- 376 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
GÖZDEN KAÇANLAR
Haydi iş başına. Bugün kahvaltıyı siz hazırlayın beyler. Belki de bu size ters bir durum ve fakat her zaman için yapın anlamında değil bu, bir kez de siz deneyin ki görünmeyen ve bir türlü anlaşılamayan ne emekler varmış hayatın akışı içinde algılayın.
Ailedeki işbölümünü çağrıştıran ve aslında bir nebze de sorgulamakta olan bu durum, eşler ve hatta cinsiyetler üzerindeki hayatın yükünü de sorgulamaktır bir bakıma. İşin doğrusu, yetmişli bir kuşak olarak ailemizde annemin yerini tutabilecek bir el, ayak, kafa ve planlayıcı görmüş olmayan ve eve dair çokça işin kendisi üzerinden şekil bulduğunu gözlemleyen bir özne de olarak uzunca bir süre babamdan aldığım rollerin adamı olmaya çalıştım. Çoğumuz da böyle yapmadık mı? Evin erkeğinin rutininde olan şeyler basit ve veya orta boy onarım, bakım, düzenleme, hesap kitap ileri ve biraz da aile muhabbetidir kanımca. Neticede evin nafakası için yıllardır iş ortamının vazgeçilmez şahsiyeti olan babalar, iş ortamı sonrasındaki zeminleri ve ailesinin de ortak barınağı evinde elbette dinlenmelidir. Burada mevzuu, hararetli şekilde sabahtan akşama ve hatta yatma vakti gelene değinki hemgâmeli duruşun yorduğu annelerin halidir. Adeta vücudun omurgası gibi her nerede iş varsa orada biten ve aslında da yıllar içinde eksilen, yaşlanan ellerin, kırışan yüzlerin öznesi anneler ne zaman dinlenmeyi hak edeceklerdir. Denilebilir ki, çocuklar da varlar ya. Yapın güzel bir işbölümü olsun bitsin. Bu kadar kolay olsaydı, her yaş grubu çocuğa bir görev listesi verilir ve ailede bu iş iki dakikada halledilirdi. Realitede böyle olmadığını ve bu işlerin büyük yükünün her zamanki alışkanlıklar ve teamüller gereği annelere kaldığını da çok iyi biliyoruz değil mi?
Ne zaman bir belgesel izlesem elleri asla durmayan, sürekli hareket halindeki bayanları görür ve çekim mekânının doğasına hayranlığımla birlikte kafamda bazı sorgulamaları da yapmadan edemem. Bu soruların büyük bir kısmı ne zaman mola verileceği ve dinlenileceğine dairdir. Öyle ya, kadınlarımızın ev işlerine daha yatkınlığı her şeyi onların yapmalarını mı gerektirmiştir? Bu roller uzunca yıllardır kadın-erkek gerçekliğine bakışın egzantrik bir yanılsaması olabilir mi? Nitekim, günümüz teknolojisinde çoğu şeyde el becerisine çok gerek olmaksızın bay ve bayan ayrımı olmaksızın herkes her şeyi yapabilir seviyededir neredeyse. Malzemeleri hazırlayın, robota koyun ve düğmeye basın. Tabakları dizin, temizleyici tableti koyun ve düğmeye basın. Kısacası hayatın bu denli kolaylaştığı günde dahi her işimize halen eşimizin ve veya kadınlarımızın koşuyor olmaları tuhaf değil mi? Hal buya, erke elinin yakışmadığı şeylerin artması, bu anlamda bizleri de bir şeyler yapar ve anlar hale de getirebilmiştir bir nebze.
