- 305 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
Adana yanıyor
Tehditkâr, isyankâr ve şaşkın bir çığlık yankılanıyordu, akşamın karanlığında, silahın her patlamasıyla.
Beşinci patlamayla beş ocak meydanındaki çimler, kana doymuşlardı.
Yerde yatanın başında, elinde silahıyla bekleyen kır sakallı, minyon tipli genç adam, bir sigara yaktı , yavaşça yere diz çöktü ve Kadir’in kulağına “bak gördün mü dedi “Talih, kader, kısmet beş kurşunmuş”, cesedin üzerine 5 demir lira bırakırken... kısa bir süre sonra ayağa kalktı, ürkekçe bakındı etrafına , aceleci adımlarla köşede Kemeraltı Camii’nin önünde kendisini bekleyen bordo renkli Şahine yöneldi, sağ arka koltuğuna oturdu ve olay yerinden uzaklaştılar.
Kadir, gücünün son kırıntılarını toplayıp, ayağa kalkmaya çalışsada başaramadı. Sağ elini göğsüne götürdü, hala kan akıyordu yaralarından. Katilinin göğsüne bıraktığı beş demir lirayı aldı avucuna ve sürünerek anıtın girişindeki bayrak direklerine kadar ilerleyebildi. Sırtını direğe yasladı güç belâ, avucundaki demir liralara baktı… “Geliyorum” dedi.
…
Kapıyı, uzunluğu ayak bileklerine kadar ulaşan,siyah dekolte kıyafeti içerisinde,kıvırcık simsiyah saçları bembeyaz teni üzerinden bir heyelan gibi pürüzsüz boynuna ve omuzlarına akan,kıpkırmızı dudaklarından kaçıp, gece gözlerine tutsak olacağın, çıplak ayaklı bir kadın açtı.
Nefesi tutulmuş, kaçmak ile kalmak arasında bir türlü karar veremiyor, kapı eşiğinde öylesine duruyordu, bardaktan boşanırcasına yağan yağmur iliklerine işlerken. Üşüyordu. “Geç istersen” dedi tanrıça “geç kaldın…” ılık, büyüleyici bir sesle eğilip kulağına… ve Kadir olur dedi... Yüzünde hafif bir gülümseme vardı, kolları yanlara düşüp, son nefes ciğerlerini terk ettiğinde …
Haber telsizden geçildiğinde karakola yeni gelmişti Serap. Kıbrıs Caddesinde çıkan mahalle kavgası epeyce büyümüş , gençler arasında başlayan ağız dalaşı daha sonra akrabaların da katılımıyla kanlı, bıçaklı bir Meydan savaşına dönüşmüştü. Bir ölü, ikisi ağır tam sekiz yaralı vardı hesapta. Neredeyse tüm mahalleliyi toplamışlardı karakola. Şimdi teker teker ifadelerini al, rapor yaz, savcıyı bekle vs. vs. Bu gece de sabahçıyız dedi, yamuk metal bacaklarındaki gri kaplamanın altından paslanmaya yüz tutmuş çinkosu görünen emektar sorgu masasına doğru ilerlerken. Halbuki Eda ve Melike’yle Hadırlı’da Kebab yiyeceklerdi bu akşam. Biraz sonra ararım dedi. Üzülecekler ama görev görevdir dedi homurdanarak.
Koltuğuna oturdu . Şehit Mustafa Ağabeyin emektar daktilosunu kaldırıp yerine bir bilgisayar koymuşlardı iki yıl önce, merkezi sisteme bağlanıp diğer birimlerle daha kolay iletişime geçebilsinler diye. Gerçi haklıda çıkmışlardı sonunda. Fakat şu sorgu odalarına da biraz yatırım yapsalardı keşke diye düşündü, duvarları mesela açık maviye boyasalardı, yerler parke döşeme, koltuklar pembe !! Dudaklarında bir gülümseme hissedince hemen kendini toparladı, boğazını kısa ama sert bir öksürükle temizleyip ellerini klavyeye uzattı. Kullanıcı adını ve şifresini girdi , artık olay raporunu yazabilirdi.
