- 198 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
OSMANLI TİCARET HAYATI VE KURUMSAL YAPILAR
Osmanlı devlet örgütlenmesinde ekonomik hayatın sürdürülmesi ve üretim, tüketim çarkının döndürülmesinde ticaretin önemli bir işlevi vardı. Kendi içinde kural ve kanunları olan ‘Ahilik’ gibi sağlam geleneklere tabi alışveriş hayatının merkezinde kurumsal yapılar, sistemi ayakta tutan örgütlenmeler söz konusuydu. Bu yazımızda kısaca bunlar üzerinde duracak, aralarındaki farkları yeterince bilinmeyen bu örgütlü yapıları tanıtmaya çalışacağız.
ARASTA
Arasta, üstü genellikle tonoz veya çatıyla örtülü bir sokağın iki yanında karşılıklı sıralanan ve aynı cins malları satan dükkânların meydana getirdiği çarşı anlamına gelmekteydi. Arasta geleneği İslâm mimarisinin en önemli yapı çeşitlerinden biri olan külliyelerde var olmuş, şekillenmiştir. Geçmişte geliri külliyenin içindeki camiye vakfedilen tek tip dükkânlardan oluşan arastalar, bugünkü hâliyle; çoğu turistik olmak üzere çeşitli ürünlerin satıldığı ve kira geliri dışında camilere gelir bırakmayan çeşitli dükkânlardan oluşmaktadır. Dükkânların ayrı kapı giriş çıkışları yoktu. Bir başka ifadeyle bağımsız bölümlerin örtülür, kilitlenir ayrıca kapıları söz konusu değildi. Bir ölçüde ‘sanayi siteleri’ bu yapılanmaya benzetilebilir.
Sabahları ve akşamları birlikte açılıp kapanırlardı. Arasta, çarşılarda aynı işi yapan esnafın, ‘Lonca’ olarak (Aynı işi yapanların oluşturduğu esnaf ve zanaatkâr derneği, Ahi birliğidir. Daha sonraları bunların teşkilat üye sayıları, faaliyet alanları devlet tarafından sınırlandırılmış bu örgütlenmeye de ‘gedik’ adı verilmiştir.) bir arada bulunduğu bölümlere verilen addır. Örneğin; “Demirciler Arastası”, “Bakırcılar Arastası” günümüzde de aynı şekilde adlandırılarak hizmet vermektedir. Bunlardan Selimiye Arastası, Edirne’de Selimiye Camii altında bulunan tarihi çarşıdır. “Arasta çarşısını II. Murat, Selimiye Camiine gelir sağlamak için Mimar Davut Ağa’ya yaptırtmıştır. 256 m. uzunluğunda, 73 kemerlidir. İçinde iki yanda 124 dükkân vardır.” (1)
BEDESTEN
Dilimize bedesten olarak yerleşmiş bulunan kelimenin aslı ‘bezzâzistan’ olup Arapça ‘bezzâz’ “bez satan” demektir. Kāmus Tercümesi’ne göre (Mütercim Asım Efendi’nin iki sözlüğünden biridir. Kâmûs-ı Okyanus veya Kâmûsu’l-Muhît olarak da bilinir.) “elbise, bez veya silâh, kılıç” anlamına gelmektedir. Bedestenler başta mücevher ve değerli taşlar olmak üzere silâhlar, süslemeli koşum takımları ile değerli kumaşların da satıldığı yerlerdi. Bedesten, Türk şehir yaşamında alışverişin merkezini oluşturuyor, bütün ticari faaliyet onun etrafında cereyan ediyordu. Unutulmamalıdır ki, bugünkü AVM (Alış veriş merkezi) mantığı ve işlevi bakımından ‘modern bedesten’ niteliği taşır.
