Kalpteki ilahi ışık
KALPTEKİ İLAHİ IŞIK
(İlyas Kaplan;İlahiyatçı,Araştırmacı,Yazar)
“Ey iman edenler! Allah’a saygıda (takva) kusur etmezseniz O size bir temyiz kabiliyeti verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük lütuf sahibidir.” (Enfal, 8/29.)
Allah’ım! Senden hidayet, takva, (sorumluluk bilinci) iffet ve (gönül) zenginliği isterim.(Müslim, Zikir 72, Tirmizî, Daavat 72)
Takva, kulun Allah ile olan ilişkisinin merkezinde yer alan Kur’an kavramlarından bir tanesidir. Takva kelimesi, “korumak, sakınmak, saygı göstermek, korkmak, çekinmek” 1 “bir şeyi kendisine zarar ve eziyet verecek şeylerden korumak” 2 gibi anlamlara gelen “vikâye” kökünden türemiş bir kelimedir.
Dinî bir kavram olarak takva, Allah’a itaat hususunda ihlaslı olmayı, Allah’a isyan anlamına gelecek hususlarda ise terk ve sakınmayı; nefsin arzularından ve Allah’tan uzaklaştıran şeylerden kaçınmayı ifade etmektedir. 3
Takva kelimesinin ve aynı kökten türeyen farklı türevlerinin Kur’an’da çokça zikredilmiş olması kavramın öneminin bir göstergesidir. Bu bağlamda olmak üzere Kur’an’da pek çok ayette insanların Allah’a karşı gelmekten ve ahiret azabından sakınmaları istenmekte 4
Yüce Allah’ın takva sahibi olanlarla beraber olduğu 5, onları koruduğu, yardım ettiği ve takva sahibi olanları sevdiği 6 ,onların dostu olduğu 7 ,takvanın insana problemlerden çıkış yolu sunduğu, insanın önünü aydınlatan bir nura vesile olacağı 8 ,nefsinin bencilliğinden korunmayı başaranların kurtuluşa ereceği 9 ifade edilmekte, takva sahipleri/ müttakiler cennetle ve cennet nimetleriyle müjdelenmektedir. 10
Takva aynı zamanda iman ve kalple ilişkili bir kavramdır. Hz. Peygamber’in eliyle göğsüne işaret ederek, “Takva buradadır.” buyurması 11 ve “Allahım, nefsime/kalbime takvasını ver!” diye dua etmesi 12 bu hususun göstergesidir.
Aynı şekilde, Kur’an’da Hz. Peygamber’e karşı saygılı olanların, Allah’ın kalplerini takva için imtihan ettiği kimseler olarak nitelendirilmesi 13 ve Allah’ın hükümlerine saygı göstermenin kalpteki takva ile ilişkilendirilmesi de 14 bu açıdan dikkat çekicidir.15
İman ve amelle doğrudan ilişkili bir kavram olan takva.
“Ey iman edenler! Allah’a saygıda (takva) kusur etmezseniz O size bir temyiz kabiliyeti verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük lütuf sahibidir.”16 ayetinde buyrulduğu üzere müminlere büyük bir güç ve ayrıcalık kazandırmaktadır aynı zamanda.
Zira bu ayet takvanın üç önemli kazanımından bahsetmektedir. Bunlardan birincisi, Furkan yani insanın iyi, güzel ve doğruyu kötü, çirkin ve yanlıştan ayırmasını sağlayan bir temyiz yeteneği, sezgi gücü ve vicdan ölçütüdür.
İkincisi, Yüce Allah’ın takva sahibi kullarının günahlarını örtmesi,
üçüncüsü ise onları bağışlamasıdır. 18
Böylece Yüce Allah, hak ile batılı ayırt etmek üzere Müslümanları üstün kılmak suretiyle yardım edecek, onlara şüpheli şeylerden çıkış yolu gösterecek, Müslümanlarla diğer din mensuplarının arasını ayıracak, dünyada ve ahrette Müslümanları üstün tutacaktır. 19
Zira Müslümanlar, Allah’ın dinine yardım edip üzerlerine düşen sorumlulukları yerine getirirlerse Allah da Müslümanlara yardım edeceğini vadetmektedir. 20
Kur’an’da insanlar için bedenlerini örtecek, onları süsleyecek elbise yaratıldığı ifade edildikten sonra “takva elbisesi”nin daha hayırlı olduğu belirtilmektedir.21
Burada ifade edilen takva elbisesinden maksat tevhit, salih amel ve güzel ahlak gibi değerlerdir.22
Zira elbise nasıl ki bedeni korur, örter ve süslerse takva da ruhumuzu süsler ve kötü duygulardan korur. Kalpte yer eden takva aynı şekilde bedene ve organlara yansır ve mümini âdeta bir zırh gibi korur.