Hiç dikkat ettniz mi bilmem, neredeyse aynı yaşlarda olmalarına rağmen, kadınlarımızın o özellikle kırklı yaşlar sonrasındaki fiziki duygusal duruşları erkeklere nazaran bir hayli acınası durumdadır. En azından benim onca gözlemim bu durumu işaret ediyor. Sanki o kırıklı yaşlardaki her geçen yıl onlardan adeta ikişer, üçer yıl alıp götürüyor. Erkeklerin takvim yaşlarının karşılığı normal şartlar altında bize şaşırtıcı verileri vermezken, kadınlarımızda bu durum neden çok farklı? Ellili yaşların zindeliği, narinliği nerelere gidiyor? Bu yaşlarda ortalama bir Türk erkeği halen zinde, sıhhatli, hareketli olabilirken, kadınlarımızın birden bire büyükanne olmaya eğilimleri ve hatta evrilimleri nedendir? Bu tehlikeli soruyu sormaktaki amaç, bu sorunun nedenlerine inebilmek için elbette. Kimseler burada alınganlık içine girsin de istemem doğrusu. Bu durum ailede kadın erkek ilişkilerini de tuhaf hale getiriyor. Evlilik müessesi ciddi yaralar alıyor. O halde, benzer yaşlardaki farklı yıpranmışlığa neden olan şeylere mi bakılmalıdır. Bu soruya büyük oranda “evet” yanıtını versek de, bulabileceğimiz cevapların tümüm doyurucu olamayacak sanırım. Meselenin fiziki yıpranmışlık, rollerin dağılımı ve veya hayatın yüklerinin üstlenimindeki adaletsizlik kadar, hissiyatlarla da büyük oranda ilgisi var gibi görünüyor. İnsanlar neden birden bire o hayat coşkusunu alıp bir kenara koyarlar? Yurt dışından gelen bayan turistlere dair gözlemlerimizde aynı yaşlardaki bizim kadınlarımız niçin çok daha ileriki yaşların insanı gibi görünüyorlar? O ecnebiler dünyalı değiller mi? Elbette beslenme ve yaşam tarzları da işin içine giriyor tam da burada. Anlaşılan bu farklı görünümler konusu çokça soruyu da beraberinde getirecek ve bizi daha derin ve bir o kadar da ciddi şeyleri sorgulamaya da itecektir. İşin sonu nereye varırsa varsın, yukarıda dile getirilmeye çalışılan durumun çoğumuz şu ya da bu şekilde farkındayız eminim.
Hayat biraz canlılık, neşe, farkındalık katarak, bu akametten kendimizi ve bilhassa da eşlerimizi kurtarmak konusunda biz erkeklerin de büyük sorumlulukları var, diye düşünenlerdenim. Bizimle hayatı ortaklaşan eşlerimiz, kadınlarımız da yerinde gülebilmeli, koşabilmeli, canlı olabilmeliler ki yaşama dair enerjilerini dışa vurabilsinler. Kimse patates çuvalı bir erkekle ve veya kadınla hayat sürmek istemez değil mi? Üstelik annelik dediğimiz şey dadılık, bakıcılık da değildir. Çocuklarını doğurmuş olmaı, annelerin hayat boyu onları sırtlarında taşımalarını zaruret kılmamalıdır. Şu çocuk yetiştirme konusu yeniden ele alınırsa, ilkokullu yıllarda kahvaltı sonrası çocuklarıyla yollarda perişan olan ve hatta onların köleleri gibi çantalarını omuzlanan anne veya baba manzaraları görülmezdi, görülmemeliydi. Bu bizleri daha iyi anne veya baba yapmadı, yapmayacak da. Bundan oldukça emin olunuz. Bunun adı veya görüntüsü ilgili anne ya da babayı çağrıştırıyor gibiyse de eğitimci duruşu ile büsbütün yanlış bir tercihtir. Biz ebeveynler, çocuklarımızın sırtlarındaki yükü almak üzere görevlendirilmedik. Bunu dikte eden ne dini ne de kanuni bir görev var. Bu düpedüz, çocuklarla hayat arasında bet olarak kendini tüketmenin tam da adıdır. Burada da büyük eleştiriler gelebilir tarafıma, sağlık olsun. Bizlerin görevi, çocuklarımızı doğru yer ve zamanı ıskalamaksızın hayatla yüzleştirebilmektir. Oysa bizlerin yaptığı şey, hayatla onları mesafeli kılmak, sorunlarla baş edebilme yetilerini köreltmek, adeta bir kalkan gibi her zorda kendimizi öne koyarak yaralamak, berelemek, eritmek olmaktadır. Ne zamana değin onları sırtınızda taşıyacak ve ne zamana değin onların yerine nefes almada inat edeceksiniz, diye dha sert bir yüklenmede bulunuyorum. Hayır. Bizler her dinlediğine inanan, her istenileni yerine getiren, her rüzgâra göre yön değiştiren ve ipleri birilerinin elindeki kukla da değiliz, Alaâddin`in Sihirli Lâmbasının Cini`de. Bizlerin de bir gücü, sabrı ve kısaca sınırı var. Enerjimizi rehberlik rolüyle sürdürmeye başlarsak, çocukların kendi yükleri olduğu bilincini de aşılamaya başlarız. Hayat dair en tesirli aşı, sorumluluk bilincini veren aşıdır. Çünkü o, sağlam yapıldı mı, tesiri ömür boyu sürendir. Ve burada şunu da söylemek gerekir ki, çocuklarını çok sevdikleri ve esrigedikleri yanlışıyla büyütenler, onlara gelecek adına da en büyük kötülüğü yapmaktalar.
