Bununla birlikte Ayasofya ve Sultanahmed Camii önünde toplanan kalabalık bir türlü sakinleştirilemiyordu.
Meydanlarda ki bu hareketlilik günlerce devam etti ve bir türlü önlem alınamadı. Tam da bu noktada oynanmakta olan büyük oyunun ikinci aşaması sahnelenmeye başladı. İstanbul’da ki bu ayaklanmayı bastırmak adına merkezi Selanik’te bulunan İttihatçılar tarafından kurulan “Hareket Ordusu” çoktan yola çıkmıştı. Ordunun komutanı olan Mahmut Şevket Paşa, saraya çekmiş olduğu telgraflarda her ne kadar isyanı bastırmak için geldiklerini, amaçlarının Kanun-i Esasi’yi korumak olduğunu ve Padişahın güvenliğini sağlayacaklarını söylese de ileride yaşanacaklar bu söylemlerin gerçek olmadığını gösterecekti.
Hareket Ordusu İstanbul’a doğru gelirken, İstanbul’da toplanan grup ise bu ordunun kendileri ile savaşmaya geldiklerini dile getirerek silahlanmaya başlıyordu ki Hareket Ordusunun şehre girmesiyle de büyük çatışmalar yaşanmaya başladı. Abdülhamid Han olan biten karşısında iç savaşa doğru gidildiğini fark edip önlemler almak için elinden geleni yapsa da başarılı olamadı.
Kardeşkanı dökülmemesi için makamından hatta canından vazgeçen Abdülhamid Han, emrindeki askerlerin karşılık verme isteklerini geri çevirerek “Asker zinhar kurşun atmasın. Eğer kurşun atacaklarsa ilk önce beni vursunlar, sonra kurşun atmaya başlasınlar” diyerek buna engel oldu. Yaşanan çatışmalar sonucunda Hareket Ordusu muhalif grubu bastırırken, Yıldız Sarayı’nı da tamamıyla ele geçirmişlerdi. Haremi Hümayun dışında saray işgal edilirken, sarayın elektrikleri kesildi ve içeri erzak giriş çıkışı yasaklandı. Padişahı kurtarmak için geliyoruz diyen Hareket Ordusu şimdi sarayı çepeçevre kuşatmış ve Abdülhamid Han’ı bir nevi rehin alarak tahttan indirilme sürecini başlatmışlardı.
Abdülhamid Han’ın tahttan indirilmesine geçmeden önce cevaplanması gereken çok önemli bir soru vardır ki bu da “31 Mart Vakasında Kimlerin Parmağı Olduğu”dur. Tabi ki her konuda olduğu gibi bu konuda da bütün suç Abdülhamid Han’a yüklenmiş ve ayaklanmanın Abdülhamid Han tarafından çıkarıldığı söylenegelmiştir. Ama bakıldığı zaman bu olayla ilgili mahkeme açılmasını ve muhakeme edilmesini isteyen Abdülhamid Han’dan başkası olmamıştır. Abdülhamid Han’ın bu isteği üzerine İttihatçılar böyle bir şeye yanaşmamışlar ve üzerini de örtmeye çalışmışlardır ki, açılan soruşturmalarda olayların Abdülhamid Han’la ilgisi olmadığı gibi kendi bağlantılarının ortaya çıkağı açık ve kesindir.
Peki 31 Mart İhtilalini kimler hazırlamıştı?Bunu öğrenmenin en sağlıklı yolu o dönemi bizzat yaşayanların anlattıkları ve çok sonraları yaşananlar ile ilgili bazı itiraflarda bulunanların beyanlarını dikkate almak olacaktır ki bizlerde burada bunlardan birkaçına yer vereceğiz. İlk olarak o dönemde Taşkışla’da bando teğmeni olan ve 31 Mart Vakası ile ilgili bir de eser yazan Mustafa Turan’ın tespitlerini dile getirmek daha yerinde olacaktır. Mustafa Turan yazmış olduğu “Taşkışla’da 31 Mart Faciası” eserinde vaka ile ilgili olarak; “31 Mart olaylarının İttihatçılar tarafından düzenlenmiş uydurma bir ayaklanma olduğunu ve Yahudilerin de bu işin içinde yer aldığını ifade etmektedir.”
Yine emekli bir asker olan Cevat Rıfat Atilhan da Mustafa Turan gibi düşünmekte olup vaka ile ilgili olarak “31 Mart Faciası” isimli eserinde şunları dile getirmektedir; “31 Mart kanlı vakası; Türk milletini topyekûn dize getirmek ve muazzam vatanımızı parçalamak, bir kısmı üzerinde de kendi saltanatlarını kurmak için Siyonizm ve Farmason işbirliğinin yarattığı sistemli ve planlı bir suikastın ta kendisidir.”
Bunların dışında dile getirilen itiraflara değinecek olursak, Ali Fuat Türkgeldi’nin “İşittiklerim Gördüklerim” isimli eserinde dile getirdiği Talat Paşa’nın itirafını göstermek gerekir ki; “Talat Paşa açık bir şekilde 31 Mart Vakası ile Abdülhamid Han’ın hiçbir ilgisi olmadığını” söylemiştir.
