- 400 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
Hep son sözü o, söylerdi ...
Oteldeki yatağına tiksintiyle bakarak “Or...u” dedi içinden, “kim bilir, kimlerin kirli düşlerine yataklık ettin !”... ve bir ses geldi uzaklardan ... buz gibi bir rüzgâra yüklenmiş, sımsıcak bir “merhaba “ der gibi, ruhunu kucaklayan...
Oydu arayan ve saat beş vardı on ikiye!
Hep böyle yapardı zaten. Hep son dakikada yetişir hep son sözü O, söylerdi.
Bekledi koşup açmadı hemen telefonu. Bir müddet resmine baktı telefonun ekranındaki, “özlemim arıyor” yazıyordu resmin altında. ... Özlemim arıyor, özlemim arıyor, özlemim , özlemim, özlemim ...
Nasıl bir özlemmiş bu diye hayıflandı, eline telefonu aldığında. Ekrandaki gülümseyen yüz halâ kendini heyecanlandırıyor, kıpır kıpır ediyordu içini. Mutlu günlerin hatırına, tam kabul et tuşuna basacaktı ki, sustu özlemim ve o, tanıdık sessizlik geri geldi ucuz otel odasına.
Saatide sıfırladık dedi, yatağının ayak ucundaki eğreti sandalyeye otururken. Hangi müzik yakışırdı acaba bu küskün geceye ? Düşünmek yoruyor, konuşmak canını acıtıyordu. Dinlemek çıldırtırdı her halde... Uzandı sırt üstü ve girdi sabun kokulu kirli düşler mabedine .
Kapıyı, uzunluğu ayak bileklerine kadar ulaşan,siyah dekolte kıyafeti içerisinde,kıvırcık simsiyah saçları bembeyaz teni üzerinden bir heyelan gibi pürüzsüz boynuna ve omuzlarına akan,kıpkırmızı dudaklarından kaçıp, gece gözlerine tutsak olacağın, çıplak ayaklı bir kadın açtı.
Nefesi tutulmuş, kaçmak ile kalmak arasında bir türlü karar veremiyor, kapı eşiğinde öylesine duruyordu, bardaktan boşanırcasına yağan yağmur iliklerine işlerken. Üşüyordu. “Geç istersen” dedi tanrıça “Islanma dışarıda” ılık, büyüleyici bir sesle eğilip kulağına.
Bir sahil gazinosuydu kapısından girdiği. Masalar rastgele atılmışlardı sahile öylesine sağlı sollu. Anlaşılan vakit daha tamam değildi ki, boştular. Sahile vuran denizin sesini işitebiliyordu. İlerledi. Ayakları sıcak kuma gömülüyordu yürürken. Sahile en yakın masaya oturdu.
Dalgaların sesi ve ciğerlerine dolan azot dolu hava iyi gelmişti ona. Atmıştı üzerindeki mahmurluğu. Küllerinden uyanan zümrüdü Anka gidi hissetti kendini silkindi, doğruldu sandalyesinde, dirseklerini masaya koydu. Susuzluğu geldi aklına, gözleri tanrıçayı ararken , ‘ne arzularsınız diye sordu o muhteşem, içini gıcıklayan parfüm kokusu, kulaklarının arkasından… Tanrıçanın olduğunu umut ettiği o, sese doğru yönünü çevirmek isterken, o, zamana kadar hep ayaklarında hissettiği ince ılık kum zemini sırtında hissetti birden , düşmüştü sırt üstü…
Yatarken yerde, gözleri gecenin tavanına asılı Serap yıldızına takıldı . Ne o, diye sordu ‘Sen hiç yalnız gezmezdin ? Nerede o, kerimelerin olacak edalı Eda ve kronik fesat Melike ? Yine doğruldu, tahta sandalyesini düzeltti ve oturdu üzerine .
Kar beyaz masa örtüsünün üzerindeki zevk sahibi ellerle hazırlandığı belli olan beyaz porselen tabaklardaki renk cümbüşü deniz ürünleri, uzaktan gelen enstrümental Klasik Türk Müziği ezgileri, Şardone olduğunu düşündüğü tropik meyve kokulu beyaz şarabın kokusu ile birlikte tüm vücudunun mutluluk hormonlarının istilasına uğradığının ispatı olan kulaklarına varan ağzı , ona çok güzel geçmesi kuvvetle muhtemel bir akşamın haberini veriyorlardı sanki…
Elini dış yüzeyinde su damlacıklarının biriktiği buğulu ince bacaklı manken gibi şarap bardağına uzatırken gözleri kol düğmelerine takıldı, derken üzerindeki smokini fark etti ve neden insanlar kendisine bakıp kadehlerini kaldırıyor, hoş geldiniz diyorlardı ?
Tuhaf bir şüphe ve korku içerisinde etrafına bakındı, neredeyim ben diye sordu kendi kendine ve tekrar içini gıcıklayan, muhteşem parfüm kokusu geldi ensesinden burnuna, döndü ve tekrar göz göze geldiler sonunda…
‘Sana dedi, telefon … Özlem’iniz arıyor… o kıpkırmızı dudaklarındaki alaycı gülümsemesiyle, simsiyah kıvırcık saçları, meltemin etkisiyle bembeyaz tenini okşarken…
Oydu arayan ve saat üçüydü gecenin …
Hep böyle yapardı zaten diye düşündü uykulu gözlerini ovalarken, Hep son dakikada yetişir hep son sözü O, söylerdi…
‘Alo dedi, ve hayat tekrar başladı koptuğu yerden ...
Masada duran Laptopuna takıldı bir ara gözleri konuşurken, yeni bir filmin reklamını yapıyordu Netflix. Telefonu düşürecekti az daha elinden, onu gördüğünde. ’O dedi evet o , tekrar karşılaştığında gözleri… ’Tanrıça... diyebildi sadece. Oturdu yatağının ayak ucundaki eğreti sandalyeye. Ellerindeki kum taneciklerine bakarken kül yaprakları uçuşuyorlardı havada ve o muhteşem parfüm kokusu odada...!
...
Devamı : www.edebiyatdefteri.com/228162-adana-yaniyor/
04.03.2024 / Lüneburg
Ahmet Büyükyılmaz
Not.1
Bu hikayeden Sonra:,
1) ’Adana Yanıyor ...’ hikayesini okumanızı tavsiye ederim : www.edebiyatdefteri.com/228162-adana-yaniyor/
Not.2 : Resim Sayın Funda Eryiğit’e aittir. Bu hikaye eğer bir film olsa idi, Tanrlça’yı onun oynamasını isterdim.