Kur’an-ı Kerim’de “… Azık edinin; kuşkusuz azığın en hayırlısı takvadır. Öyleyse bana saygı duyun ey akıl sahipleri!”23 buyrulduğu üzere insanın dünyadan ahrete uzanan yolculuğunda en önemli azığı yine takva olacaktır. Yolcu, azığı sayesinde varacağı yere ulaşacak, insan da takva azığı sayesinde ahirette kurtuluşa erecektir.
Kurban ibadetiyle ilgili olarak “Onların ne etleri Allah’a ulaşır ne de kanları; O’na ulaşacak olan sadece sizin takvanızdır…” 24 şeklindeki ilahi beyan da ibadetlerde aslolanın şekilden ziyade halis niyet ve samimiyet olduğunu ifade etmektedir.25
Bu şartlara uygun olarak yapılan ibadetler sayesinde kulun Allah’a olan bağlılığı, yakınlığı, içtenliği artacaktır. Bu ise elbette ki kulu Allah’a karşı gelmekten koruyacak, güzel ve salih ameller işlemesine vesile olacaktır.
Bu bağlamda, hoşgörülü 26 ve adil olmanın 27 takva ile ilişkilendirilmesi de aynı şekilde takvanın insanın fiilleriyle olan güçlü bağının örneklerindendir. Allah’a kaşı gelmekten sakınma, O’na saygı duyma ve takva sadece kulun kendisiyle alakalı hususlar değildir.
“Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun.” 28 buyruğunda görüldüğü üzere bir mümin kendisini korumakla sorumlu olduğu gibi kendilerinden sorumlu olduğu ailesini, çoluk çocuğunu da korumakla mükelleftir.
Bu ise onları da Allah’a karşı sevgi, saygı, itaat ve teslimiyet gibi vasıflarla donatmakla mümkün olacaktır. Öyle görünüyor ki takva, kalbin samimiyetinden yaptığımız fiillerdeki niyete; iman ve ibadetlerimizdeki ihlas ve samimiyetten güzel ahlaka kadar uzanan, hem kalbimizi hem düşüncemizi hem de bütün hayatımızı yönlendiren, koruyan ve anlamlı kılan son derece önemli bir Kur’an kavramıdır.
Zira takva, bizi Allah’a karşı gelmekten, kötülüklerden ve ahirette kötü bir sonla karşılaşmaktan koruyacak olan bir kalkandır. Bunun temelinde de güçlü bir Allah sevgisi yer almaktadır. Allah sevgisi ise yine O’nun sevgisini kazandıracaktır
Allah’a lâyık bir takvâ üzere olmak takvânın en mükemmel şeklidir. Fakat müminin böyle bir takvâyı gerçekleştirmeye gücü yetmez. Bu sebeple, “Gücünüz yettiği kadar takvâ sahibi olun” buyurulmuştur 29
Takvâ sahibine takī ve müttaki, takvâca daha ileride olana etkā denilmesi 30
takvâda bazı derecelerin bulunduğuna işaret eder. Mümin Allah’a duyduğu saygı nisbetinde O’nun katında değerlidir.31
Kimin ne kadar takvâ sahibi olduğunu ise sadece Allah bilir 32 .Mümin takvâ sahibi olmaya çabalar, ancak takvâ sahibi olduğunu iddia etmez. Hz. Peygamber insanlar içinde en çok takvâya sahip kimsedir 33.Bir kutsî hadiste evliyanın takvâ sahibi müminler olduğu ifade edilmiştir 34
Takvâ sevap-günah, helâl-haram konusunda derin bir hassasiyeti gerektirir. İslâm’da helâl ve haramlar bellidir. Ancak bu ikisi arasında şüpheli şeyler vardır. Bu tür şüphelerden sakınan kimse dinini ve şerefini korumuş olur. Bir hadiste şüpheli olan şeylerin terkedilip şüpheli olmayanlara yönelinmesi tavsiye edilmiştir 35
“Günah seni rahatsız eden ve gönlüne yatmayan şeydir” 36 “Fetvayı kalbinden iste” 37 meâlindeki hadisler, helâl ve mubah olmaması muhtemel bulunan şeylerden kaçınmanın takvâ gereği olduğunu gösterir. Kesin olmayan bir delille insanların mahkûm edilmesinin câiz görülmemesi 38 ,kişilerin hukuku alanında da şüpheden kaçınmayı ve takvâyı gerektirir.