Yine bir diğer itirafta Rıza Tevfik Bölükbaşı’na ait olup Ahmet Kabaklının “Temellerin Duruşması” eserinde şu şekilde yer almaktadır; “31 Mart vakasını tertiplediği isnadı altında tahtından alaşağı edilen büyük hükümdar, bu isnatla, sade iftiraların değil, tertiplerin de en hainine hedef tutulmuştur. 31 Mart’ı tertipleyen İttihatçılar ve bu işe memur edilenler arasında bizzat ben varım. 31 Mart’ı kışkırtma ve körükleme işini Selim Sırrı ile Rıza Tevfik idare etti. Hasta yatağımdan söylediğim bu sözlere tarih kulak kabartsın.”
İşte açık bir şekilde göstermektedir ki; 31 Mart Vakası ile Abdülhamid Han’ın hiç bir ilgisi olmayıp olaylar tamamen İngiliz gizli ajanları ve İttihatçıların işbirliği ile meydana gelen bir vakadır. Ve sonuç aynen istedikleri gibi olmuştur.
Yıldız Sarayı’nın kuşatma altına alınmasından sonra sıra Abdülhamid Han’ın tahttan indirilmesine gelmişti. Daha öncesinde Abdülhamid Han’ın hal’ine karar veren Meclis-i Milli azaları 26 Nisan 1909 da yeniden toplandılar ve Sultan Abdülhamid Han’ın hal’i için hal fetvası yazılması istediler. Fetva için parlamentoya çağrılan ve kendisine baskı uygulanan Fetva Emini Hacı Nuri Efendi, padişahın hal’ini engellemek için bahaneler aramasına rağmen bir sonuç elde edememiş ve Mustafa Asım Efendi “Bu fetvayı imzalamazsan Abdülhamid’in hal‘i mümkün olmaz, saltanatta kalmasına da imkân yoktur. Hal‘ edemezlerse katl ederler.
Sen de böylece ölümüne sebep olursun” sözleriyle zorla ikna olmak zorunda kalmıştır. Yine Nuri Efendi, halkın tepkisini çekmemek için ısrarla Abdülhamid Han’a tahttan feragat teklifi yapılmasını dile getirmiş ama bu hiçbir şekilde dikkate alınmamıştır çünkü Abdülhamid Han kesin bir şekilde tahttan indirilmeliydi ve iş şansa bırakılmamalıydı.
Yapılan görüşmeler sonrasında müsvedde yani tasarı fetva metni, Antalya Mebusu Elmalılı Hamdi Efendi tarafından kaleme alındı ve yine bizzat kendisi tarafından mecliste okundu. Hal fetvasının okunması ile birlikte Ayan Reisi Said Paşa, “Abdülhamid Han’ın hilafet ve saltanattan hal’ine karar veriyor musunuz?” diyerek kabul edenlerin ayağa kalkmasını istedi.
Bu sırada Talat Paşa’nın, ayağa kalkmayanlara sert bir şekilde bakmasıyla onları da ayağa kalkmaya mecbur etti ve Ayan Reisi “Hal edilmiştir” diyerek kararı ilan etti. Yine Talat Paşa, fetvayı imzalamak istemeyen ve hastalığını öne süren Şeyhülislam Mehmed Ziyaeddin Efendi’yi zorla meclise getirdi ve tehditlerin ardından hal’ fetvasını imzalattı.
Müslümanların imamı olan kimse, bazı önemli şer-i konuları şeriat kitaplarından çıkarsa ve bu kitapları yasak etse, yaksa, yırtsa devlet hazinesini israf edip şeriata aykırı şekilde harcasa, idare ettiği kimseleri şer’i sebep olmadan öldürse, hapsetse, sürse, başka türlü zulümleri de adet edindikten sonra, doğru yola yemin etmişken sözünden dönse, Müslümanların yaşayışını tamamen bozacak şekilde fitne çıkarmakta direnip onları birbirine öldürtse, buna engel olacak durumdaki Müslümanlar, onun zora dayanan tutumunu ortadan kaldırıp, İslam memleketlerinin pek çok yelerinden metbuu tanınmadığına dair haberler gelip yerinde kalmasında zarar ve ayrılışında iyilik olduğu düşünülürse, kendisine imamlık ve sultanlıktan vazgeçme teklif etmek veya hal etmek şekillerinden hangisi erbab-ı hall ve akd tarafından uygun görülmüşse, bu kararın uygulanması yerinde ve gerekli olur mu? Cevap: Olur.