Bedestenler, İmparatorluk şehirlerinde genellikle kare veya dikdörtgen bir plan üzerinde eşit büyüklükte kubbelerle örtülü, bir çeşit kapalı çarşılara verilen addır. İlk örneğine 12. yüzyıl sonlarında Anadolu’da rastlanmış olup en eski Bedesten, 6 Şubat depreminde kısmî hasar almış ‘Kahramanmaraş Bedesteni’dir. Üstü açık arastasında; alaca/ birkaç renkten dokunmuş kumaş, köşker/ Farsça; kavşkâr-ayakkabı yapıp satan, kavaf/Arapça; hafhaf-ucuz ayakkabı, yemeni, kemer, cüzdan yapıp satan zanaatkâr ve tüccarın bulunduğu bu bedesten, ‘kapalı çarşı’ olarak hâlen faaldir. (2)
“Kâgir ve sağlam bir yapıya sahip olan bedestenlerin içinde dolap denilen satış tezgâhları, dış duvarlarına bitişik dükkânlar vardır. Dört cephesinde demir kaplanmış sağlam kapıları, yüksekte ve pek az penceresi mevcuttur. Bunların da demir kepenklerle gerektiğinde korundukları anlaşılmaktadır. Binaların içi kalın kare pâyelere dayanan tuğla kemerlerle bölümlere ayrılmış, bunların üzerleri yine tuğladan kubbelerle örtülmüştür. Işık demir kapaklı az sayıdaki üst pencerelerden girer. Bu şekilde bedesten ‘ulu cami’ örneklerinde olduğu gibi çok kubbeli bir yapı olarak kendi içinde ayrıca gelişme imkânı bulmuştur.” (3)
Bedestenler, 15 ve 16. yüzyılda İmparatorluk coğrafyasında çok sayıda inşa edilmiş, 17. yüzyıldan itibaren ise yapı örneği azalmıştır. Suriye’nin Şam kentinde 18. yüzyılda bedesten mimarisinin son özgün örneği olarak inşa edilen Esad Paşa Hanı’dır. Günümüzde
* Amasya Bedesteni (Depremde zarar görmüş, özgün yapı özelliği bozulmuştur)
* Ankara Bedesteni (Hâlen Anadolu Medeniyetleri Müzesi olarak kullanılıyor)
* Bayburt Bedesteni (Harap, korunmasız, depo olarak kullanılan yapı)
* Bergama Bedesteni (İki payeli ve altı kubbeli bakımsız ve harap haliyle türünün en küçük örneğidir)
* Beyşehir Bedesteni ( Bergama Bedesteni ölçeğinde ve planında restore edilmiş bir yapıdır) * Bursa Bedesteni (I. Bayezid vakfiyesi olarak inşa edilmiş, 1958 yangınında harap olup yeniden yapılmış, dikdörtgen şeklinde altı masif pâye ile on dört bölüme ayrılmış türünün en büyüklerinden biridir)
* Edirne Bedesteni (I. Çelebi Mehmet döneminde inşa edilmiş Eski Camii vakfiyesi olan bu yapı, mimari yönden Bursa Bedesteni özelliğini taşır. Tek sıra halinde altı pâye ile on dört bölümden meydana gelmiş olup binanın üstü on dört kubbe ile örtülüdür)
* İstanbul-Yeni Bedesten ( Kanuni dönemi eseridir. İçinde Hint kumaşları satıldığı, çizgili bu kumaşlara ‘sandal’ adı verildiğinden ‘Sandal Bedesteni’ olarak da kayıtlara geçmiştir. Yakın zamana kadar İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin müzayede salonu olarak kullanılmış bina, on iki masif pâye üzerine yirmi tuğla kubbe ile örtülü olup yirmi eşit bölüme ayrılmıştır)
* Kastamonu Bedesteni (Cem Sultan’ın şehzadeliği döneminde yaptırıldığına dair bir rivayet vardır. Kare planlı, dört kapılı bir yapıdır. Her biri bir kubbe ile örtülü dört paye, binanın içini dokuz bölüme ayırır)
* Kayseri Bedesteni (Kitabesinden, bu bedestenin 1502 yılında ‘Emîr Mustafa bin Abdülhay’ tarafından geliri aynı yerdeki mescidine harcanmak üzere yaptırıldığı bilgisi vardır. Kare planlı olup ortada dört pâyesi bulunmaktadır. Bölümleri eşit dokuz kubbe üzerine bindirilmiştir).
* Bu gün sınırlarımız dışında da pek çok bedesten örneği vardı. Şumnu, Şam, Sofya, Serez, Selanik, Saraybosna, Üsküp, Filibe, Yanbolu, Yenişehir / Larissa... Bunların bir kısmı yıkılmış ya da değişikliğe uğratılmıştır.