Görüldüğü üzere, eğitim anlayışıma da temas eden şu kadın ve erkek sorumlulukları konusu oldukça çok başlı ve bu anlamda da bizleri yaşamakta olduğumuz hayatı ciddi bir sorgulamaya da itecek ciddiyette. Her yaşın kendine mahsus güzellikleri var. Bunların hem kadın hem de erkek için eşit olabilmesi bizim bu metni kaleme alış nedenimizdir. Her şeyi üstlenmek bizi daha iyi insan kılmayacak. Kimiz zaman yardım almayı da tercih etmeli, kiminde de teklifsiz yardımcı olmayı da ortaya koymalıdır. Hayatı paylaşmak, tüm sorumlulukları ve güzellikleriyle paylaşmak ise, ideal bir ailede anne ve babaların dayanışmasının en güzel eğitim olduğunu gönül rahatlığı ile söylemek de mümkündür. Biraz vicdani bir meseleye de bu duruma örnek vermeden de geçmeyeyim. Babamın il dışı görevleri o denli çok oluyordu ki, henüz ilk ve ortaokul yıllarındaki en büyük çocuk olarak ben, hayatın ne olup olmadığını anlamaya çalışırken çokça gözlemde de bulumdum doğal olarak. Görülen şuydu ki, bazı ağır ileri de günün rutinlerine eklemekte olan annem çok yıpranıyordu. Bu duruma seyirci kalamazdım . Kalmadım da zaten. O Perşembe günleri yok mu, yaklaşık dört km kadarlık sebze meyve pazarına gidilen gündü bu. Sadece o kadarlık yolu katetmek bile o yaşlarda bana bile ağır geliyordu. Ne var ki bu alış veriş yapılacak ve o yol katedilecekti. Tabi, eller boş gidilen pazardan bir de yüklü olarak dönmek de var işin içinde. Zavallı anneme yoldaş olur ve pazarın bitiminden hemen sonra tam hız eve kadar gider ve yeniden geri dönerdim. Keşke bir kez daha dönebilseydim…. Burada duygulandığımı ifade etmek isterim. Daima ikinci kez dönerek, onun ellerindeki pazar çantalarının da büyük kısmını alır ve elimden geldiğince de yükünü hafifletirdim. Doğrusu o gün çok erkenden de uyurdum. Bu kısa ve gerçekçi örnek, ta o yıllarda bana her nerede bir iş varsa anladığım kısmında yardımcı olabilme sorumluluğunu vermişti bile. Şimdilerde de aynı şeyi eşim için yapmaya gayret ediyorum. Bu paylaşım beni hiç eksiltmedi. Tersine ailedeki aidiyet duygusunu artırdı ve çocuklarımızın bunları gözlemlemesine yol açarak, ideal ailedeki işbölümü mevzuuna güzel örnekler teşkil etti.
Hani derler ya, bu kadın işi, bırak onlar yaparlar. Hayır, onlar ailenin kölesi mi ki her işe atılsınlar. İşin bir ucundan birileri de tutarsa daha kolay, hızlı ve daha az yorularak yaparlar. Öyle yapılırsa elbette daha az yıpranır ve daha tebessümlü olabilmeyi de başarabilirler. Ailenin sorumluluklarının yükü annelerin, kadınların değil sadece, ailedeki her birimizin yükü değil midir? Öyle değil ise, o müesseseyi aile değil de tam pansiyonlu bir işletme olarak görmek ona tabela takmak ve her hafta sonu o emekçilere haklarını vermek gerekir. Sömürmek değil, sevdirmekle, paylaşmakla artabiliriz. Bunun dışındaki dayatmalar sadece yozlaştırır, eritir, köhneleştirir. Oysa aile dediğimiz yerinde tozun dumanın yutulacağı ve yerinde de tozun dumana katılacağı yerin de adıdır, merkez üssüdür. Eşlerine, kadınlarına elaman demenden uzananlara selâm olsun. Hayat zorda da kolayda da birlikte olmaktır. Ailelerimizin can damarı kadınlarımız, eşlerimizi bir de bu gözle görebilmeyi başarırız ümidiyle esenlikler dilerim.
Oğuzhan KÜLTE