- 244 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BEN ŞAİR DEĞİLİM
Türk halkının geleneklerinde, hatta genlerinde vardır şairliğe özenti. Hemen her âşık olan, özellikle erkekler, sevdiklerine şiir diye bir şeyler karalar. Bunlardan bazıları gerçekten de şiir olabilir. Halk şiirlerinin çoğu böyledir meselâ. Ben de aynısını yaptım işte. Duygularımı haykırabilmek, açığa vurabilmek için, şiire benzetmeye çalıştığım bir şeyler karaladım. Hatta, adına şiir deme gafletini de göstermiş olabilirim. Bu yüzden gelmiş geçmiş tüm şairlerden özür dilerim. Şiir yazmak, önce yetenek, sonra da eğitim ister. Bize düşen amatör olmayı, yani şairliğe özenen kişi olduğumuzu kabul etmektir. Ben bunun itirafı niteliğinde, hazırladığım ’’ Şiir gibiler ’’ kitabımın başlığını da ’’ Ben şair değilim ’’ koymuştum. Henüz yayınlamadım üstelik. Belki de hiç bir zaman yayınlamam.
İşte o gün sınıfta okuduğum, onlarca defa yırtıp yeniden yazdığım, hem aşkımı haykırmak, hem de açığa çıkmaktan korktuğum şiire benzettiğim sözlerdi onlar. Fakat, şu iddiamda da ısrarlıyım ki ; ispatı daha önce yapılmıştır : İyi bir okuyucuyum. O gün şiir diye okuduğum sözleri okuduğumda ; sınıfta kopan alkışı ancak o anı yaşayabilenler anlar. Üstelik ısrarla ve uzunca bir alkıştı bu. Hocamın sözleri ise şöyleydi :
- Nedir bu evladım ? Kendimi bir anda Devlet Tiyatrolarından birinin sahnesini izliyor sandım. Ne kadar uzundu ve sen ezbere okudun. Kim yazmış bunu ?
- Kendim yazdım hocam.
- Şiir olarak bir şey diyemem ama okuma şeklin muazzamdı. Sonra yazılısını isteyip eleştirilerini sıraladı.
- Sanki iki bölüm gibi. İlk bölümde başkası, diğerinde başkası görünüyor. Bu soruya cevap vermedim. Çünkü ben kasten öyle yazmıştım. Sınıfta bile iki ismin üzerinde duruldu. Yani tek kişiyi açık etmemiş gibi oldum. SB. de ısrarla yazılı bir nüsha istedi. Defalarca ısrar etmesine rağmen inat ettim, vermedim. Gücendi elbet. Halâ çekiniyordum, açığa vurmaktan korkuyordum. Aslına bakarsanız ; en çok da reddedilmekten, karşılıksız olduğunun tescillenmesinden korkuyordum. Böyle kalması tercihimdi.
Dönem böyle bitti, sınıflarımızı başarıyla geçtik. 1977 yılı, ülkenin en karanlık günlerinin yoğunlaştığı yıldı. Sokak kavgaları, yürüyüşler, cinayetler hızlandı. Her semt, mahalle hatta şehirler değişik siyasi grupların hakimiyetine girmeye başladı. Ben Lise sona geçtiğim ve Üniversite adayı olduğum için kurs aramaya başladım. Ablamlara yakın olduğu için Beşiktaş’ta bir dershane seçtim ve hafta sonları kursa gidiyordum. Gerek kurs günleri gerekse film alma günlerim İstanbul’da geçiyordu. Beyoğlu, Yeşilçam, İstiklâl Caddesi, Taksim en uğrak yerlerim oluyordu. Film oyuncularının, figüranların uğrak yerlerine de gitmeye, onları izlemeye başladım. Devam ettiğim kuaförde, Ses mecmuası yarışmalarına katılan bazı adayları izledim. Ben de aklımdan geçiriyordum. Hatta, film aldığım şirketlerinden birinin sahibinin oğlu, kendi adına filmler yapmaya, baş rollerde oynamaya başladı. Fakat, ne ortam hoşuma gidiyordu ne de onun tavırları. Beni de ilk başta figüran olarak oynatmak istedi. Fakat, onun bile amacı, birlikte oynadığı kadın oyunculardan yararlanmaktı. Çocuk yıldızlıktan yeni çıkmış genç bir kızı filminde oynatma amacının bile ondan yararlanmak olduğunu açığa vuruyordu. Oraya gelip giden, sözde kadın sanatçıların hareketleri ve konuşmaları da beni bu oyunculuk hevesinden uzaklaştırdı. Öyle rezil bir dönemde, figüran olarak bile, en ufak bir rolde oynamadığım için çok mutluyum. Rezil bir sahnede oynasaydım, şimdi herhangi bir yerde gösterilmiş olsaydı, utancımdan intihar etmeyi bile düşünürdüm. Rahmetli Suphi Kaner’ in öyküsünü okumanızı tavsiye ederim. Kendine yakıştıramadığı bir sahnede oynamamak için intihar etmiş.