* Aynı şekilde; Zile, Galata, Gelibolu, Isparta, İstanbul Büyük Bedesten / Cevahir, Konya bedestenleri de, ya yapısal bozulmaya uğramış ya da yıkık halde; hatta tamamen yok olmuş örneklerdir.
KAPAN
Osmanlı’da ticaret pazarlarına sahip büyükşehirlerde, tüketim mallarının alınıp satıldığı toptancı halleriyle borsalar ve çardaklar ‘kapan’ olarak adlandırılırdı. Kapan adının büyük bir terazi türü olan ‘kabban’dan geldiği sanılıyor. Çünkü kapan kelimesi, Osmanlı döneminde, ‘büyük tartı, kantar’ anlamının yanı sıra, bu tür resmi ağırlık ve ölçülerin kullanıldığı toptan dağıtım yerleri için de geçerliydi. (4) Nitekim özellikle Fatih ve Bayezid dönemlerinde, İstanbul’un bu tarz çarşı mekânlarına ve çevresindeki mahallelere ‘kapan’ denilmiştir. Başta İstanbul olmak üzere Anadolu’daki pek çok şehirde bu kapanlara rastlamak olasıydı. Bu toptancı pazarlarında genellikle zahire türü ürünler (5) bulunurdu. Evliya Çelebi, Seyahatnamesinin birinci cildinde İstanbul’dan bahsederken Sultan IV. Murad döneminde yapılan “Evsâf-ı Kostantıniyye” adlı sayımı kanıt gösterip Payitahtta başta Unkapanı (Kapan-ı dakik) olmak üzere otuz yedi adet ‘kapan’ ve otuz beş adet ‘miri kantar’ olduğunu söyler. Evliya Çelebi eserinde bazı kent mimarisi özelliklerinin yanı sıra, okuyucuya şu bilgileri de verir. İstanbul esnaflarına ayrılan bölümlerde, ‘Esnâf-ı ümenâ-yı Sultânî’ / ‘Çarşı eminleri esnafı’ başlığı altında, Unkapanı’ndan başlayarak kentin kapanlarının konumlandığı miri emanetler sıralanırdı: Un, kahve, ipek, balmumu, gümüş teli, yağ, balık, esir, tuz, peksimet, şarap, siyah barut, çuha, buğday, arpa, odun, saman, pastırma, et, sebze ve meyve, yapı malzemesi, at gibi mallara ayrılmış belirli yerlere ilaveten; darphane, miri kiler ve mutfak, çardak, nüzul (indirme-boşaltma yeri, işi) ve tersane emanetleri ile kara ve deniz gümrükleri söz konusuydu. Otuz iki adet emanetin bir kısmının birden fazla mevkii vardı. Böylece, kentte kırka yakın emanet bulunuyordu. (6)
Kapan olan her yere kapan denilmemekle birlikte başta Un Kapanı, Yağ Kapanı, Bal kapanı adlandırmaları ile Eminönü’ndeki deniz gümrüğü bile bazı kaynaklarda, ‘Gümrük Kapanı’ olarak anılmıştır. Bu da gösteriyor ki kapanlar, sarayın ve ordunun hayati ihtiyaçlarına yönelik iaşe mallarına göre özelleştirilmiş gümrükleri de içine alan, aslında ‘miri emanetler’ hâlinde örgütlenmiştir. Nitekim buralar; malların kalitesini denetleyen, gereğinde narh koyan (7) resmi ağırlık ve ölçülerin tespit ve kayıt altına alındığı geçici veya uzun süreli depolama alanlarıydı. Günümüzdeki toptancı pazarları veya hal; sebze ve meyve hali karşılığı olarak anlaşılabilir bu yerler, genellikle ‘kapan hanı’ içinde bulunurdu. İstanbul Tahtakale’deki Balkapanı Han bu kapan hanların en eski ve en özgün örneğidir: “Araştırmalara göre, Bizans döneminde Cenevizliler tarafından inşa edildiği, ticari ve askeri amaçla kullanıldığı ortaya çıkan Balkapanı Han, Osmanlı döneminde de uzun yıllar zemin katı depo, giriş katı ürünlerin sergilendiği dükkânlar ve üst katları kervanlarla gelen tüccarlar için konaklama amacıyla kullanıldı. Bizans ile Osmanlı döneminden bugüne ticaretin kalbinin attığı Tarihi Yarımada ve çevresinde