Haram veya şüpheli şeylerden sakınma hem Allah hakkı, hem kul hakkı konusunda önem taşır. Fıkıh âlimleri, kılınan bir namazın fâsid olup olmadığı hususunda şüpheye düşülse takvâ gereği o namazın tekrar kılınacağını, fakat birine borcu olduğu konusunda şüpheye düşen kişinin ihtiyaten onu ödemesi gerekmediğini belirtir 39
Çarşı ve pazarlarda satılan malların kaynağını, bunların çalınmış olup olmadığını araştırmak icap etmez. Çünkü eşyada aslolan ibâhadır; satıcılar hakkında iyi niyet gerekir. Ancak gayri müslimlerin ülkesinde gıda maddeleri alınırken bunların alkol veya domuz eti içerip içermediğine dikkat edilmesi takvâ gereğidir.
Özellikle rüşvet, hediye, vakıf, velâyet, vesâyet, miras gibi konularda, işçi-iş veren ilişkilerinde, kamu hizmeti, okul, hastahane gibi kamuya ait mallar konusunda hassas olmak; tabiata canlılara, yollara ve sulara zarar vermemek takvâ açısından büyük önem taşır40
İlk zâhid ve sûfîler Allah’tan sakınmaya, Allah’a sığınmaya ve şüpheli şeylerden kaçınmaya büyük önem vermiştir. Bu dönemde takvâ ile ilgili bazı tarifler yapılmış, takvânın çeşitlerinden, sonuç ve faydalarından bahsedilmiştir. Mubah ve helâl olan dünya nimetlerinin ihtiyaçtan fazla tüketilmemesi sûfîlere göre takvâ sahibi olmanın gereğidir.
Bazı zâhid ve sûfîler bu tür nimetlerin en azıyla yetinmeyi takvânın icabı diye görür. Sûfîler daima ihtiyatı esas almayı ve azîmetle amel etmeyi tercih etmiş, şüpheli şeylerden uzak durmuştur. Câiz olana göre değil evlâ ve efdal olana göre amel eden sûfîler, ebrârın (iyi insanlar) yaptığı amelleri işleyen mukarrebbînin (daha iyi insanlar) günaha girmiş sayılacağını söylemiştir 41
Sûfîlere göre kalpte karar kılan takvâ bütün bilgi ve bereketlerin kaynağıdır. Bu sebeple takvânın öneminden bahseden âyete 42 “kutbü’l-Kur’ân” denilmiştir
Sûfîler sağlıklı dinî bilgilere, keşf ve keramete ulaşmanın ancak takvâyı esas alan bir dinî yaşayışla gerçekleşeceği görüşünde birleşmiştir. Allah nefse (kalp) günahı da takvâyı da ilham etmiştir.
İman çıplaktır; elbisesi takvâ, ziyneti vera‘, ürünü ilimdir .Bu anlamda takvâ günahlardan arınmış kalpteki ilâhî bir ışıktır. Kul bu ışıkla kötüyü ve günah olanı bilir ve ondan kaçınır, iyi ve sevap olanı görür ve ona uyar.
Takvâ, “Allah’tan gelen bir nurla Allah’a itaat etmek ve günahları terk etmektir” Kul yakīn nuru ile hallerini nurlandırır ve bu nur sayesinde takvâ ehli mertebesine ulaşır . Takvâ ve murakabe hallerini sağlamlaştırmadan keşf ve müşâhede mertebesine ulaşmak mümkün olmaz.
