- 200 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
HAPİSHANE GÜNLERİM
Yıl 1973, Şubat ayının ilk günleri. Üsküdar Paşa kapısı Hapishanesi, sübyan koğuşuna atıldım. Yaşım on sekiz olmuştu ama, minyon tipli, cılız, düzgün fakat hassas görünümlü olduğum için olacak herhalde sübyan koğuşuna uygun görülmemin sebebi. Kırk dört kişilik mevcudu var koğuşun. Kırk iki kişi hırsızlıktan, diğer ikisinden biri hırsızlık sırası yaralama, diğeri de hırsızlık malı satın almaktan suçlu bulunmuş. Yaralamadan gelen tek kişi ben oluyorum bu durumda. Diğerlerine göre bir kaç yaş daha büyük ve iri görünümlü Adem, koğuş ağası durumunda. Gardiyanlar onunla muhatap oluyor, her şeye o karışıyor. Bana, oldukça iyi davrandı. Suçumun ne olduğu ve memleket bilgilerimden sonra, çayım ikram edilip, yatağım da gösterilince , sıra muhabbete geldi ve soruldu :
- Sigara içiyor musun ?
-Hayır.
- Peki, uyuşturucu kullanıyor musun ? Bu soruyu samimi bulmuyorum ben.
- Yahu, sigara içmeyen adam, uyuşturucu kullanır mı ? Bu sözüme, şaşıracak bir cevap aldım.
- Biz, sigara içmeyip, uyuşturucu alanları çok gördük.
- Hayret bir şey ama ben ikisini de kullanmam. Bir miktar koğuş ağasına marka ödemem söylendi, itiraz etmedim. Giriş sırasında, bütün paramı değil de az miktarını markaya çevirmemi tembih etmişlerdi, itiraz etmedim. Saçlarımı sıfıra kazıtırlarken sorduğumda, bıyık bırakmanın serbest olduğunu öğrenip, bıyık bırakmıştım. Aslında, tüy demem gerekiyor galiba ama ben bıyık diye bıraktım işte.
İlk içtimada, Adem, yeni tutuklu geldiğini bildirip beni tanıttı gardiyana. Elleri arkasında, etrafımda dolanıp iyice süzdükten sonra ;
- Suçun ne senin, ne halt ettin de geldin ? diye sert bir tonda sordu.
- Adam bıçaklamak efendim ! diye biraz da külhan bey tavrıyla cevap verdim.
- Hay senin bıçakladığın adamın ben... diye fena bir küfür savurdu. Korktum o an. Dövecek gibi geldi, dövmedi, rahatladım.
Adem, yat komutu verdiğinde, ışıklar söndürülüp herkes ranzasına uzandı. Bana üst ranza verilmişti. Maalesef temizlik çok kötüydü ve aşırı şekilde bit vardı herkeste. Ben, bu eski tanıdıklarla yeniden haşır neşir olma fırsatı bulmuştum . İlk gecenin sabahında, markalarımın yerinde olmadığını fark ettim. Hemen Adem’e söyledim. Sıraya dizdi bütün koğuşu ve tek tek tokatladı. Nafile, benim markalar ortaya çıkmadı. Çok şükür ki, girişte yapılan uyarıya itiraz etmeyip az miktarda almıştım. Gidip bir miktar daha aldım. Kalan param idarede muhafaza ediliyordu.
İçeride, dışarıda, suçumu her soran, alacağım ceza hakkında bir tahminde bulunuyordu. Belden yukarı beş bıçak. Öldürmeye tam teşebbüs oluyormuş. Sadece, nefsi müdafaa olması, cezamı biraz hafifletirmiş ama bu hafiflemiş haliyle bile 12-15 yıl ceza alacağım kesin görünüyormuş.
Bu defa, bir keresinde ağabeyim, bir keresinde de babam ziyarete geldi. Bir de hapishanenin olduğu semte, süt satmaya gelen, bir arkadaş, mektuplaştığım o kızdan bir mektup getirdi bana. Haftasına da ben ona bir mektup yazıp o arkadaştan gönderdim. Sırf Yeşilçam filmleri oynatan ve seyreden biri olarak, o filmlerden çok etkilenen ve hatta hayatımı bu etkiyle yönlendiren biriydim ben. O filmlerde, hapse düşen erkekler, sevgililerine gönderdikleri mektuplarda, ya da ziyaretine gelen sevgililerine, kendisini unutmalarını, başka birini bulup hayatlarına devam etmelerini tembih ederlerdi. Buna karşılık o sevgililer, ısrarla onu unutmayıp, ölünceye kadar da olsa bekleyeceklerinin sözünü verirlerdi. Ben de bu etkiyle, Yeşilçam kokan bir mektup yazıp, beni unutmasını istedim. Bir daha başka mektup gelmedi kızdan.
