- 160 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
***SULARDA BİR KAÇAK***
Suç işlemiş birinin kaçması gibi Şahika’nın aklı da olduğu ortamdan uzaklaşmış, çok uzaklara gitmişti. Bu yüzden yaptığı çalışmalara odaklanamıyordu. Dizüstü bilgisayarını kapattı. Kenarda duran küçük masanın üzerine koyarken
‘Acaba ona sürpriz yapsam sevinir mi? Çat kapı ’Ben geldim’ desem… Beni gördüğü an yüzünde oluşacak ifadeyi çok merak ediyorum doğrusu. Ya ‘Niye geldin? Seni davet etmedim ki!’ derse o zaman ne cevap vereceğim? Aman Allah’ım! Ne kadar kötü bir duruma düşmüş olurum. Herhalde utancımdan yerin dibine girerim. Ama onu görmeyi de çok istiyorum. Kim bilir onunla zaman geçirmek ne kadar güzel olurdu.’
Şahika, düşünce yumağının içinde kaybolup gitmişken birden kendini sorgulamaya başladı.
‘İyi de neden istiyorsun onu gidip görmeyi? Aşık mı oldun yoksa? Hadi canım, daha neler!’ diyerek kendi kendine yönelttiği sorusuna, yine kendisi şiddetle karşı çıkıyordu.
İç dünyasında gezintiye çıkmıştı. Bu adama karşı hislerini yokluyor, duygularını ölçmeye çalışıyordu.
Köy sessiz, sakin, hava oldukça güzeldi. Belli belirsiz esen meltem insanın teninde gezinirken, geride serinlik duygusu bırakıyordu. Köyün etrafı çeşit çeşit ağaçlarla doluydu. Çamlardan yayılan tertemiz oksijen, rüzgarın kanatlarına binip akşamın karanlığına kadar köyün içinde her yeri dolaşıyordu.
Köyde en göz alıcı ev onundu. Dedesinden babasına, babasından da kendine kalmıştı. Burayı çok sevdiğinden yerleşme kararı vermişti. İlk önce gereken yerlere tadilat yaptırmış, tamamen kendi zevkine göre değiştirmişti her şeyi. Maddi açıdan durumu oldukça iyi olduğundan paradan hiç kaçınmamıştı.
Yüksek duvarlarla çevrili evinin arka bahçesindeki oturduğu divanda, sabahın taze ışıklarında çayını yudumlarken, düşünceler içinde takılıp kalmıştı. Bir yandan da hafiften esen rüzgarın etkisiyle küçük havuzun içinde titreşen suları izliyordu. ‘Keşke şu an denizin ortasında olsaydım’ arzusuyla, divana uzanarak dizlerini karnına doğru çekti. Havuzda titreşen sular ruhuna sakinlik vermiş, o da gözlerini kapatmıştı.
Çok geçmeden, belli belirsiz sesler duymaya başladı. Hafif kıvrılarak uzandığı yerde, ayakları uyuşmuştu. Cılız bir lambanın ışığıyla aydınlanan koca şilebin deposunda, saklandığı yerden duyduğu konuşmaları anlamaya çalışıyordu. Ayak sesleri yaklaştıkça, depoya atılmış paslı ranzanın altında tespih böceği gibi biraz daha kıvrıldı. Korkudan yüreği ağzına gelmişti. Nefesini tuttu. Kulaklarını açarak beklemeye koyuldu.
‘Ya burada olduğum anlaşılıp da beni geri gönderirlerse? Kaçak bir kadın yolcu. Rezil olurum vallahi.’
Demir kapı ardına kadar büyük bir gürültüyle açıldı. Paslanmış menteşelerin çıkardığı gıcırtı kulağı tırmalarken, geminin deposunun her bir köşesine kadar dağıldı. Kalın saç zemin üzerinden ‘Tak tak” diye yayılan ökçe sesleri beyninde balyoz etkisi yaratıyordu. Beti, benzi atmış, bayılacak dereceye gelmişti. Kupkuru olmuş ağzının içinde dili damağına yapışmıştı.
Depoya inen kişi, bir süre odanın içinde oradan oraya dolaşıp durdu. Ardından aklına gelen bir şarkıyı ıslık çalarak söylemeye başlamıştı. Islığının eşliğine, kocaman varillerin yerlerinden çekilirken çıkarttığı gürültü karıştı. Nihayet ortalık birden sessizliğe gömüldü.
Şahika olduğu yerde biraz da olsa rahatlamıştı. ‘Sesler kesildiğine göre demek ki işi bitti. Az sonra çıkar gider’ diye düşünerek çok sevinmişti. Nitekim yine aynı sert adımlarla tak tak diye ökçe sesleri duyulmaya başladı. ‘Bak yanılmadım. Tehlikeyi atlattım sayılır. İşte gidiyor.’
