- 186 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KENDİNDEN BAŞLAMAK
Ne gariptir ki, elimize ne fırsat geçerse geçsin o varlıkla ilgili türlü muhasebelerde bulunur ve zihin haritamızda da ivedilikle bir ticaret yaparız. Kendi sınırlarını, imkân ve kabiliyetlerini yeterince tanımadan girişilen çoğu işte de hüsrana uğranılmasının veya beklentilerin çok altında kalınmasının nedenlerini de ya doğru teşhis edebilecek şeyleri ıskalayarak veya başka şeylere yüklemelerde bulunarak yaparız. Başarısız olunmasının faturasını insanın kendinde araması pek nadir ve fakat takdire de değen bir durumdur oysa.
Hiçbir başarı kendiliğinden ortaya çıkmadığı gibi, süreklilik de arz etmez. Başarı dediğimiz göreceli kavram bazı sorgulamaları yapmamızı ve her adımda da önce kendimizi merkeze almamızı gerektirir kanaatindeyim. Bilgi, deneyim yönünden yeterince beslendiğimiz konularda bile az da olsa başarısızlık payı hep varken, bu sorunun temelinde kendimizi özne olarak görmemiz, başarısızlık olasılığını da muhtemel ki en aza da indirger. Kullanmakta olduğumuz otomobilin hangi şartlarda ne gibi refleksler vereceğini yeterince deneyimlemiş ve ona hükmeden el, ayak ve kafa ve duygu olarak da bir bütünmüş gibi hareket etmeyi başarmışsak, yol üzerindeki konuşmuşluk halimiz de o oranda uygun ve başarılı, tehlikelere de bir o denli uzaktır elbette. Aynı aracı bir başkasının daha iyi kullanamamasının altında da yine o soru var. Biz, bize verilenle bir uyumu yakalayabilecek donanım ve beceriye haiz olduk mu? Şu kendinden başlamak meselesi azımsanacak gibi değil sanırım. Kendi sınırlarını tanımak derken, sadece kuvvetli yönlerimizi değil, zafiyetlerimizi de dile getirmeye çalışıyoruz esasında. Zayıflıklarının ne derece üstesinden gelebileceği ve veya onları ne ölçüde tolere edebileceği hususu, başarının da olmazsa olmaz anahtarlarından biri olsa gerek.
Kendini doğru kelimelerle ve bunların altını da gerçekçi şekilde doldurabilmenin vereceği bilgi, hayata da hangi basamaktan ve nelerle başlanacağının da bilgisini sorgulamak, bu sorulara doğru karşılığı da bulabilmek demektir. Hangimizdir ki herhangi bir konuda arayış içinde değiliz. Hangimiz değişimlerin getirmesi muhtemel daha iyi zeminlerin peşinde hiç olmadık. Bu ve benzeri onlarca soru ve sorgulamanın özüne ve biraz da acımasızca kendimizi koymayı başaramadığımız sürece, doğru cevapları da bulamayacağız bellidir. Başkalarını söz, duruş ve davranışlarını eleştiriye tutmak ne de kolaydır. Asıl eleştiri öznesi biz olmalıyken, niçin bizin dışındakileredir bu açı? Başkalarının iyi veya zafiyetli yönlerini bilmenin de elbette onlara karşı yaklaşımda bize faydası olabilir. Bu faydanın bize daha fazla yansıyabilmesi ve bizim hayatımızda da belirgin anlamda bir nitelikçe iyiye doğru gelişimin başlamayabilmesi, eleştiri oklarının önüne öncelikle kimi koyduğumuza bağlı değil midir? Kimse ”Yoğurdum ekşi” demeyecekse, bizden başlaması gereken değişim nasıl başlayacaktır.
Yukarıda sözünü ettiğimiz şu kendinden başlamak ve kendini eleştirebilmek mevzuu, kendini hiçe saymak değil elbette. Kendindeki imkân ve kabiliyeti daha da güzel nasıl ortaya koyabileceğini sorgulamak, daha iyi bir sunumu nasıl ortaya koymak, gibi anlamda anlaşılırsa daha pozitif çıkarımlara gidilebilir. Her yönümüzle mükemmel olduğumuzu, yi ve hoşgörülü bir tabiata sahip olduğumuzu düşünüşün inandırıcılığı ne ise, her yönüyle değersiz bir özne olduğumuz kanaatinin de inandırıcılığı odur. İki uç noktanın ortası, objektif bir değerlendirme sürecinden geçerse, doğru hamleler için anlamlı verileri de elde etmeye başladık demektir. Bir konuda gerçekten de iyi seviyelere gelebilmiş isek, diğer yanlarımız için de gereken doğru eleştiri mantığıyla bunu başarabilir ve kendi sınırlarını daha gerçekçi görür, kavrar ve kullanabilir hale de gelebiliriz pekâla.