O yaz, annemin son eşinin öldüğünü öğrendim. Daha sık gitmeye , annemle kaynaşmaya çalıştım. Ağabeyim, yıllar sonra annemin yanına , evine döndü. Bıçaklandığından sonra okulu bırakıp, iyice siyasete atılmış, daha sonra askere gidip dönmüştü. Evlenip, anneme yakın bir ev kiraladı. Onunla da aramız düzelmeye başladı. Ben şimdi de olmayacak başka bir rüyaya dalmaya, olmayacak hayaller kurmaya başladım : Eşi öldüğüne göre, annem yeniden babama döner miydi ? Zamanı geldiğinde, anneme teklif etmeye niyetlendim. Sadece biraz zaman geçmeliydi.
Beni bazen içimden bir el, bazen de dışarıdan birileri, öyle bir yönlendirmiştir ki ; bunlar hayatımın çok önemli dönüm noktaları olmuştur. Konyalı, eski kahve ve bakkal dükkânın olduğu binayı yıkıp, yerine üç katlı yeni bir apartman dikti. Alt katına yine kahve ve bakkal dükkânı yaptı. Üstte, altı tane lüks daire. Kurtköy’ün, o günlerdeki en güzel binası ve daireleri. Kiraya vermeye de başlamış. Kendisi ve küçük oğlu Necmi ağabey, halâ arkadaki tek katlı eski evlerinde oturuyorlar. Büyük oğlu Lütfü ağabeyin evi de köy içinde ama o da yeni. Hatırladığım kadarıyla, beni çok seven yaşlılardan biri, Muharrem amca, beni o dairelerden birini kiralamaya itti. Durumumuz gerçekten de iyiydi. O kadar cazip geldi ki ; fazla düşünmeden gidip konuştum, Konyalı İsmail amcayla. Çocuklarıyla konuşup cevap vereceğini söyledi. Ertesi gün yedi yüz lira kira ile anlaştık. Çok yüksek bir rakamdı bu ama verebiliyordum. Üstelik bir anda, tüm sefalet görüntümün bitmiş olacağı, sınıf atlayacağım inancına kapıldım. Artık, kimse beni sefil görmeyecek, aşağılamayacak, alaya alamayacaktı. Aşağıdakilerden biriyken, birden bire yukarıdakilerin yanına varmış gibiydim. Bir kaç gün içinde taşındık. Yeni eşyalar, koltuk takımı, halılar, yeni yataklar bile aldık.
Okullar açıldığında, daha neşeliydim, kendime güvenim artmıştı. SB. bu defa tam da arka sıramda oturuyordu. Tüm gün ense tıraşımı seyrediyordu yani. Çok fazla konuşamadığımız, samimi olamadığımız, aslında kimseyle fazla konuşmayan, sıra arkadaşım Kemal’e, sürekli yeni evimizi anlatıyordum. Üstelik, o kıza duyurabilmek için çaba sarf ederek. Sınıfta daha fazla konuşmaya, daha fazla şımarmaya başladım desem doğrudur. SB. bu arada, geçen dönem sonu okuduğum şiirde, hedef şaşırtmak için söz ettiğim diğer ismin sahibi olan kızla arkadaşlık etmeye başladı. Sık sık, beni yanlarına çağırıp, konuşturmaya, itiraf almaya gayret ettiler. Ama, inadım inat elbet.