Hal fetvasının çıkarılmasının ardından sıra kararın Abdülhamid Han’a bildirilmesine gelmişti ki, bu işi yapacak olan kişiler; Meclis-i Ayan üyelerinden eski Bahriye Nazırı Arif Hikmet Paşa, Ermeni Aram Efendi, Draç Mebusu Arnavut Esad Toptani Paşa ve Türk-Müslüman düşmanlığıyla tanınmış Selanik Mebusu Yahudi Emanuel Karasu Efendi idi. Müslüman bile olmayan Emanuel Karasu’nun bu heyet içerisinde olması Abdülhamid Han’ı en çok üzen şeylerden bir tanesi olmuştu. Yıllar boyunca Siyonizm ile mücadele eden Abdülhamid Han’ın karşısına bir Siyonist geliyor, hilafet ve saltanattan hal’ edildiğini yüzüne karşı söylüyordu. İşte bu çok ince planlanmış bir intikamdan başka bir şey değildi.
Heyet Abdülhamid Han’ın bulunduğu odaya girdi ve kısa süreli sessizlikten sonra Esad Toptani söze başlayarak; “Biz Meclis-i Mebusan tarafından geldik. Fetva-i şerife var. Millet seni azl etti. Amma hayatın emindir.” dedi.
Bu sözler üzerine Abdülhamid Han “Zannedersem hal’ etti demek istiyorsunuz. Öyle ya, padişah bir memur değildir ki azl edilsin.” dedi ve daha sonrasında da “Pekâlâ buna gösterilen sebep nedir?” diye sordu. Bunun üzerine alınan hal’ fetvası okundu. Abdülhamid Han duydukları karşısında bir kez daha büyük bir üzüntü duyuyordu. Dile getirilen iddialar iftiradan başka bir şey değildi. Hal’ için ortaya konan sebeplerin hiç bir doğru yanı yoktu.
Fetvada “dini kitapları toplatıp yakması ve yasaklaması” yazıyordu. Abdülhamid Han ki, binlerce Kuran, binlerce Hadis kitabı bastırıp bedava dağıttırmıştı. Evet, yaktırdığı dini kitaplar da oldu ama bunlar bilinçli bir şekilde yanlış yazılıp ajanlar tarafından ülkeye sokulan Kuranlar ve hadis kitaplarıydı. Bunlar yakılmasaydı da ne yapılsaydı? Yine aynı şekilde yakılan eserlerin içerisinde ehlisünnet dışındaki inançları insanlara aşılamaya çalışan kitaplar yer alıyordu ki bunların yok edilmesi de oldukça yerinde bir karardı.
Fetvada “devlet hazinesinin israf edilmesi” yazıyordu. Devletin 300 milyon altınlık borcunu 30 milyon altına indiren Abdülhamid Han değil miydi? Yine bazı kişiler sırf iftira atmak için tutumlu olmasından dolayı ona “pinti” demiyorlar mıydı? Çoğu harcamayı kendi şahsi hazinesinden yapan ve hesap kitap işlerinde kılı kırk yaran bir Sultan nasıl devlet hazinesini israf edebilirdi?
Fetvada “halka yönelik ölüm, hapis veya sürgün cezalarının verilmesi” yazıyordu. Verilen idam cezalarını müebbette çevirip, sürgüne gönderdiklerine maaş bağlayarak rahat bir yaşam sürmesini sağlayan Abdülhamid Han değil miydi? Onun döneminde sürgüne gidenler daha sonraki dönemler de “keşke Abdülhamid Han olsaydı da bizleri yine sürgüne gönderseydi” dememişler miydi?
Lakin mesele çok başkaydı. Amaç ne olursa olsun Abdülhamid Han’ı tahttan indirmekti. Abdülhamid Han’da zaten bütün bunların farkındaydı. Fetvanın okunması bittikten sonra Abdülhamid Han; “Ben hangi şer’i kitabı yakmışım?” diye yüksek sesle bağırdı ve ardından da şu sözleri dile getirdi; “Ben 33 sene millet ve devletim için, memleketimin selameti için çalıştım. Hâkimim Allah ve beni muhakeme edecek de Resulullah’tır. Bu memleketi nasıl buldumsa öylece teslim ediyorum. Hiç kimseye bir karış toprak vermedim. Hizmetimi ancak Cenab-ı Hakk’ın takdirine bırakıyorum. Ne çare ki düşmanlarım bütün hizmetime kara bir çarşaf çekmek istediler ve muvaffak da oldular.”
Bu sözün ardından salonu terk eden Abdülhamid Han son olaraksa şu sözleri dile getiriyordu; “Bu memleketi benden sonra 10 sene idare etsinler, 100 sene idare etmiş sayacağım.” İşte gerçekten de söylediği gibi oldu ve yönetimi ele geçiren İttihatçılar devleti 10 sene bile yönetemeden ülkeyi terk edip gittiler ve yapmış olduklarıyla bir devrin kapanmasına sebep olup günümüzde bile bizler için büyük sıkıntılar meydana getiren olaylar silsilesinin müsebbibi olarak tarihe geçtiler.