ayakta kalmayı başaran tek ‘kapan’ han olan Balkapanı, on beş yüzyıllık geçmişi ve karma mimari dokusunun oluşturduğu sıcak atmosferiyle ziyaretçileri büyülemeye devam ediyor.” (8) Bugün sınırlarımız dışındaki Üsküp’te, tarihî Türk Çarşısı içinde yer alan, giriş kapısı üzerinde ‘Kapan Han’ tabelası bulunan han ise, 15. yüzyıl ortalarında Üsküp Sancak beyi Gazi İsa Bey tarafından yaptırılmıştır. İsa Bey Han’ının yıkılmasından sonra onun yerine inşa edilmiş bir yapı olduğu kabul edilmektedir. Söz konusu hanın kapladığı alan 1086 m²’dir. İki girişi bulunur. İki katlı, 44 odalı bir yapıdır. Alt kat atlar ve tüccarların malları için, üst kat yolcuların konaklaması için yapılmıştır. Üst katı İmam Hatip Lisesi olarak kullanılmakta; alt katı lokanta, kahve olarak işletilmektedir. (9)
HAN-KERVANSARAY
İlk kervansaray tipine ‘Ribat’ adı verilmiştir. Sınır boylarında ve stratejik mevkilerde askerî amaçlı müstahkem yapılara verilen bu ad, “düşman saldırılarını önlemek için sınır boylarında nöbet tutmak” anlamındadır. (10) Ovaya hâkim tepelere yapılan ribâtlar, sağlam bir surla çevrelenmiş olup içinde binalar, silâh ve erzak depoları, ahır, mücahitler için hücreler, mescit ve hamam bulunurdu.
Bazı ribâtlar ise sınır karakolu niteliğinde olurdu. Deniz ve karaya sınırı olan savunma hattı durumundaki ribâtların bir kısmı askerî garnizon özelliğini korumakla birlikte genişleyip zamanla şehre dönüşmüştür. Fas’taki ‘Rabat’ şehrine adını veren Ribâtü’l-feth, bunların en meşhurlarıdır. Ticaret yolları üzerindeki geçitlerde inşa edilen ribâtlar, İslâmlaşma’nın tamamlanmasından sonra kervanların yol güvenliğini ve konaklama ihtiyaçlarını sağlamaya yönelik birer kervansaray hâline gelmiştir. Nitekim Büyük Selçuklular döneminde İran’da kervansaray tipinde birçok ribât inşa edildi. Türk kervansarayı olarak bu yapıların en eski örneği, Gazneli Mahmut döneminde (1019) Meşhed yakınında inşa edilen ‘Ribât-ı Mâhî’( Ribât-ı Çâhe)’dir. (11)
Konaklama yapısı olarak belli bir yol / güzergâh boyunca inşa edilmiş olan han ve kervansarayların yapılış amacı seyahat edenlerin ücretsiz konaklayabilecekleri ve servis hizmetlerinden yararlanabilecekleri mekânların oluşturulmasıdır... Sultan Hanı da denilen bu kervansaraylar, öncelikle 10. yüzyılın sonlarına doğru Selçuk Hanları tarafından Orta Asya’da yaptırılmış, ticari yol ağı üzerinde kervanların akşamları güvenli bir şekilde konaklamaları ve ihtiyaçlarını görmeleri için düzenlenmiştir. Meselâ kervansaraylarının aralarındaki mesafe, deve yürüyüşü ile günde dokuz saat, yani 40 kilometre esas tutularak saptanmıştır. Yüksek duvarlarla korunan ve barışta pazaryeri ve savaşta kale işlevi gören yapılardır. Osmanlı’da gelir getiren vakıf yapıları özelliği taşıyan hanlar ve kervansaraylar surları ve anıtsal giriş kapısıyla (taç kapı) dikkati çekerler. Kervansaray duvarları ayrıca köşe kuleleri, payandalarla desteklenmiştir. Kapalı hacimlerin örtüsü genellikle tonozdur. Kubbeli hacimlerin sayısı azdır. Oda ve kapalı kısımların da yük koymak ve yatmak için taş sekiler tespit edilmiştir. Kapalı ahır kısımlarında ise, ikinci bir taç kapısı vardır. Yapı planına göre; açık han, kapalı han, açık-kapalı han adını alırlar.