Takvânın zâhirî ve bâtınî yönlerinden şöyle bahsedilir. Bâtınî takvâ kalpteki iyi niyet ve ihlâstan, zâhirî takvâ dinî hükümlere titizlikle uymaktan ibarettir. Kalpteki hakiki takvâ ibadetlerde Allah’ın rızasını, beden ve organların takvâsı ise hak hukuk gözetmektir.
Takvâ Allah’a duyulan saygının semerisidir. Müminlere saygı göstermek Allah’a olan saygının sonucudur. Kul bu saygıyla takvânın hakikatine erer. Allah’ın kuluna verdiği en güzel şey takvâdır; bütün faziletlerin kaynağı olan takvânın temeli ihlâstır.Takvâ güzel ahlâk ve helâl lokmadır.Tevekkül, rızâ ve sabır takvânın göstergesidir 43
Helâlliği şüpheli olan şeylerden sakınmak avamın takvâsıdır. Havas ise helâl olan şeylerin ihtiyaçtan fazla olanını terk etmeyi takvânın gereği kabul eder. Takvâ zaruri olmayanı terketmektir. Takvâ kulun Allah’tan başka her şeyden korunması ve gönlünde sadece O’na yer vermesidir.
Mümin perhizkâr olmalı, helâl konusunda kılı kırk yarmalı, fakat işi vesvese noktasına kadar götürmemelidir.Takvânın çeşitli mertebelerinden bahsedilir. Avamın takvâsı şirk ve küfürle, havassın takvâsı günah ve kötülükle, evliyanın takvâsı fiilleri vesile kılıp Allah’a yaklaşmakla, peygamberlerin takvâsı fiilleri Allah’a nisbetle ilgilidir.
Takvâ sahibi şirki tevhide, münafıklığı iman ve ihlâsa, haramı veya helâlliği şüpheli olan şeyleri helâle, bid‘atı ibadet ve amellere karıştırmaz. Zikirle meşgul olmak dilin, Allah’a itaat etmek bedenin, Allah’tan başkasına bağlanmamak gönlün takvâsıdır.
Gazzâlî, “müminin iradesiyle kalbini kötülüklerden arındırması” şeklinde tarif ettiği takvâyı iki kısma ayırır.
Esas takvâ haram ve yasaklardan kaçınmak olup her müslümana farzdır. Aslî olmayan takvâ ise Allah’ın kulunu hayırlı ve edebe uygun olana yönlendirmek için onu aslında helâl ve mubah olan şeylerden menetmesidir. Bu takvâ farz değil fazilettir.
Takvânın veranın özel bir şekli ve ileri aşaması olduğunu söyleyen Gazzâlî, Kur’an’da takvâ kavramının “haşyet ve havf” 44 “itaat ve ibadet”45
“kalbi günahtan koruma” 46 anlamında kullanıldığına dikkat çeker.Gözün, kulağın, dilin, kalbin ve midenin takvâ bakımından beş önemli organ olduğunu özellikle belirtir.
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî takvânın insanın zihnini ve ufkunu açtığını söyler Tasavvufta takvâ aynı zamanda bir makam olarak da kabul edilmiştir.Takvâ mürid ve dervişlerin gözetmeleri gereken bir esastır .Müminin kendi takvâsından kendini koruması gerekir.
Takvâ sahibi olduğunu sanıp büyüklenen ve başkalarını hor gören sözde dindarlardan söz ederken bunların şeytanın kandırdığı kimselerdir.Gerçek takvâ ehlinin kendini başkalarından önemsiz, başkalarını kendinden değerli görmesi gerekir. Takvâ ,kulun kendini takvâsından korumasıdır.
Takvada ilk akla gelen, haramları terktir. Bunu, mekruhlardan sakınma takip eder. Mekruh, çirkin bulunan, hoş karşılanmayan fiil, söz ve hâllere denir. Bunların terk edilmeleri de takvadandır. Daha sonra şüpheliler karşımıza çıkar. Bunların da mekruhlar gibi haramla bir başka komşulukları vardır.