Rabbim Sultan İkinci Abdülhamid Han’a rahmetiyle muamele eylesin. Bizleri Sultan Abdülhamid Han’ı en iyi şekilde anlayan, bırakmış olduğu mirasa en iyi şekilde sahip çıkan ve geleceğe güvenle bakıp ileri de ecdadımız gibi İslam sancağını kıtadan kıtaya elden ele dolaştıran bireyler eylesin.(1)
Sultan Abdülhamid’in emriyle 1882’de Encümen-i Teftiş ve Muayene Dairesi adlı, uzmanlardan oluşan yeni bir müessese kurulmuştu. Heyet basım ruhsatı istenen ya da yurt dışından getirilip gümrüklerde tutulan kitap ve risâlelere yönelik muhteva incelemesi yaparak bu kitapların dinî, ahlakî ve devlet politikası açısından zararlı olup olmadığını tespit edecekti.
Sultan II. Abdülhamid 27 Nisan 1909 günü Âyan ve Mebusan meclislerinin ortak toplantısında, Şeyhülislam Mehmed Ziyâeddin Efendi’nin imzası bulunan bir fetva gerekçe gösterilerek tahtından indirilmişti. Meclis zabıtlarına göre bu karar, bu fetvaya uygun olarak Âyan’dan Gazi Ahmed Muhtar Paşa’nın teklifi sonrası 36 Âyan üyesi ve 240 Meclis-i Mebusan üyesinin oy birliği ile alınmıştı.
Ziya Şakir’e göre bu karara sadece Âyan’dan Yorgiyadis Efendi itiraz etmiş ve “Yazıktır, günahtır” diye bağırmış, bunun üzerine orada bulunanlar tarafından hainlikle suçlanmış ve hemen susturulmuştu. Sultan II. Abdülhamid’in hal’ fetvasının ilk müsveddesini meşhur âlim ve Antalya Mebusu Elmalılı Muhammed Hamdi Efendi (Yazır) yazmıştı.(2)
Sultan Abdülhanid Han’ı hal’ için saraya gelen Hâl heyeti karşısında sultanın vakur ve soğukkanlı tutumunu hadisenin canlı şahidi kızı Ayşe Sultandan dinleyelim:
’Cevat Bey içeri girerek Millî Meclis’ten heyet geldiğini haber verdi. Babam ’Buyursunlar’ dedi. Başkâtip önde olarak gelen heyet içeri girdi. Dört kişi idiler. Babamın karşısına sıra ile durup kısa birer selâm verdiler.
Babam mukabele etti. Gelenler Arnavut Esat Toptanî, Laz Arif Hikmet Paşa, Ermeni Aram Efendi ve Yahudi Karaso Efendi idi. Başta duran Esat Toptanî yekten, -Millet seni azletti, dedi. Babam metin ve gür bir sesle, -Zannedersem hâl’etti demek istiyorsunuz. Pek âlâ!. Buna gösterilen sebep nedir, diye cevap verdi.
O zaman ikinci askerî şahıs ki bunun da Arif Hikmet Paşa olduğunu sonradan öğrendik, fetva suretini okumaya başladı. Fetva şöyle başlıyordu: -’İmam-Müslimin olan Zeyd bazı mesail-i mühimme-i şer’iyyeyi Kütüb-i şeriyyeden tayy ü ihraç ve kütüb-i mezkûreyi men ü hark ü ihrak..
.’Bu ’Kütüb-i şerr’iyeyi hark ü ihrak’ yani şerî kitapları yırtıp yakma sözleri geçince babam yüksek sesle,-Ben hangi kütüb-i şeri’yyeyi yakmışım Hasbinallah derim, dedi ve fetvayı sonuna kadar dinledi. Fetvanın okunması bitince: -Bu kararı hangi makam verdi, diye Arif Hikmet Paşa’ya sordu. Arif Hikmet: -Meclis-i Millî, diye cevap verdi.
Bunun üzerine babam:-Ya... öyle mi, dedikten sonra şu sözleri söyledi:-Otuzüç sene millet ve devletim için, memleketimin selâmeti için çalıştım. Elimden geldiği kadar hizmet ettim. Hâkimim Allah ve beni muhakeme edecek te Resulullahtır. Bu memleketi nasıl buldumsa öyle teslim ediyorum.
Hiç kimseye bir karış toprak vermedim. Hizmetimi ancak Cenab-ı Hakk’ın takdirine bırakıyorum. Ne çare ki düşmanlarım bütün hizmetlerime kara bir çarşaf çekmek istediler ve muvaffak oldular.(3)
’’İttihatçıların Sultan 2.Abdulhamid Han’ı tahttan indirmek için şer planları hazırladıkları devrede bir Rum Meb’usun feryadı çok şayan-ı dikkattir.
Şöyle ki:İttihatçılar bir kısım meb’uslarla o zamanki adı Ayestefenos olan Yeşilköy’de yaptıkları gizli toplantıda,Sultan 2.Abdulhamid Han’ı tahttan indirme kararı alınca Bir Rum Meb’us;’Yapmayın Efendiler !!Günahtır günah.Sultan Abdulhamid Han bu Memleketin nurudur.Dünyada denge unsurudur.Onu tahtından indirirseniz Mük-ü Millet harabolur.Dünya perişan olur.’’diye feryad etmiştir.