SELÇUKLU DÖNEMİ ÖRNEKLERİ:
1. Antalya-Burdur yolu üzerinde bulunan Korkuteli-Evdir Han. I.İzzettin Keykavus tarafından (1210-1219) yaptırılmıştır.
2. Antalya-Şarapsa Han; II. Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında (1236-1246) yaptırılmıştır.
3. Ezine-Pazar Han (1238-1246) Amasya-Tokat karayolu üzerinde, Amasya’ya 35 km. uzaklıktaki Ezine Pazar beldesindedir. Selçuklu sultanlarından Alaaddin Keykubat’ın eşi Melike Mahperi Hatun tarafından yaptırılmıştır.
4. Gelendost, Ertokuş Han (1223) Üç neflidir. Eğridir-Konya karayolu üzerinde, Eğirdir Gölü kenarında bulunan han I. Alaeddin Keykubat döneminin ünlü devlet adamı Mübarizeddin Ertokuş tarafından 1223-24’de yaptırılmıştır.
5. Kayseri, Sultan Han (1232-1236) Beş neflidir.
6. Antalya-Isparta yolunda Kırkgöz Han (1236-1246) Tek neflidir. Kırkgöz Han, Antalya’nın Döşemealtı ilçesinin, Pınarbaşı mevkiindedir. Han, ismini Döşemealtı ilçesinin eski adı olan Kırkgöz’den alır. II. Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından yaptırılmıştır (1236-1246).
7. Konya-Zazadin Hanı (1235-1237); Aksaray-Konya yolu üzerinde, Kavacık’ta bulunmaktadır. Vezir Sadettin Köpek Bin Muhammed tarafından 1235-1237 tarihinde yaptırılmıştır.
8. Tokat-Mahperi Hatun Kervansarayı (1238-1239); (1238-39) yılında I. Alâeddin Keykubat’ın karısı Mahperi Hatun tarafından oğlu Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında yaptırılmıştır.
9. Kayseri-Karatay Kervansarayı (1240-1241); Kervansaray 1240-41 yılında Selçuklu devlet adamlarından Cemalettin Karatay tarafından yaptırılmıştır.
10. Afyonkarahisar İshaklı (Sultandağı) Hanı (1249); Ata Fahreddin Ali tarafından 1249 yılında yaptırılmıştır.
OSMANLI DÖNEMİ ÖRNEKLERİ:
1. Bursa-Fidan Han; Fidan Han, Sadrazam Mehmet Ağa’nın oğlu İbrahim Paşa tarafından yaptırılmıştır. Bu hana bir zaman yem için saman getirildiği için, ‘Samanpazarı’ adı da verilir. 2. Bursa-Balibey Han; Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk üç katlı hanı olma özelliğini taşımaktadır. Altmış dört odası bulunmaktadır.
3. Bursa-Issız Han; Bursa Karacabey’de yer alan yapı 1394-1395 yılında Celalüddin Eyne Bey Bin Felek Meliküddin tarafından yaptırılmıştır.
4. Bursa-Çukur Han (1404-1451); Çukur Han, Sultan II. Murad döneminde Yıldırım Bayezid’in damadı Buharalı Emir Efendi tarafından yaptırılmıştır.
5. Bursa-Geyve Han (1404-1451) ; Lonca Hanı diye de bilinen Han, Hacı İvaz Paşa tarafından XV. yüzyılda yaptırılıp Yeşil Camiye gelir temin etmek için Sultan I. Mehmet’e hediye edilmiştir. Önceleri Hacı İvaz Paşa olarak isimlendirilen han, 17. yüzyıldan sonra Geyve Han adıyla anılmaya başlanmıştır. Demirkapı çarşısının içindedir.
6. Bursa-Tuz Han (1454-1455); Tuz Hanı’nın Tuz Pazarı Camii’ne gelir getirmesi için Timurtaş Paşa’nın oğlu Umur Bey tarafından yaptırılmıştır.