“… saat 17:30 da Kıbrıs Caddesinde kavga ihbarı üzerine gönderilen ekip, olayın büyüdüğünü , takviye ekip ….” derken kapı vuruldu , vuruş frekansından çalanın acelesi olduğu anlaşılıyordu. “Gel!” diye bağırdı Serap. Kapının ardından karakolun çaycısı Selim kafasını uzatıp, “Abla çay içermisin? , taze demledim…” diye sordu. “Ver bakalım Selim’cim zamanı gelmişti zaten..” dedi Serap …
Selim çayı masaya bırakıp , çıkmak için tekrar kapıya yöneldiğinde az kalsın Karakol Amiri Başkomiser Muhsin Bey ile kafa kafaya çarpışıyorlardı. Muhsin Bey, kenara çekilip Selim’e yol verdi , yüzüne bile bakmadan. Daha sonra, hızlıca sorgu odasına girdi ve Serap’ın masasının önündeki eğreti sandalyeye oturdu. Sinirli olduğu her halinden belliydi. Selim kapattı kapıyı.
Serap merakla karışık korkulu bir bekleyiş içerisinde, amirinin gözlerine bakıyordu pür dikkat. “Emredin Amirim “ diyebildi sadece…
“Küçük Saat’te silahlı saldırı !”
“Telsizden şimdi haber geçtiler amirim, duydum”
“Adam’ı Cami önünde hemde 5 Ocak Anıt’ının önünde sermişler yere…”
“Bugün Adana yanıyor amirim, bizim olaydada bir ölü vardı bugün”
“Kimmiş?”
“Daha belli değil amirim, arkadaşlar soruşturuyorlar”
“Bizimki belli : Adı Kadir Solmaz, 40 -50 yaşlarında, saçı sakalına karışmış serseri tipli bir adam, Elazığ doğumlu, sol kolu ameliyatla alınmış, beş kurşun çakmışlar göğsüne . Sağ elinin avucunda beş demir lira bulmuşlar ve eli yüzü kum içerisindeymiş…”
Kapı tekrar çalınmaya başlamıştı. Frekansa bakılırsa çaycıdan daha acelesi vardı gelenin. “Gel!” dedi Serap. Kapıyı bir polis memuru açtı, heyecanlı bir sesle “Amirim!, Kadir Solmaz bugün öğleden sonra Şakir Paşa Hava Limanı’nda , kaçakçılık şüphesiyle tutuklanıp, bizim karakola getirilmiş, sorgu işlemlerinin ardından , savcılığa sevk edilmek üzere nezathaneye alınmış, tutanaklara göre halâ burada olması gerekiyordu, amirim!” dedi.
Birbirlerinin gözlerinine şaşkınlıkla bakıyorlardı ! Muhsin Bey hiddetle ayağa kalkıp “Nasıl olur bu! ” diye bağırdı, “nöbetçi memuru bul benim odama getir “ dedi memura. “Serap sende tüm Ekip, Tim , Büro amirlerini, bir saat içerisinde büyük toplantı odasında topla, Kadir’in gelişinden karakolu terk edişine kadar , içerde ve dışarda tüm kamera kayıtlarını da getir toplantıya ! Kahretsin !… nasıl olabilir bu inanamıyorum !” Dedi ve kafasını sallayarak çıktı odadan …
“Baş üstüne amirim “ dedi Serap Muhsin Beyin odadan çıkışını selamlamak üzere ayağa kalkerken.
Öyle şaşkın kalakalmıştı masasının başında.
Çöktü koltuğuna. Saatine baktı, Saat 22:17’yi gösteriyordu. Bilgisayarı açtı. Toplantıya katılacak olanlara yazacağı metni sisteme girdi : “Acil Çağrı: Karakol amirimiz Başkomiser Muhsin Bey emriyle, bugün saat 23:15’te yapılacak acil toplantıya iştirakınız ivedilikle beklenmektedir. Toplantı odası : Yavuz. Tatilde veya şehir dışında olanlar, toplantıya aşağıdaki şifreli kanaldan görüntülü olarak katılabilirler. “ ve “çok gizli” ibaresiyle gerekli kişilere mesajı gönderdi.
“Şimdi sıra sende İhsan kardeş” dedi ve Telefonundaki Teknik müdür tuşuna bastı.
“Ooo, Serap Hanım umarım her zamanki gibi sadece işiniz düştü diye aramıyor, belki beni yemeğe davet etmek istiyorsunuzdur, hani geçen sefer sizin yeğenin bilgisayarındaki virüsü, temizlediğim için bana söz verdiydiniz ya, unutmadıysanız” diye cevap verdi telefonun öteki ucundaki ses.
“İhsan” dedi Serap; gevezelik yapma! biraz sonra 23:15’te yapılacak acil toplantı için, içerde ve dışarda bugüne ait tüm kamera kayıtlarını , Yavuz’un ekranında görülecek şekilde hazır et ve sende gerektiğinde telefonla yardımcı olabilmek için beklemede kal !”
