- 191 Okunma
- 2 Yorum
- 2 Beğeni
KİTABIN İÇİNDEKİ DÜNYA
KİTABIN İÇİNDEKİ DÜNYA
Dede, torununun elinden tutmuş, parkta gezintiye çıkmışlardı. Ağır adımlarla yürümelerine rağmen dede kendisini oldukça yorgun hissediyordu. Elli metre kadar ilerideki banka oturmak ve dinlenmek için adımlarını açsa da, gençlikte olduğu gibi çevik değildi. Torununa bank’ı göstererek, "hadi koş o banka otur, ben de geliyorum" dedi.
Torun; "ikimiz de koşalım dede. Bakalım kim daha önce banka varacak?
Dede tamam demiş olmasına rağmen, yaşı gereği torununun isteğini karşılayamazdı. Bu yüzden, "Eğer benden önce gidip o bank’a oturursan sana bir hediye vereceğim" dediği gibi, torunu depar atarak koşup bank’a oturmuştu.
Dede ise, ayaklarını sürüyerek, bir müddet sonra, torununun yanına gelmiş oturmuştu. Ne de olsa eski toprak. O minicik mesafe dedeyi oldukça terletmişti. Ceketinin iç cebinsen çıkardığı kar beyaz ve tertemiz bir bez mendille, boncuk boncuk terleyen alnını, ensesini ve kafasını silip, kuruması için, hemen bankın yanındaki çalının üstüne serdi.
Torun hemen söze girdi.
- Dede.
- Efendim yavrum?
- Yarışı ben kazandım değil mi?
- Evet yavrum. Umarım kazanmış olursun!
Torun, dedesinin bu son cümlesinden ne demek istediğini anlamamıştı.
- Dedeciğim, anlamadım ne demek istedin? Kazandım mı, kazanmadım mı sen onu söyle?
- Elbette kazandın yavrum.
- Peki ne verecektin bana?
- Benim güzel yavrum, sana öyle bir hazine vereceğim ki, eğer aklınla yüreğini birleştirip düşünerek hareket etsen, bir ömür boyu kazanacaksın!
- Tamam dedeciğim. Söz! dedi ve dikkatle gözlerini, dedesinin gözlerine kilitleyip, dudaklarından dökülecek sözcüklere kulak kabarttı.
Dede torununun dikkatini kendisine yöneltmesinden dolayı tatlı bir tebessümle;
"Hmm, biraz düşüneyim dedi ve ekledi.
Benim çocukluk yıllarımda, her ailenin bir babası ve bir annesi olduğu gibi benim de bir annem, bir de babam vardı.
İşte o yıllarda annem, elde yıkadıkları çamaşırları, temiz havada kurutuyordu.
İnsanlar henüz teknolojiyle tanışmadığı gibi, aya da ayak basmamışlardı.
İnsanlar tatile gittiklerinde uçakla seyahat etmiyordu.
Birilerini görmemek için gözlük de takmazlardı.
Televizyonumuz ya da yoktu.
O günlerde, insanlık ne bilgisayar ne de internetle tanışmıştı.
Daha da önemlisi, kimsenin psikoterapiste ihtiyacı yoktu.
Bir sağlık sorunu yaşadığımızda tanıyı sıradan insanlar değil, muayene sonrası sadece doktor koyardı.
İnsanlar erkeklere; "Beyefendi", kadınlara "Hanımefendi" diye hitap ederdi.
Yaşlı bir insan, engelli bir insan ya da hamile bir kadın toplu taşıma araçlarına bindiğinde, çocuklar ve gençler doğal olarak koltuğu boşaltmak için, yarışa girercesine ayağa kalkar yer verirlerdi.
Eğer araçtan inen engelli ya da hamile bir kadın ise, gençler el uzatır, araçtan inmelerine yardımcı olurlardı.
Erkekler, eşleriyle, kadın arkadaşlarıyla bir restaurant ya da kafeye gittiklerinde, kadınların paltolarını çıkarmalarına yardım ediyor, çıkarken yine paltolarını giymek için yardımcı oluyorlardı.
O günlerde insanların hepsi gerçek hanımlar, gerçek beyefendilerdi.
Büyüklüğü, Allahın büyüklüğünden bilir,
Allah’ın rızasına uyarak, sağduyu desteğiyle büyüklere saygı gösterirdi.
Otoriteye ve kanunlara saygı duyardı.
İyi ile kötüyü net bir şekilde ayırt ederdi ve başkalarına karşı davranışlarından ve sonuçlarından sorumlu olduğunu fark ederdi.
Aile bağları güçlü ve kalıcıydı.
Cep telefonumuz,
Bilgisayarımız,
DVD’miz,
Netflix ya da Instagram’ımız yoktu.
Ama bütün dünyayı içinde barındıran kitaplarımız vardı.
İnsanlar ailece bir araya geldiğinde, okuduğu kitapların konusunu konuşurdu.
Odalarıda ışık yoktu.
Beklenmedik bir anda wifi kesildiğinde paniğe kapılmazdı.
ATM veya mikrodalga fırın da yoktu.
Deneyimler ve duygular sonuna kadar yaşanırdı.
Facebook’a koymak için fotoğraf veya video çekmelerine gerek duymazdı.
Fotoğrafları sadece özel durumlar için ve sadece siyah beyazdı.
Fast foodun, hazır çorbaların, yapay tatlandırıcıların olmaması büyük bir şanstı.
Evet, şimdi düşünüyorum da yavrum, aradan ne çok zaman geçmiş. Belki de zaman hep yerinde sabitken, biz zamanın içinden hızlıca geçip gitmişiz.
Torunu, dedesinin anlattıklarından oldukça etkilenmiş olacak ki,
- Eee dedeciğim, sen o zaman yaklaşık 200 yaşındasın! diye heyecanla bağırdı.
Dede, şok geçirmiscesine;
- Hayır yavrum hayır. Ben sadece 80 yaşındayım.
- Peki dedeciğim, bana vereceğin hediye nerde? Senden önce bankoya koşup oturdum ya.
Dede tebessüm etti ve seni hınzır seni diyerek, ceketinin cebinden çıkardığı eski ve minik bir öykü kitabını torununa uzatarak, bak yavrum. Bu minik kitabın icerisinde koca bir dünya var. İşte bu dünyayı kazandın sen!
O eski kitabı dedeye de, dedesi vermişti!
Efkan ÖTGÜN
YORUMLAR
ibretlik bir yazi cok duygulandim...kaleminize yüreginize saglik...
elbette Teknoloji hayatimizi kolaylastirdi kolaylastirmasina ama nede cok sey alip götürdü aslinda.
Herseyin cogu zarar denilmesi bundan olsa gerek, nitekim farkindaligini arttiran Insanlar; Mutlukluk,Huzur Denge arayisi icerisinde sade ve yalin yasami tercih etmeye basladi....
Demekki Insan fitratina yakisan sadelik Insani mutlu edebiliyormus....
Saygilarimla
Hüma Efkan
Hüma Efkan
Mürüvet-Leyla
okadar Dede Torun konusmasi icerigine odaklanmisimki "Ödül"e deginmeyi unutmusum)
ne kadar etkilileyici bir Öykü oldugunun kaniti :)
Dedemiz her Hali ile Bilge oldugu icin, torunun'da bilgeligini etkileyecek en önemli temel tasini hediye etmis....
Ne Mutlu böyle degerli ödül (hediye) alip verenlere...
Saygilarimla