Ben kimim? Ne kadarlık bir potansiyelim var? Neleri öncelikle aşmalıyım? Ne gibi durum ve koşullrda daha kendime güven duyuyor ve bu güveni hangi şartlar altında yitiriyorum? Vb çokça soruya verilebilecek doğru cevaplar, kişisel sınırlarımzın hudutlarını belirleme değil, akıl ve beden gücümüzün de nerelere değin artırılabileceği hakkında bize bir fikir verebilir. Yaptığı özeleştiri ve bu özeleştirinin dayanaklarını da doğru kullanması neticesinde çoğu örnek insanın neleri başarabildiğine şahit olmuşuzdur. Onları bize göre o belli konularda daha anlamlı br zemine taşıyan nedir? Elbette doğru verileri doğru yer ve zamanda işe koşarak, zafiyetlerini aşmayı hedefleyen yeterli çalışmayı yürütmek, sebat göstermek. Tam da burada şu sorgulamaları da yapmanın geldi, diye düşünüyorum. Bir diş hekimi ve onlarca yıllık öğretmenlik deneyimize rağmen, önünüze gelen ve onca zorlu etabı aşarak bu işte kalifikasyon kazanmaya gayret eden onlarca öğrenciye gereken duyarlılığı gösterebildiniz mi? Size malolmuş ve artık kitaplara girmeye aday onlarca deneyimin, tekniğin ve detay bilgilerinin doğru şekilde akatarılabildiğinden emin misiniz? Yoksa, sizdeki bu büyük potansiyelin öğrencilerinizle aranızda yankılanabilmesindeki sorunların kaynağında yine siz mi varsınız? Acımasızca gibi görünse de bu sorgulamaların yeterince yapılmadığı ve veya bananeci bir tavırla ıskalanmakta olduğunu düşünenlerdenim. Bizi böyle düşünüşe itmekte olan şey, ben basılsa çokça bocalayarak bu niteliğe haiz oldum. Onlar da “Biz cebelleşerek burunlarını sürtsünler, yaklaşımı mıdırdır yoksa bu. Daha da kötüsü, kendimizi bu öğrenme ve öğretme ortamında sadece suna, göstere ve fakat başarı veya başarısızlık noktalarında da ayrı bir yere koyan mıyız? Süreci desenleyen, aktif hale getiren ve nihayetinde de değerlendiren özne olarak, hangi seviyedeki beceri veya bilgi aktarımı sorumlusu olursak olalım, neticelerin her şekilde de bizleri de bağladığı gerçeğinden nasıl kaçabiliriz? Ortada bir başarı sahiplenen ve kendine büyük paylar mal eden, başarısızlıkları ise başka başka şeylere yükleyerek kendini sürecin dışında tutmaya çalışan bir duruş ne kadar etiktir? Şu kendimizi doğru görme ve okuma ne de öneli, ne de insaniyetle sıkıca ilişkili bir duru değil mi? Başarıların veya takdirlerin öznesi olmayı çarçabuk kabullenen biz, diğer yöndeki durumlarda da aynı duruşu göstermeliyiz. Bu, bizi daha bir biz yapar. Kimse hayata dair ne konu olursa olsun, güzelliğe açılan kapılarda listeye kendini yazdırırken, negatif şeyleri çağrıştıranlarda ise liste dışı bırakma eğiliminde omamalıdır. Bunun adı olsa olsa kaçak güreşmek, kendini kandırmak, faturaların bdellerini başkalarına ödetmek olur.
Bir anekdot ile yukarıda mevzuuyu açmaya çalışalım. Önümüze konan yeni müfredat ve bunun içeriğine henüz aşina olmamız bir eğitim ordusu öznesi olarak, işimizin o yıl biraz çetrefilli geçeceğini düşünmüş ve müfredatın felsefesini anlamaya yönelik çalışmalar da yaz döneminde başlamıştım. İyi ki de yapmışım bu ön hazırlıkları. Zira ilkokul dördüncü sınıf müfredatının içeriğindeki ilk üniteye öylesine kavramlar konulmuştu ki, bir önceki yıla ilişkin hayat bilgisi dersi içetiğinden ne denli başarılı geçmiş olurlarsa olsunlar, öğrencilerin bu yepyeni kavram ve terimleri bir iki kez de anlayabilmesine olanak yoktu. Bu öngörümüzde maalesef haklı çıktık. Eğitim hayatım boyunca bazı konuları yinelemek zorunda kalmış olsam da yeni müfredatın dayattığı bu seviye üstü kavrayışı gerektiren durumdan ötürü tam üç kez ilk üniteyi işlemiş be diğer üniteler için gereken zamandan da dezavantajlı bir duruma düşmüştüm. Denilebilir ki, siz anlattınız, sundunuz, örneklendirdiniz, büyün yöntem ve teknikleri de işe koştunuz, öğrenmelere dair vasat durumdan vicdanen sorumlu değilsiniz. Peki gerçekte de öyle midir bu durum? Kendi sorgulamasını yapabilen erdemli bir tutum için ortadaki başarısızlığın faturasında ben de olmalıydım, demelidir. Asil duruş bu olmalıdır. “Ben anlattım, gerisi onlara kalmış” ucuzculuğunun kanımca manevi ve maddi bir faturası ve hatta görevin gerektirdiği duruşla çelişen bir ihanet yönü de vardır. Belki acımasızca gelebilir ve fakat, her şeyleriyle sizin dizaynınızla yükselebilecek bir nesle bu ihanette bulunamazsınız. Bulunanlar var ise, kendilerini sorgulamaya cüret edemeyenler zavallıdırlar sadece. Başarısızlığı aşabilmede üçüncü deneyimin ne derece isabetli olduğu, teftiş için gelen müfettiş ile de istişare etmiş ve bu temadaki gecikmenin ne de haklı dayanaklara bağlı olduğunu görmüştük. Sonraki temaların kurgusu ilk temaya bağlı olduğundan, daha hızla ilerlemek ve yitirilen zamanı da geri kazanabilmek mümkün olmuştu zaten. Bu durumu iş, sanat, zanaat öğretmekle yükümlü her birimizin iyi gözden geçirmesi ve gereken duruşu göstermesi, ,işini de sahiplenmesi gereğini düşünüyorum. Kendi donanımızın yeterli olmadığı zamanları da yaşayabiliriz. Vazgeçmeden yola devam etmek durumundayız. Hayatın yukarı doğru basamaklardan olduğunu düşündüğümüzde de bir alt basamakta yeterince olgunlaşmayan bizin, sonraki için de ne derece acziyete düşebileceğimizi bir düşünün.