Hakkında kesin bir hüküm olmayan işlerde, takvaya uygun olanı, haram olma ihtimalini gözeterek o fiilleri terk etmektir. Sonra mübah ve helâl olanlar gelir. Bunlardan yeteri kadar istifade edip israftan sakınmak da takvadandır.
Allah Resûlü (asm.) “Helâl belli, haram da bellidir. Fakat bu ikisinin arasında şüpheli şeyler vardır.” diye başlayan bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurur:
“Nasıl bir çoban, koruluğun kenarında koyun otlattığında, koyunlarının her an koruluğa girme ihtimali varsa, şüpheli şeylerden korunmayanın da harama düşme ihtimali öylece vardır.”47
Şüpheli, haramın en yakın komşusudur. O araziye girenin bir süre sonra haram sahasına düşmesi kuvvetle muhtemeldir. Şüpheliden sakınanlarla haram arasına bir tampon bölge girmiş oluyor.
Kur’an-ı Kerimd’e takva; “...Yakıtı insanlar ve taşlar olan ve kâfirler için hazırlanan o dehşetli ateşten sakının.”48
Tefsir alimlerimiz, bu âyet-i kerimede sözü edilen taşların, putlar olduğunu söylerler. Bu âyet-i kerimede yakıtı taşlar olan bir cehennemin dehşeti yanında, mümini ürperten bir başka tehdit daha vardır. O da putlarla beraber yanma, aynı mekânda birlikte bulunma, onların tâbi olduğu muameleye maruz kalma zilletidir.
Takva ve salih amel, ruh ve kalbin terakkisinde iki esastırlar. Salih amel ile manevi kârlar elde edilir. Takva ile de bu kâr korunur ve zararlardan uzak kalınır. Zarar yollarını kapamayan bir insan, kazandığından çok daha fazlasını kaybedebilir ve bu yolun sonu iflasa çıkar.
İflasla ilgili şu hadis-i şerif çok ürkütücü ve korkutucudur:
“Ümmetimden müflis o kişidir ki; kıyamet günü namaz, oruç ve zekât gibi ameller ile gelir. Buna karşılık ona buna sövmüş, iftira etmiş, kiminin malını yemiş, kiminin kanını dökmüş ve kimini de dövmüştür. Ahirette bu iyilikleri hak sahiplerine dağıtılır. İyilikleri yetmeyip bittiği zaman da hak sahiplerinin günahlarından bir kısmı alınıp kendisine yüklenir ve cehenneme atılır.” 49
Takvanın üç mertebesi vardır:
1. Şirkten takva: İman ederek şirkten korunmak. Kişi böylece ebedî cehennemde kalmaktan korunmuş olur.
2. Masiyetten takva: Büyük günahları işlemekten, küçüklerde de ısrardan sakınmak. Takvanın en yaygın mânâsı budur.
3. Masivadan takva: Kalbini, Hakk’tan alıkoyan her şeyden uzak tutmak.
“Andolsun eğer beni kıyamete kadar ertelersen, onun soyunu, pek azı hariç, (azdırarak) kontrolüm altına alacağım.”
“Şüphesiz ki benim kullarım üzerinde senin hiçbir nüfuzun olmayacaktır. Güvenip dayanmak için Rabbin yeter.” 50 mealindeki ayette ise, “samimi kullara” vurgu yapılmıştır.
Allah’a bağlılıklarından dolayı ayette “benim kullarım” şeklinde anılan kişiler, samimi, ihlaslı olan, Allah’ın kendilerine verdiği akıl, irade gibi yüksek melekelerini gerektiği şekilde kullanarak hak yolunda sebat eden ve bu yolda Allah’ın da desteğini kazanan insanlardır. Ayette, bunlar üzerinde şeytanın nüfuz kuramayacağı, dolayısıyla bu insanların şeytana karşı koyarken ondan daha güçlü olacakları belirtilmektedir.
Böylece ayette hem insanın kullukta samimi olduğu nispette şeytana karşı üstün geleceğine vurgu yapılmakta hem de ona ümit ve cesaret telkin edilmektedir.