7. Bursa-Pirinç Han (1490-1508), Pirinç Han, Sultan II. Bayezid’in İstanbul’daki vakıflarına gelir amacıyla Bursa’da yaptırdığı ikinci handır. Kent merkezindeki Cumhuriyet Caddesi üzerinde bulunur.
8. Edirne-Rüstem Paşa Kervansarayı (1554) ; Rüstem Paşa Kervansarayı, Edirne merkezinde bulunan 16. yüzyıl yapımı görkemli bir kervansaraydır. 1554 tarihinde, Kanuni’nin damadı ve sadrazamı Damat Rüstem Paşa tarafından Mimar Sinan’a yaptırıldı. Büyük Han ve Küçük Han (Deveci Hanı) olarak adlandırılan iki bölümden oluşur. Günümüzde otel olarak hizmet vermektedir.
9. İstanbul-Kurşunlu Kervansarayı; Mimar Sinan, bu kervansarayı, Kanuni Sultan Süleyman Çeşmesi ve Büyükçekmece Köprüsü’yle birlikte aynı yıl (1567) inşa etmiştir.
10. Bitlis-El Aman Hanı (1579); Bitlis-Tatvan yolu arasındaki Rahva diye anılan bölgede yer alır. Han XVI asırda Hüsrev Paşa tarafından yapılmıştır. Kaplamış olduğu alan bakımından (yaklaşık 3000m2 olduğu biliniyor) Anadolu’nun en büyük kervansarayıdır. El aman hanı geniş bir avlusu ile birlikte beş ana bölümünden oluşmaktadır.
11. İzmir-Taş Han (1603-1617); Taş Han İzmir-Menemen’de bulunur.
12. Malatya-Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayı (1637); Malatya’nın Battalgazi ilçesinde yer alan Kervansaray (1637) IV. Murat Han’ın silahtarı Mustafa Paşa tarafından yaptırılmıştır.
13. Kayseri-Kara Mustafa Paşa Kervansarayı (1660); Merzifonlu Kara Mustafa Paşa tarafından bir külliye olarak yaptırılmıştır. Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Kervansarayı; çarşı, cami, medrese, tabhane / barınma-dinlenme evi ve hamam ile birlikte külliyeyi meydana getirmektedir. (12)
...
(1) Vikipedi, Özgür Ansiklopedi, Arasta Çarşısı maddesi
(2) Evliya Çelebi burada “dörder demir kapılı kâgir” iki bedesten bulunduğunu bildirir. Fakat daha o vakit bunlardan biri “muattal” halde idi ve kullanılmıyordu. Bugün Kahramanmaraş’ta eski bir bedesten binası mevcut olup Ulu Camii’ az ilerisindedir. Dört pâye ile dokuz bölüme ayrılan bu yapıda bölümlerin üzerleri çapraz tonozlarla örtülmüştür. Üstü açık arastasında; alaca/ birkaç renkten dokunmuş kumaş, köşker/ Farsça; kavşkâr-ayakkabı yapıp satan, kavaf/Arapça; hafhaf-ucuz ayakkabı, yemeni, kemer, cüzdan yapıp satan zanaatkâr ve tüccarın bulunduğu bu bedesten, ‘kapalı çarşı’ olarak hâlen faaldir.
(3) Bk.Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, Bedesten, Semavi Eyice
(4) Payitahtın ticaret merkezi Eminönü’ne dünyanın her yerinden taşınan mallar, piyasaya sürülmeden evvel ‘kapan’ denilen ve her biri müstakil ticari merkez hüviyetindeki yerlere getiriliyordu... Haliç kıyısındaki bu kapanlarda ürünlerin ölçümleri, fiyatlandırılması ve dağıtım işlemleri yürütülüyordu. Buna göre İstanbul’a deniz yahut kara yoluyla ulaşan mallar, niteliklerine göre ayrılıp önce ‘Çardak’ denilen gümrükten geçiyor, sonra da Yağ Kapanı, Bal Kapanı, İpek Kapanı, Un Kapanı gibi merkezlere boşaltılıyor, gerekli işlemlerin ardından toptan olarak satışa çıkarılıyordu. Böylece hem kalite kontrolü hem de dengeli bir fiyat politikası sağlanıyordu. Tüm bu ticari hayatın düzenli işlemesi için kapanlarda vazifeli memurlar bulunuyordu. Hatta kapanlarda esnaf temsilcileri dahi vardı. ‘Kapan naibi’ , ürünlerin kalitesini ve ölçümlerinin doğru yapılıp yapılmadığını denetler, icap ederse ceza uygulardı. Pamuktan enfiyeye, hububattan yağa önce limana, ardından kapana getirilen tüm mallar için vergi işlemleri de gene buralarda uygulanırdı. Malları Payitahta getiren büyük tüccarlar ise ‘kapan hacısı’ olarak anılırdı. Ürünlerin fiyatlandırılmasında kapan hacılarının da bilgisi ve görüşleri önemliydi. Kapanlardaki malları toptan olarak alıp satan tacirler ise ‘kapan taciri’ olarak adlandırılıyordu. Bk. İstanbul’un Ticaret Merkezi: Eminönü-Sirkeci, İstanbul Ticaret Odası, İstanbul yayınları- No: 2020-7, İst. 2020
(5) Bk. TDK Güncel Türkçe Sözlük. Zahire, Arapça kökenli bir kelimedir. Anlamı; gerektiğinde kullanılmak için saklanan tahıl ya da aşlık...