Onun bu feryadını o zamanın meb’uslarından olan ve bu toplantıda bulunan bilahere Şer’iyye Vekilliği de yapmış olan Hulasatül Beyan adlı tefsir yazarı Konya’lı Vehbi Efendi bir çok kişilere nakletmiştir.
Ne yazık ki,dünün ve bugünün pek çok kişileri,Sultan 2.Abdulhamid Han’ı bir Rum meb’us kadar anlayamamışlardır.(4)
SULTAN 2.ABDULHAMİD HAN’IN HAL’İ..
27 Nisan 1909 günü Ayan ve Meb’uslar Meclisi toplandı.Ayan’dan Gazi Ahmet Muhtar Paşa Kürsüye gelerek önceden kararlaştırıldığı gibi Padişahın Hal edilmesini teklif etti.Bu teklif kabul edildikten sonra yine Gazi Ahmet Muhtar Paşa Hal kararının bir fetvaya istinat ettirilmesi luzumuna işaret etti.
İttihatçılar şer planlarına kılıf olarak zorla bir fetva yazdırdılar.Hal fetvasının ilk müsveddesini meb’uslardan Elmalılı Hamdi Yazır Hoca yazdı.Fetvada;Sultan Abdulhamid Han’a 31 Mart isyanına sebep olmak,Din kitaplarını tahrif etmek,yakmak,Devletin Hazinesini israf etmek,insanları suçsuz oldukları halde idam ettirmek...asılsız suçlar isnat ediliyordu.
Tal’at Paşa’nın ısrarı üzerine Fetva Emini Hacı Nuri Efendi bu suçlamaların iftira olduğunu ileri sürerek bu fetvayı imzalamak istemedi.
(Tal’at Paşa Selanik’te Posta ve Telgraf memuru idi,Yahudi asıllıdır.Hatıratında bizzat kendisinin de açıkladığı gibi Bektaşi ve Masondu.Ayrıca masonların Meşrık-ı Azamıydı.Askeriyeden yetişmiş bir Paşa da değildi.Kendisine Paşalık sonradan verilmiş bir ünvandı.Zira Osmanlı Devletinde Paşalık iki türlü elde edilirdi.1.Askeriyeden terfi ede ede gelen Paşalık.2.Padişah Efendimiz tarafından verilen ünvanla Paşalık.Tal’at Paşa’ya verilen ünvan bilahere Osmanlı Devletinin yıkılışına sebebiyet verilmesinden dolayı Divan-ı Harp kararı ile alınmış,onbaşılığa indirilmişti)
Ancak Hal edilmezse öldürürler’’denilince imzalamak mecburiyetinde kaldı.Meclis bu fetva gereği Sultan Abdulhamid Han’ı Hal kararı aldı.Nihayet Hal kararını Padişaha tbliğ için Ayan ve Meb’usan’ı temsilen bir Heyet seçilmiş ve Yıldız Sarayı’na gönderilmişti.
Sultan Abdulhamid Han’a Hal’ini tebliğ için Yıldız Sarayı’na gönderilen Hey’etin teşekkül tarzı ise Türk Tarihinin en yüz kızartıcı hadiselerinden birisi oldu.Bütün Osmanlı Tebaasını temsil etmesi gerektiği iddiası ile teşekkül olunan Hey’ette tek bir Türk yoktu.
Bunlar yahudi Emanuel Karosso,Ermeni Aram Efendi,Arnavut Es’at Toptani,uzun yıllar Padişahımızın yaverliğini yapmış olan Laz Arif Hikmet Paşa idiler.
Padişah,Hal kararını tebliğe gelenlerin,kimler olduğunu Mabeyn Başkatibi Cevat Bey’e sorup öğrenince:-Bir Türk Padişahına,İslam Halifesine Hal kararını bildirmek için bir yahudi,bir Ermeni,,bir Arnavut ve bir nankörden başkasını bulamadılar mı?demekten kendini alamadı.
Bu Hey’et Padişaha giderek:Bu Millet seni azletti dediler.Padişah Efendimiz:-Hal etti demek istiyorsunuz diye kelimeyi düzelterek:-Ben Türklerin ve Müslümanların Halifesiyim.Hal edecekse beni onlar Hal etmeliydi.Sen Yahudisin,Sen Ermenisin.Sen Arnavutsun .Sen de nankörsün diye çıkıştıktan sonraüç kere’’Zalike takdirül azizil aliym.’’dedi ve bundan Saray ve Ordu titredi.
(Hal kararını tebliğe gelen bu kişiler kullandıkları,kullanacakları kelimeyi dahi bilmiyorlardı.Hal yerine Azil kelimesini kullanıyorlardı.Oysa Amir memurunu azledebilir.Padişahın üstünde bir kuvvet yok ki!!Onu azletsin.)