“İblis dedi ki: Ya Rabbî! Beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki ben de dünyada onlara günahları süsleyeceğim ve senin ihlasa erdirdiğin kulların müstesna, onların hepsini azdıracağım.”51 mealindeki ayette de “ihlaslı kullar”a özellikle vurgu yapılmıştır.
Ayette yer alan “ahtenikenne” kelimesi, vesvese manasında değildir. Alimlerin belirttiği gibi, içinde vesvesenin bulunmadığı birkaç anlamı vardır:
- Onlara galebe çalacağım.
- Onları aldatarak saptıracağım.
- Onlara kötülüklere meylettireceğim.
- Onlara dizginleyip kötülüklere yönlendireceğim.
- Onlara isyan ettireceğim. 52
Burada vesvese düzeyinde bir telkinden ziyade, fiilen kötülük yaptırmak manası vardır. Çünkü bu değişik manaları bildirilen “ahtnikenne” fiilinin kök harfleri olan “HNK” atın dizgini manasına gelir. Bütün verilen bu anlamların hepsinde “dizginleme” manası vardır.
Buna göre ayette hikaye edilen şeytanın ifadesinin açılımı şöyledir: “Az bir kısmı hariç, onun neslinin ağzına dizgin vurup istediğim yere / kötülüklere yönlendiririm.”
Demek ayette, yalnız zihindeki hayalleri ,kötülüklere bilkuvve yönelterek- bulandıran bir vesvese değil, kalb, akıl ve iradeleri etkileyip dizginlemek suretiyle insanları bilfiil kötülüklere yönlendirmek vardır.
Salih insanlarda da bilkuvve vesvese olur, fakat bilfiil kötülüklere temayül ve yönlendirilme olmaz. Genel kural budur, istisnalar her zaman vardır.
“Sana şeytandan bir nezğa / vesvese geldiğinde hemen Allah’a sığın, O Semi’dir / her şeyi duyup gereğini yapar, Alîm’dir /her şeyi bilir.” 53 mealindeki ayette şeytanın Hz. Peygamber (asm)’e bile vesvese verebileceğine işaret edilmiştir.
- Bununla beraber, peygamberlerden başka hiç kimse masum değildir. En salih olanların da kendilerine göre yaptıkları yanlışlar da şeytanın bu aldatmasından ileri gelmektedir.
İsra suresi ilgili ayetinin son cümlesi olarak yer alan: “Güvenip dayanmak için Rabbin yeter” mealindeki ifadesinde, peygamberler, evliyalar dahil herkesin şeytandan korunması için Allah’ın yardımına ihtiyacının olduğuna işaret edilmiştir.
---
1-(İbn Manzur, Lisanü’l-Arab, “vky” mad.)
2-(Ragıb el-İsfahani, el-Müfredat, 530.)
3-(Cürcani, et-Ta’rifat, 68.)
4-(Bakara, 2/24, 48; Âl-i İmran, 3/102; Nisa, 4/1 vd.)
5-(Bakara, 2/194; Tevbe, 9/36, 123.)
6-(Âl-i İmran, 3/76; Tevbe, 9/4, 7.)
7-(Casiye, 45/19.)
8-(Hadid, 57/28; Talak, 65/2.)
9-(Haşr, 59/9; Tegabün, 64/16.)
10-(Âl-i İmran, 3/15, 198; Zümer, 39/20, 73; Muhammed, 47/15 vd.)
11-(Müslim, Birr, 32; Tirmizi, Birr, 18.)
12-(Müslim, Zikir, 73.)
13-(Hucurat, 49/3.)
14-(Hac, 22/32.)
15- (DİA, “Takva” mad.)
16-(Enfal, 8/29.)
18-(Kur’an Yolu, c.2 s.683.)
19-(Zemahşeri, el-Keşşaf, 2/214.)
20-(Muhammed, 47/7.)
21-(Araf, 7/26.)
22-(Celalüddin es-Süyuti-Celalüddin el-Mahalli, Tefsiru’l-Celaleyn, 153.)
23-(Bakara, 2/197.)
24-(Hac, 22/37.)
25-(Nesefi, Medariku’t-Tenzil, 2/442.)
26-(Bakara, 2/237.)
27-(Maide, 5/8.)