Oradaki herkesin tahmin ettiği gibi, bir ay sonra mahkemeye çağırıldım. O ortamda namaz kılamıyordum ama inancım asla azalmamıştı. Abdestli, namazlı olanın, işinin rast gideceğine inancım tamdı. Bulduğum bir teneke soğuk suyla tuvalette duş ve abdest alıp öyle gittim mahkemeye. Babam da temiz bir takım elbisemi getirmişti o gün giymem için. Tahliye kararımın çıkacağı içime doğuyordu. Koğuştan hiç kimsenin böyle bir tahmini olmamıştı aslında.
Yaraladığım çocuk, on üç gün komada kalmış. Hatta, bana öldü haberleri bile gelmişti. Ben mahkemeye çıkmadan önce, o da hastaneden çıkmış. Karakolda verdiğim ifadeyi hakim karşısında bir kez daha tekrarladım. Israrla, isteyerek vurmadığımı, yemin ederek vurduğumu da hatırlamadığımı , bıçağı da sadece korkutup, bana vurmasını önlemek için çıkardığımı söyledim. Anlattıklarımı samimi bulan, görüntümü de olumlu bulan hakim, tahliye kararı verdi. Mahkemem , tutuksuz olarak devam edecekti.
Koğuşa tahliye kararımı söylediğimde, neredeyse saldıracaklardı top yekûn. Basit hırsızlıklardan aylardır yatanlar vardı. Çalıntı saat almaktan bile altı aydır yattığını söyleyen biri vardı. Delirdiler, isyan ettiler. Öldürmeye teşebbüsten gelmiş, belden yukarı beş bıçak atmış birinin, bir ayda tahliye olmasını bir türlü kabullenmek istemediler. Ben çıkıncaya kadar, yalan ya da yanlış olabileceğini tahmin edip değişeceğini umdular. Fakat, akşam oldu, kararım geldi ve ben çıktım.
Her köye bir telefon santralı kurulmuş, köy kahvelerine de birer telefon konmuştu. Remzi ağabey, Köyler telefon Birliği’nin de başkanı olmuştu. Muhtarın kahvesi olduğu için, köy telefonu da bizim kahveye konmuştu. Yaraladığım çocuğun ve mektuplaştığım kızın köyündeki kahveye telefon açtım. Çocukluk arkadaşlarımdan biri açtı telefonu. Ertesi gün köye geleceğimi söyleyince arkadaş, bunun iyi olmayacağını söyleyip, ısrarla gelmememi istedi. Ben artık, hapishane görmüş adamdım, korkmazdım. Tam bir kabadayı edasıyla ;
- Belime yedi altmış beşliği takıp geliyorum ! deyip kapattım telefonu. Bu tam bir blöftü aslında. Benim hiç bir zaman bir tabancam ya da başka bir silahım olmamıştı. Telefon ettiğim yer köy kahvesiydi ve yolladığım haber bütün köyde duyulmuştu.
Sözümü tuttum ve köye gittim. Kısa sürede köy karıştı ama üzerlerine gittiğim o çocuk ve arkadaşları benden kaçıp silâh aramaya gittiler. Sonuçta köy muhtarı olaya müdahale edip bana iyi bir fırça attı. Bir fiske bile yemeden köyden uzaklaştım ama o kızın da benden vaz geçtiği izlenimi aldım.
Bir süre sonra Kurtköy’e gelen bir arkadaştan yolladığım mektubun cevabında ;
- Ama sen, beni unut dememiş miydin ,yazıyordu.
Ben Yeşilçam aşkları benzeri bir aşk yaşadığımı sanırken, bir şeyi hesaba katmamıştım : O kız, o Yeşilçam filmlerini seyretmiş miydi ? Üstelik her seyreden de benim gözüm ve benim yüreğimle mi seyrediyordu ?
Fikret TEZEL
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.