Tarihimizin en büyük lekelerinden birisi olan bu hadise aynı zamanda Türk Milletine yapılan en büyük hakaretleerden biriydi.
Sultan Abdulhamid Han’ın aleyhinde olanların akibetleri ise çok feci oldu.Bunların ele başlarından Yahudi Tal’at Paşa,kaçtığı yer olan Berlin’de 1921’de 49 yaşında Ermeniler tarafından,Cemal paşa 1922’de 50 yaşında yine Ermeniler tarafından öldürüldüler.
Resne’li Niyazi 1912’de 39 yaşında kendi çiftliğinde öldürüldü.Hareket Ordusu Komutanı Mahmut Şevket Paşa,11 Haziran 1913’de arabasının içinde vurularak öldürüldü.Yakup Cemil ise Kağıthane Deresi’de yakalanıp kurşuna dizildi.(5)
Sulatan 2.Abdulhamid Han,Türk tarihinin ender kaydettiği çok büyük bir şahsiyyetti.Dünya Siyaset Tarihinin en büyüklerindendi.Onun siyasi dehası cihanşümüldü.
Belki de bu büyüklüğü yüzünden anlaşılamadı ve aleyhinde yerli yabancı düşmanlar her şeyi söylediler.Hayatı,Yahudiler,Ermeniler,Balkan Komitacıları ve bütün yıkıcı şer kuvvetler ile mücadele içerinde geçti.
Çeşitli entrika ve iftiralarla Onu tahtından indirip ülke idaresini ele alan İttihatçılara,Ulu Hakan Sultan 2.Abdulhamid Han:’’Eğer Türkiye’yi on sene idare edebilirlerse bir asır idare ettik,desinler.’’demiş ve neticeyi de o anda işaret etmişti.
Nitekim o tarihten itibaren,Osmanlı Devleti hızlı bir şekilde parçalanma sürecine girdi.Önce Tarblusgarb’ı İtalyanlar işgal etti.Sonrasında Balkan Harbi bozgunu başladı.Yunanistan,Bulgaristan ve Karadağ aralarında anlaşıp Türklerin üzerine çullandılar.
Sultan 2.Abdulhamid Han’ın kurduğu Balkan dengesini ortadan kaldırmak suretiyle aynı Balkan ülkeleri bu dengeye saygı besleyen Avrupa Devletlerini birbirine düşürdüler.Dünyanın en şaametli hadiselerinden birisi olan 1.Cihan Harbine böylece sebep oldular.
Sultan 2.Abdulhamid Han devrinde dünyanın dört büyük gücünden biri olan ülke;İşkodra’dan Basra Körfezine,Karadeniz’den Sahra-i Kebir çöllerine kadar uzanıyordu.Sultan Abdulhamid Han devrinde yedi milyon kilometreden fazla olan vatan toprakları on yıldan kısa bir zamanda elden çıkarılarak bugün itibariyle 784.578 kilometreye inmiştir.
Sultan 2.Abdulhamid Han’dan sonra idareye Sultan Abdulmecid’in oğlu Sultan Mehmet Reşad tahta çıktı.Ancak Sultan Reşad devrinde Devlet yönetimi tamamen İttihat ve Terakki Partisi’nin elinde idi.Padişahı hiçbir işe karıştırmıyorlardı.
Miladi 1909’dan sonra idareye hakim olan İttihatçıların en başındaki elebaşılar;Talat Paşa,Enver Paşa ve Cemal Paşa üçlüsü,1.Cihan Harbi neticesinde geride Mondros Mütarekesini imzalamak zorunda kalan bir Hükümet bırakarak koskoca İmparatorluğu yıkıp,harab-ı turab ettikten sonra,bir gece yarısı Alman denizaltısı ile ülkeyi terkedip kaçtılar.(6)
(Mondros Ateşkes Anlaşmasını,31.Ekim 1918’de Limni Adasının Mondros Limanında bir gemide İttihat ve Terakki Partisi’ninİzzet Paşa Hükümeti adına Bahriye Nazırı olan Rauf(Orbay)Bey başkanlığında bir Hey’et imzaladı.Bu Anlaşma ile Osmanlı Devleti yenilmiş kabul ediliyor,Ege,İstanbul,Vilayet-i Sitte işgal ediliyor,tüm haberleşme ve ulaşım İtilaf Devletlerinin kontrolüne giriyordu.İlk işgaller başlıyor,Osmanlı Devleti fiiilen yok sayılıyordu.)
Bu acı mağlubiyet neticesinde diğerleri ile beraber Divanıı Harbe sevkedilen Enver Paşa,vatanı terkedip kaçmadan önce,Mersin’li Cemal Paşa’ya şu itirafta bulunmuştur:
’’Paşam! Paşam! Harbin hesabını vermek bir şey değil,ona üzülmüyorum.Fakat biz Sultan Abdulhamid Han’ı anlıyamışız.Yahudilere,Masonlara hizmet etmişiz.İşte buna üzülüyorum.’’