Cumhuriyet bayramına bir kaç gün kala, okulun diğer Edebiyat hocalarından Nurettin bey sınıfa geldi. Güzel şiir bilen, okuyan birini arıyormuş. Bayramda okulu temsil edecek tek kişi olacakmış. Hemen parmak kaldırdım. Sadece İstiklâl Marşı dediğimde, ’’ Çok demode ’’ deyip reddetti önce. Başka talip çıkmayıp ben de ısrar edince, dinlemek istedi. Aslında çok gönülsüzdü. Boş bir sınıfa gittik birlikte ve ben başlayıp bir kaç kıta okuduğumda, hemen kabul etti. Şimdi gönlümden geçen, o kızın da törende olması ve çok güzel okuyacağımdan emin olduğum İstiklâl Marşı şiirini benden dilemesiydi. Fakat, gelmeyeceğini söyledi bile. Hayal kırıklığına uğradım.
Pendik sahilinde, şimdiki Atatürk heykelinin olduğu yerde yapıldı tören. Pendik’in bütün okulları orada toplandı. Kürsüye çıktığımda, tam karşımda, İlk öğretmen annem,, İlhan öğretmenimi gördüm. Heyecanla beni izliyordu. Arkamda, Ordu komutanı, Kaymakam, Müdür ve Beden eğitimi hocamız. Önce hocama seslenip selâmladım. Duygulandığı o anda belli oluyordu. ’’ Mehmet Akif Ersoy’dan Kahraman Ordumuza, İstiklâl Marşı ’’ diye başladığımda , ilk alkış koptu. Tören alanının arka tarafında toplanmış Ülkücüler en çok alkış ve slogan atıyorlardı. Her dörtlük bitiminde alkış ve sloganlar devam etti. Dörtlük aralarında, beklememem için arkamdaki Beden hocası ikaz ediyordu. Ben ezbere okuyordum ama o elindeki yazıdan bana hatırlatma yapmayı bekliyordu. On bir kıtanın tamamında alkış ve sloganlar devam etti. Hayatımın en güzel günlerinden birini yaşadım o an. Önce kürsüdekiler öptüler. Sonra İlhan öğretmenime gidip elini öptüm. Gözleri yaşlıydı. Defalarca ’’ Yavrum ’’ deyip öptü. Sonra diğer insanlar, yaşlılar özellikle kucaklayıp öptüler. Siz abarttığıma inanın ama ben öyle söyleyeceğim : İstiklâl Marşı’nın Mecliste okunduğu ilk anın heyecanına benzer bir heyecan yaratmıştım o gün, tüm vatansever insanların yüreğinde.
Ertesi gün okulda, önce Edebiyat öğretmenimiz Ece hanım tebrik etti. Sonra Ülkücü öğrenciler ziyaret ve davet etmeye başladılar. Nazikçe reddettim elbet. Ülkücü bir kız da ’’ Kimya çalıştır ’’ bahanesiyle musallat olmaya başladı. Kısa sürede sınıftaki başka bir Ülkücü kızdan solcu olduğumu öğrenince vaz geçti. SB’ nin yeni kız arkadaşı da çok güzel okuduğumu anlatırken ben de duydum. Kısa süre sonraki 10 Kasım için okul bahçesinde yapılan tören için de yine ben seçildim. ’’ Gençliğin Ata’ya cevabı ’’ nı okudum.
Şimdi sıra, anneme yapmak istediğim teklife geldi. Önce babamla konuşmam gerekiyordu. ’’ Senin için çiğ tavuk bile yerim oğlum ’’ dedi babam. Annem ise ’’ Bana babanın sözünü etme ! ’’ deyip bir süredir aralarında uçtuğum, hiç inmeyi düşünmediğim bulutların üzerinden, tepemin üzerine yere çakıverdi beni.
- Bundan sonra benim de annem yok o zaman, deyip uzaklaştım.
Fikret TEZEL
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.