28-(Tahrim, 66/6.)
29-(et-Tegābün 64/16).
30- (el-Hucurât 49/13; el-Leyl 92/17)
31- (Buhârî, “Menâḳıb”, 1; Müslim, “Feżâʾil”, 168).
32-(Âl-i İmrân 3/115; et-Tevbe 9/44).
33-(Ebû Dâvûd, “Fiten”, 1).
35-(Buhârî, “Büyûʿ”, 3; Tirmizî, “Ḳıyâmet”, 60; Ebû Dâvûd, “Büyûʿ”, 3).
36-(Müslim, “Birr”, 14; Tirmizî, “Zühd”, 52);
37-(Müsned, II, 228; Dârimî, “Büyûʿ”, 2)
38-(İbn Mâce, “Muḳaddime”, 2)
39-(Bilmen, I, 314).
40- (Gazzâlî, İḥyâʾ, II, 99-154).
41-(Kelâbâzî, s. 84, 85, 97, 98; Ebû Tâlib el-Mekkî, II, 529; Kuşeyrî, s. 735).
42- (en-Nisâ 4/31)
43-(Kuşeyrî, s. 279).
44- (el-Bakara 2/41),
45-(Âl-i İmrân 3/102)
46-(en-Nûr 24/52)
47-(Buhari, İman, 39)
48-(Bakara, 2/24)
49-(Müslim, Birr 6; Tirmizî, Kıyamet 2)
50-(İsra, 17/65)
51-(Hicr, 15/39-40)
52-(Maverdi, ilgili ayetin tefsiri)
53-(Araf, 7/200)
----
*Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât
*Tehânevî, Keşşâf
*Kāmus Tercümesi
*Serrâc, el-Lüma
*Kelâbâzî, et-Taʿarruf
*Kuşeyrî, er-Risâle
*Gazzâlî, İḥyâʾü ʿulûmi’d-dîn
*Fahreddin er-Râzî, Mefâtîḥu’l-ġayb
*Ferîdüddin Attâr, Teẕkiretü’l-evliyâ
*Muhyiddin İbnü’l-Arabî, el-Fütûḥâtü’l-Mekkiyye
*Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Mesnevî
*Birgivî, eṭ-Ṭarîḳatü’l-Muḥammediyye
*İsmâil Rusûhî Ankaravî, Minhâcü’l-fukarâ
*Ebü’l-Bekā, el-Külliyyât, Bulak
*Elmalılı, Hak Dini
*Bilmen, Kamus
*T. Izutsu, Kur’ân’da Allah ve İnsan (trc. Süleyman Ateş)
*Kur’an’da Dinî ve Ahlâkî Kavramlar (trc. Selâhattin Ayaz)
*Lütfullah Cebeci, Kur’an’a Göre Takva
*Fazlur Rahman, Ana Konularıyla Kur’an (trc. Alparslan Açıkgenç)
*Ali Galip Gezgin, “Kur’an Meâllerinde Takva Kelimesinin Türkçe’ye Çeviri
YORUMLAR
Takva veya Züht, diye de geçer Kur'an da zaman zaman. Çok önemli bir İslami ve insani kavram. Rahman ve Rahim olan Allah'ın bildirdiğine göre ''EL-HUCURÂT -13- Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir kadından yarattık. Birbirinizi tanıyıp sâhib çıkmanız için milletlere, sülâlelere ayırdık. Şunu unutmayın ki ALLÂH'ın nazarında en değerli, en üstün olanınız, takvâda en ileri olandır. Muhakkak ki ALLÂH herşeyi bilir, her şeyden hakkıyla haberdârdır.'' O zaman yaşantımıza azami derecede dikkat edecek ve aynı zamanda elimiz altında olan ''Ailemiz'' insanları da bir şekilde uyararak uymalarını sağlayarak yaşamaya dikkat edeceğiz... Yani Rabbimiz Allah cc. ''Ben senin ne boyuna posuna ne de zenci ya da sarışın olduğuna, ne de Türk ya da Afrikalı olduğuna bakarım, ne kadar günahtan sakınıyorsun ona bakarım bizzat.'' diyor... Manidar bir yazıydı kutlarım yürekten.