***
SULTAN ABDÜLHAMİ̇D HAN’IN RUHANİ̇YETİ̇NDEN İ̇STİ̇MDAT
Nerdesin şevketli Sultan Hamid Han?!
Feryadım varır mı bârigâhına?
Ölüm uykusundan bir lahza uyan,
Şu nankör milletin bak günahına.
Tahrike yeltenen tac ve tahtını
Denedi bu millet kara bahtını
Sınadı sillenin nerm ü sahtını
Rahmet et sultanım sûz-ı âhına
Tarihler ismini andığı zaman
Sana hak verecek ey koca Sultan!
Bizdik utanmadan iftira atan
Asrın en siyâsi padişahına.
Padişah hem zalim hem deli dedik,
Îhtilale kıyam etmeli dedik,
Şeytan ne dediyse biz belî dedik,
Çalıştık fitnenin intibahına!…
Divane sen değil, meğer bizmişiz
Bir çürük ipliğe hülya dizmişiz,
Sade deli değil, edepsizmişiz,
Tükürdük atalar kıblegahına!
Sonra cinsi bozuk, ahlakı fena
Bir sürü türedi girdi meydana,
Nerden çıktı bunca veled-i zina!
Yuh olsun bunların ham ervahına!!
Bunlar halkı didik didik ettiler
Katliâma kadar sürüp gittiler,
Saçak öpmeyenler secde ettiler,
Bir asi zabitin pis külahına!
Bu gün varsa yoksa ... ...
Şöhretine herkes fuzulî dellâl
Alem-i ma’nadan bak da ibret al
Uğursuz tali’in şu gümrahına!
Haddi yok alçakla derde girenin,
Sehpâ-yı kazaya boyun verenin!
La’netle anılan cebâbirenin,
Rahmet okuttu bu en küstahına!
Çok kişiye şimdi vatan mezardır!
Herkesin beladan nasibi vardır!
Selamete eren pek bahtiyardır,
Bu şeb-i yeldanın şen sıyâhına.
Milliyet davası fıska büründü!
Ridâ-yı diyanet yerde süründü!
Türk’ün ruhu zorla asi göründü,
Hem Peygamber’ine, hem Allah’ına!
Sen hafiyelerle dem sürdün ancak
Bunlar her tarafta kurdu salıncak
Eli, yüzü kara bir sürü alçak
Kement attı dehrin mihr ü mâhına!
Bu itler -nedense- bana salmadı,
Belalıydı başım kimse almadı!
Seyrandan başka da bir iş kalmadı,
Gurbet ellerinin bu seyyahına!
Hoş oldu cilvesi cumhuriyetin!
Tadı kalmamıştı meşrutiyetin,
Deccala zil çalan böyle milletin,
bundan başka çare yok ıslahına.
Lakin sen sultanım gavs-ı ekbersin!
Ahiretten bile himmet eylersin.
Çok çekti şu millet murada ersin
Şefaat kıl şâhım medet hâhına.
Rıza Tevfik Bölükbaşı
Lûgatçe:
istimdâd: Medet ve yardım istemek.
şevketli: Ulu, yüce.
bârigâh: İzinle girilecek yer, huzur, makam.
lâhza: An, kısa zaman parçası.
beli: Evet
intibâh: Uyanmak.
ervâh: Ruhlar, canlar.
sehpâ-yı kaza: Îdam sehpası.
cebâbire: Zâlimler,
şeb-i yeldâ: En uzun gece
meded-hâh: Yardım bekleyen.
tahkîr: Hakir görme, hakaret etme
nerm ü saht: Yumuşak ve sert
ridâ-yı diyânet: Dînin örtüsü
fuzûli dellâl: Boşboğaz tellâl
dehrin mihr u mâhı: Devrinin güneşi ve ayı
saçak öpmek: Sarayda bayramlaşma merâsimine katılan büyükler, padişahın
tahtından sarkıtılmış saçakları öpmek.
Necip Fazıl Kısakürek bu manzumeyi Büyük Doğu’da aslına sadık kalarak yayınlıyor.. Fakat bu manzumeyi bize bize gönderen okuyucu, mısralardan birini yazdıktan sonra karalamış, eksik bırakmıştır. Onu takip eden mısralarsa belli başlı bir şahıstan bahsedildiğini açıkça gösterdiği için bunun kim olduğunu anlamak lazımdır.
Eksik mısrayı takip eden kafiyelere ayrıca vezinde noksan kalan beş heceyegöre bu İsim Mustafa Kemal olabilir. Fakat ayni esaslara yüzde yüz uygun olarak tek ve müşterek hüviyet ifadesiyle Enver ve Cemal de olabilir.