Kendi üzerine düşenleri aklen, ruhen, vicdanen yerine getirebilen veya bu yolda gayret sarf edenler, başkalarının hayatında da güzel anıların vesilesi olurlar. Belki biraz zaman ve enerji harcamak zorunda kalınır ve fakat arzu edilen sevilere ulaşabilmiş olmanın verdiği o haz her şeye değer. Her şey bizden başlar, sözünün derinliğini çokça düşünenlerden biri olarak, o bizin ne derece önemli ve başat bir özne olduğunu çok sonraları anlayabilmiştim. Kötünün içindeki iyiyi, iyinin içindeki riskleri görebilmek ve hayatı tüm yönleri ile kabul etmek gerekiyor sanırım. Bu denli bir samimi duruşun hayat bulabilmesi, kendimize yönelik bakışımızdan neler elde edebileceğimizle de çok ilgili. Her eleştirel yaklaşımın bizi daha bir ileriye taşıyabileceğine inanırsak, kendimizden başlama noktasındaki detayları gereksiz işlerden görmek yerine, haklı ve geçerli olanlar şeklinde görebilmemiz de mümkündür. Başkalarının yıpratıcı eleştirilerine veya bizi olduğumuzdan çok daha üst seviyedenmişçesine abartılı ve menfaat içerir görülerine karşın, kendi yapacağımız eleştirilerin daha az hasar vereceğini de düşünmek daha isabetlidir kanımca.
Hayatın bize neler sınacağı ya da hangi sorunlarla sınayacağını öngöremezsek dahi, her hal ve durumda olması gereken söz, duygu ve davranışlarımızı yansıtmadaki başarımız, bizi diğer insanların daha doğru ve kendiyle barışık bir özne olarak algılamalarının da yolunu açar. Bu ciddi bir etkileşimdir. Nitelikçe kendine gereken yatırımı yapabilmiş insanların sadece birkaç dakika içinde etraflarına nasıl da büyük pozitif enerji verdiklerini bir hayal edin. Böylesi bir duruş insana neler katmaz ve kazandırmaz ki? Sıradan sayılabilecek işlerde dahi ustalıkla kendini ifade eden birileri hemen göze çarpmaz mı? Kısa zamanda o insanları daha farklı yerlerde görebilmiş isek, bu durumu memnuniyetle de karşılarız değil mi? Hayata nereden başlamış olduğumuzun değil, onu hangi yöne götürmek istediğimiz değil midir önemli olan? Bunu yapabilmenin yolu yine kendinden başlamak değildir nedir? Bu anlamda başkalarının bizim ne olup olamayacağımızı, nelerde daha göze çarpan performanslar ortaya koyup koyamayacağımızı söylemesini beklemek yerine, bunu niçin kendimiz yapmıyoruz? Şunu unutmamak gerekir ki, hayatın içindeki algılayışımızda kendimizi ikame ettiğimiz yer, en doğru yer olacaktır. Hoş ya, iki kuruşluk bilgi ve deneyimiyle kendini göklere sığdıramayanlar da olacaktır kuşkusuz. Başarısız değerlendirmelerin sonucu da elbette başarıya evrilmeyecektir. Kendini olabildiğince geniş ve bir o denli de derinlikte doğru teşhis edenler, çıkarımlarının gereği hamlelerle hayatta daha da muvaffak olacaktır, diye düşünüyorum. Burada en kırılgan yer, sanmalardan değil, gerçek bilgi ve verilerden dayanak almak meselesidir. Kaldı ki, bilen ile bildiğini sanan arasındaki fark anlatmakla bitmez bir boşluktur. Kendini bilmenin güne ve bu vesile ile de yarına ışık olabilmesini umut ediyoruz. Haydi, kendimize dönelim ve başlatalım değişimi.
Oğuzhan KÜLTE
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.