“Ama… “ dedi İhsan , protesto edecekti , fakat
“Ama, mama dinlemem İhsan hazırla dediklerimi. Önemli !! “ dedi Serap ve İhsana fırsat vermeden kapadı telefonu.
Çayı soğumuştu tam Selim’i arayıp bir çay isteyecekti ki, kapı tekrar heyecanla vurulmaya başladı. “Gel!” dedi Serap. İçeri giren Kıbrıs Caddesindeki olayda görevli ekip amiri Serhat’tı. “Gel Serhat “dedi Serap. Az önce Muhsin Bey gibi o da masanın önündeki eğreti sandalyeye oturdu.
“Amirim , az önce olay yerinde bulduğumuz ceset hakkında daha detaylı bilgilere ulaşıldı. Arz etmek isterim”
“Buyur Serhat seni dinliyorum“ dedi Serap
“Ceset, Antony Alvarez” adında bir şirket yöneticisine ait ve Kıbrıs Caddesindeki olayla hiç bir alakasının olmadığı düşüncesindeyim, çünkü kendisi evvelki gün Şakir Paşa Hava Limanın’dan Almanya’ya uçmak isterken İnterpol’ün isteği üzerine tutuklanmış ve dün akşama kadar İl Emniyet’te göz altındaymış. Kendisine ait özel bir Güvenlik Şirketinin olduğunu ve Adana’ya İncirlik’te Amerikalılarla konuşmak için geldiğini söylemiş, ifadesinde”
“Çay alır mısın?” diye sordu Serap
“Sağ olun amirim iyi olur”
“Raporda da okuyacağınız üzere, Antony’nin sol kolu ameliyatla alınmış. Bulduğumuzda göğsünde beş mermi yarası tespit edilmişti ve sağ elinin avucunda beş demir lira. Ayrıca, eli yüzü kum içerisindeydi…” dedi Serhat ve raporunu Serap’ın masasının üzerine koydu. “Eğer bugün bulmamış olsaydık cesedi , günlerce kalırdı o, terk edilmiş inşaatta” dedi Serhat.
“Ha bu arada, üzerinden çıkanları gelen Evrak’ta kayda geçirtip , fotoğraflarıyla beraber rapora ekledim amirim. Eşyalar şimdi Olay yeri incelemede” dedi.
Serap listeyi incelerken, gözü güzel denilebilecek , esmer, kıvırcık saçlı, zayıfça, siyah dekolte bir gece elbisesi içerisindeki genç bir kadın fotoğrafına takıldı, yüzü pek seçilememesine rağmen dudaklarının kırmızılığı dikkat çekiciydi. Bu kadını ben nereden hatırlıyorum diye sordu kendi kendine.
Duvarda asılı televizyonda, aralıksız Adana ve Türkiye haberleri veren TV kanallarında haber sunucuları bir şeyler anlatıyorlardı.
“Teşekkür ederim. Serhat , güzel çalışmışsın tebrik ederim” dedi Serap.
Selim’in getirdiği çaylarını içerken, gözaltına alınanların sorgularının sabaha kadar devam etmesi gerektiği kararını aldılar. Komiser Serhat dışarıya çıkarken , acı acı telefonu çalıyordu Serap’ın.
“5 Ocak Karakolu, Başkomiser Serap. Nasıl yardımcı olabilirim?”
“İyi akşamlar, ben Başkomiser Ahmet, Asayiş Şube Müdürlüğü Cinayet Büro’dan ”
“Buyurun Ahmet Bey”
“Bugün işlenen iki cinayetle ilgili olarak sizinle istişaresinde bulunmak istiyorum, mümkün mü?
“Ahmet Bey” dedi Serap yüksek bir sesle. Mümkünse büroma gelin orada konuşalım. Biliyorsunuz, Telefonla bilgi aktarımı sadece özel durumlarda…” derken kapı açıldı ve içeriye kulağında telefonuyla bir sivil girdi .
“İyi akşamlar Serap Hanım, Ben Başkomiser Ahmet” dedi…
…. Devam edecek
18.03.2024 / Lüneburg
Ahmet Büyükyılmaz
Not:
Bu hikayeden önce :,
1) ’Hep son sözü o, söylerdi ...’ hikayesini okumanızı tavsiye ederim www.edebiyatdefteri.com/227810-hep-son-sozu-o-soylerdi.html
Not: Resim Sayın, Öykü Karayel’e aittir. Bu hikaye eğer bir film olsa idi, Başkomser Serap’ı onun oynamasını isterdim.