Rıza Tevfik’in siyasî temayüllerini ve mücadele hedeflerini bilenlerce, birinci hüviyetle ikinciler arasında fark yoktur… Görülüyor ki, tam yüzde ellişer ihtimalle iki hüviyet kutbu üzerinde de temerküz edebilen bir ifade karşısındayız…”
“Yine manzumenin Rıza Tevfik’e ait olduğunu bilenlere başvuruyor ve şu cevabı alıyoruz:-Kat’i olarak hatırımızda değil, fakat Enver ve Cemal olsa gerek… Zira Abdülhamid’in Ruhaniyetinden İstimdat isimli bir hücum manzumesinde
hatıra ilk gelecek zümre İttihat ve Terakki, ilk gelecek isimler de Enver ve Cemal‘dir. Mustafa Kemal‘in Abdülhamid’le birinci planda bir alâkası olmamıştır.”
“Bu yeni tahmin ve tefsir, karalanmış mısradaki ismin (Enver ve Cemal) olması ihtimalini biraz daha yükseltmiştir. Ondan evvelki mısralarsa, okuyucunun bize apaçık yazdığı gibi:
“Etek öpmeyenler secde ettiler
Bir asi zabitin pis külahına.” şeklindedir.
Bu da Enver ve Cemal ihtimalini, Mustafa Kemal’den daha fazla hatıra getirmektedir.Zira Enver, tâbi olduğu padişaha karşı doğrudan doğruya isyan ve harekete geçmiş bir zabittir.”
“Manzumenin aslını Rıza Tevfik’den öğrenmek istiyoruz. Kendisi müsbet ve menfi hiç bir şey söylemiyor; sadece manzumenin aslını gizliyor ve mahut isim, hakikatte ne olursa olsun, bizce tam bir meçhul halinde kalıyor. Fakat bütün
bunların manzumenin ruhu ve bizim onu neşretmemizdeki maksat bakımından hiç bir kıymeti yok…
Biz, yepyeni bir ideolocya ve dünya görüşünün bağlıları Büyük Doğu’cular, manzumeyi, esasen fâni şahıslar üstü ruh ve manasıyle ele alacağız. Bunun için de, okuyucunun sildiği kelimeleri, zaten tam tahkik edemediğimiz için
noktalıyoruz!
“Bir asi zabitin” kelimelerini de, kendi elimizle silerek, herhangi müşahhas bir ifadeye kimsenin takılmasını istemiyerek, davaya mücerret ve sembolik bir eda vererek bilhassa askerleri ve zabitleri tenzih fikrini güderek, noktalarla gösteriyoruz.
Yani, noktalarla gösterdiğimiz iki eksik mısradan birini okuyucu silmiştir, öbürünü de biz. Maksadımız da, davayı küçük şahıs planından çıkarıp büyük tarihî, içtimaî, ruhî, ahlâkî teşhis planına intikal ettirmek, böylece şu veya bu şahısla doğrudan doğruya hiçbir alâkamız olmadığını göstermektedir. Her şey, manzumenin bütünündeki ruh ve manadadır.”
***
NOT: Rıza Tevfik ölüm döşeğinde şunları söylemiştir:
“Ben bu şiiri Türk milletine hakaret kasdıyla değil, tamamıyle aksi olarak,Türk milletini ölüme götüren bir zümreyi teşhir ve Abdülhamid Han’a edilen iftiraları tesbit gayesiyle yazdım.
31 Mart vakasını tertiplediği isnadı altında tahtından alaşağı edilen büyük hükümdar, bu isnadla, sade iftiraların değil, tertiplerin de en hainine hedef tutulmuştur.
31 Mart’ı tertipleyen İttihatçılar ve bu işe memur edilenler arasında bizzat ben varım.
31 Mart’ı kışkırtma ve körükleme işini Selim Sırrı ile Rıza Tevfik idare etti.
Hasta yatağımdan söylediğim bu sözlere tarih kulak kabartsın.”
***
Necip Fazıl Kısakürek bu şiiri yıllar sonra Büyük Doğu dergisinde yayınlamıştı.Bu yüzden Savcılık Basın Bürosu tarafından, Atatürk’ün, Türklüğün(!) ve Türk milletinin (ne alakası varsa!) manevi şahsiyetini tahkir ve tezyif ettiği, padişahlık propagandasıyaptığı gerekçesiyle hakkında dava açılmıştı. Ayrıca Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun
104 ve 125. maddelerine göre tutuklanması talep edilmiş ve 1. Sulh Ceza Hakimliğine sevk edilmişti.
Necip Fazıl Kısakürek, 6 Haziran 1947 tarihli mahkeme sorgusunda, Türklüğe hakaret etmediğini, bu şiirin daha önce yayınlanan ilmi yazıların hissi bir hükmü altında dergide yayınlandığını söylemiştir.’’(7)
YARARLANILAN KAYNAKLAR:
1.Yasin ÖZEN / Beyanat Dergisi Nisan Ayı Sayısı
2.Derin Tarih-Ağustos.2019-Ahmet Uçar
3.Ayşe Sultan-Hatıratım
4.Kızıl Sultan mı Ulu Hakan mı-Kamer Neşriyat-1998.s.23-25
5.a.g.e.-S.26
6.a.g.e-s.30
7.Anadolu Şairleri.com.
23.04.2024//KIRIKKALE
HİDAYET DOĞAN OSMANOĞLU
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.