- 240 Okunma
- 2 Yorum
- 2 Beğeni
ÜŞÜYENDİ ŞİİR...
Süslü bir imgenin telaşındaydı şafak doğmazdan önce:
Ölümün ve yitimin güncellendiği paspal bir ışık dilerken semadan ve işte ansızın sönen sokak lambasının vedası.
Işıyandı gece üşüyendi şiir…
İsteyenin bir yüzü kara vermeyenin iki yüzü ne de olsa s/onsuzluğun minvalinde ne çok yüz eşlik ediyordu maskenin altından tüten duman ve kopan o vaveyla iklimlerden şık bir kış masalı dikerken şair bahara kucak açan şehrin sevdalısı o iki yaka.
Açık vermeden sevmek mi?
Arşı alaya çıkan bir renk miydi yoksa kara gecenin feryadı ebemkuşağına rest çeken illa ki ve işte nüvesi ömrün nemalandığı kadar karanlıktan değil soğuktan hiç değil bilakis sevdiği kadar sevilmediğine delalet iken şairin içinde çıkan ve anbean büyüyen yangın.
Tanrısal bir hezimetti kara deliğin nidası.
Beşeri bir aşkla donanmış olsa bile ne ki bir insanın diğerine çağrısı.
Önseziler.
Ön sözü ve de.
Özveri ile dikiş tutturamayan şairin mintanındaki sökükler ile.
Rugandan dili ölümün ve bekası hüznün…
Karaçalı misali sevginin beyanatı ve minvali ve kök söktüren bir gün.
Aşüfte rüzgâr kolaçan ederken arkasını ve şair de düşmüşken yola baş koyduğu minvalde seken bir kuş gibi kanadına konan kelebek ömürlü şiirler gibi kayrasında yalnızlığın ve işte o haşmetli sevda: Rabbine dönük yüzü bir koşu ermekse en üst Makama, hali hazırda çat pat söktüğü bir dil olmazken sevda ve aşkın mefkûresi sözcüklerin dizisi şairin dizleri çözülmüşken ne ki ne, binlerce dizenin esefle söylendiği.
Renkler süzgün adeta bir ren geyiği sürgün edildiği coğrafyalardan güne kavuşma telaşı ile boynuzlarken zamanı ve mekânı oysaki şair de şehir de zamansız ve mekânsız aşklara açmışken kollarına.
Kâh fısıltı.
Kâh bir nara.
Kah fişek.
Kâh çekilen fişi sözcüklerin.
İmbatın çağrısı ve bir imdat freni bastığı yaygarayı alaşağı ederken sonlanmayan gizi sevdanın.
Hörgücü hüzün yüklü meali de.
Haşmetli bir derya mabedi de.
Öksüz iklimlerden firar eden yapraklar ve rüzgâr ve matem nasıl da mahrem duygular esefle kâinata ve yaşama eşlik eden.
Sıdkı sıyrılmışken bir kere ve siyahın göçü iblisin öcü…
Sureler ve hutbeler bir bir dizili şairin yüreğinde.
Andığı kadar Allah’ını.
Bandığı kadar sevdayı şiire.
Bir metafor bir mizansen bir milat ve de dolan miat.
Karıncalar gibi çalışkan ağustos böceğinden de yok iken farkı öncesinde.
Ve işte neyse öykündüğü varsa yoksa şiir yazılası nice öyküye öncü.
El pençe divan kadere.
Yüzü suyuna hürmeten aşkın nefesine sığınan bir şaşkın adeta.
İzahı güç imhası güç ifası güç.
Ölümle dans ettiği meyyalde ve işte yüreğinden söküp atamadığı anne sevgisi nasıl ki şiarı her anın her anının da b/ölücü gücü soyutlandığı kadar hayattan ruhuna en yakışan mintan elbet sevginin gücü birleşti mi de anne yüreği ile.
İklimlerden kış.
Ruh ise adeta bir nakkaş.
Seyyah sözcüklerin seferberliğinde telaşla yaşadığına tek şahit iken Tanrı.
Son sözün fermanı oysaki son söz henüz bağışlanmadı bağrına b/astığı kadar umudu en çok üşüyen şairin ruhu bedenini angaje ettiği bir fasılda yüreğini temsil eden her fısıltıda için için yakardığı elbette Huda’sı…
YORUMLAR
Şiirsel düzyazı niteliğindeki yazınızı beğendim. Üşümek konusunda ben de şöyle bir şey yazmıştım; Gülleri soldurmayın, eşek arısı kondurmayın, soğuk tavırlarınızla aşkı üşütmeyin.
Gülüm Çamlısoy
Şeref verdiniz.
Çok teşekkür ederim.
Saygılarımla efendim