(6) Bk. Osmanlı İstanbulu’nun Ağırlık Merkezleri: Kapanların Mimarisi ve İpek Mizanı Hoca Hanı, Namık Günay Erkal.
(7) Bk. TDK Güncel Türkçe Sözlük. Narh, Farsça kökenlidir. Tüketiciyi korumak amacıyla, özellikle temel ihtiyaç maddeleri için resmî makamlarca belirlenen ve her yerde geçerli olan fiyat.
(8) Bk. Osmanlı’nın Bal Merkezi: Balkapanı Han, AA kültür, Mehmet Kara, 13.05.2022
(9) Bk. Bursa Kapan Hanı’nın Balkanlar’a Yansıması Açısından Üsküp Kapan Han, Sezai Sevim, Bursa’da zaman Dergisi, Kasım-2013
(10) ‘Ribât’ kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de “ribâtü’l-hayl” (cihad için bağlanıp beslenen atlar) şeklinde geçer (el-Enfâl 8/60). Aynı kökten “râbitû” emri de (Âl-i İmrân 3/200) “Cihad için hazırlıklı olun” şeklinde açıklanmıştır. Ribât terimi hadislerde, Allah yolunda savaşmak için atların hazır tutulmasının yanı sıra daha çok “nöbet tutmak” ve “sınır muhafızları” anlamlarında kullanılmıştır: “Allah yolunda bir gece nöbet beklemek (ribât) bir ayı oruç ve ibadetle geçirmekten daha hayırlıdır...
(11) “Hükümdarların yanında devlet adamları ve büyük tüccarlar çok sayıda ribât yaptırıp buralara vakıflar tahsis ettiler. Anadolu Selçukluları’nda da bu uygulama devam etti. İlhanlı hükümdarları ve devlet adamları büyük yollar üzerinde ribât adı verilen kervansaraylar yaptırdılar (Müstevfî, s. 163-189). XIV. yüzyılda ribâtın daha ziyade dervişlere ait bir yer olduğunu söyleyen Makrîzî, Kahire’de yirmi iki hankah, on bir ribât ve yirmi beş zâviye hakkında bilgi verir (el-Ḫıṭaṭ, II, 414-416). Nuaymî de Dımaşk’ta bulunan hankah, ribât ve zâviyeleri tanıtır, bölge halkının hankah, zâviye ve ribât arasında ayırım yapmadığını, bu mekânların ibadet ve hayırlı işler için adanmış yerler olduğunu söyler (ed-Dâris, II, 195). Bazı ribâtların kadınlara ait olduğu görülmektedir. Kadın dervişlerin bulunduğu bilinen ilk ribât Münestîr Ribâtı’dır. Daha sonra sûfî kadınlara ait özel ribâtlar yaptırılmıştır. Ribât aynı zamanda eşlerinden ayrılan kadınların barınağı idi (Makrîzî, II, 428) Bk. Ribât, İsmail Yiğit, Türkiye Diyanet Vakfı-İslâm Ansiklopedisi.
(12) Daha geniş bilgi için bk. Kervansaray, Şebnem Akalın Eryavuz, Diyanet Vakfı-İslâm Ansiklopedisi.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.