Az önce gürültüyle açılan kapının, şimdi de kapanırken çıkartacağı sesi duymayı, saniyeleri sayarak beklemeye koyuldu. Ayak sesleri, saklandığı eski ranzanın tam da önüne gelince kesildi. Şahika ranzanın altından ancak iki kocaman ayak görebiliyordu. ‘Ayakları bu kadar büyükse kim bilir gövdesi nasıldır?’ diye ürpertiyle uçları sipsivri deri çizmeler içindeki ayaklara baktı.
Adam dikildiği yerde; gün boyu ağzının kenarında iki de bir sönen, dişlerinin arasında ucu ezilmiş, purosunu eline aldı. Önce yere doğru ağız dolusu, okkalı bir tükürük savurdu. Sonra bütün ceplerini talan edercesine karıştırmaya başladı. Hareketleri vahşi hayvanlara benziyordu. Sonunda çakmağını buldu. Birkaç kere üst üste çakmasına rağmen yanmamıştı. Yakamayınca gün görmemiş küfürleri sıralarken, çakmağı sinirinden titreyen elinden kayarak yere düşmüştü.
Şilebin mürettebatı alkole düşkündü. Bu yüzden gemideki bütün işler son zamanlarda iyice aksamaya başlayınca kaptan bütün mürettebata sınırlama getirmişti. “Akşamları belirli limit aşılmayacak! İtiraz edeni ilk limanda indiririm” diye sert ve kesin bir dille uyarmıştı. Bağrışıp çağırmışlar ama itirazları, kaptanın “İşine gelmeyen yüzerek karaya ulaşabilir” diye noktayı koymasıyla konu kapanmıştı.
Çakmak, Şahika’nın saklandığı ranzanın altına kadar kalın saç zeminde kayarak ( SÜRÜKLENEREK) ayakucuna kadar gelmişti. Kadının tüm vücudu sıkıntıdan ter içindeydi. Gözlerini fal taşı gibi açmış, korku içinde pusuyordu. Kalbi büyük bir gürültüyle çarpıp, adeta duvarlar arasında yankı yaparak kendisine geri gelirken, dizleri titreyerek birbirine vuruyordu.
“Lanet olsun! Sırası mıydı şimdi?” diyerek yere eğildi adam. Kolunu ranzanın altına doğru soktu. Elini rast gele sağa sola gezdirerek çakmağını bulmaya çalışıyordu. Ranzanın altını yoklarken, bir cismin eline değmesiyle bir an duraklayıp hareketsiz kaldı. Tekrar elini hareket ettirip az önce neye dokunduğunu anlamaya çalıştı. Şahika o an, usulca biraz daha geriledi. Adam bu şekilde bir netice elde edemeyince koca cüssesiyle yüzüstü yere uzanarak başını ranzanın altına soktu. Duvar dibine sırtını yapıştırmış birinin olduğunu fark etti. Böyle bir şey hiç aklına gelmediğinden şaşırmıştı. Kim olduğunu anlamak için ne kadar dikkatli baktıysa da yetersiz kalan ışık yatağın altını tam net göstermediğinden bakması fayda vermemişti.
“Bu da ne? Kim var orada? Sen de kimsin? Ne işin var orada? Anladım, anladım. Bak hele sen şuna! Demek işten kaytarıp buraya uyumak için saklandın ha! Ama sakın korkma. Merak etme seni kaptana teslim etmem. Çünkü senin hakkından ben geleceğim. Derhal oradan çık bakalım. Kim bilir bunu ne zamandan beri yapıyorsundur da biz hiç farkına varmadık. Seni üç kağıtçı miço bozuntusu seni! İşten kaçmanın cezasını göstereceğim şimdi sana.”
Şahika, olduğu yerde hiç kıpırdamıyordu. Adam, kendisini işten kaçan biri sanmıştı. Bu iyiydi ama yüz yüze gelince foyası meydana çıkmayacak mıydı? Kaçışı yoktu, ‘Kapana kısılmış fare bile benden daha şanslı’ diye düşündü. Adam hala gürlüyordu. Şahika’nın korkudan yüzü sapsarı kesilmiş, olacakları bekliyordu.
Tekrar yüksek sesle bağırdı.
“Kimsin sen? Cevap versene!”
Herhangi bir karşılık alamayınca ranzanın altına yarı beline kadar girip Şahika’nın bacağından tuttuğu gibi çekerek dışarı çıkardı. Hiç vakit kaybetmeden yerde yatan kadını sert bir hareketle kolundan tuttuğu gibi ayağa kaldırıp bıraktı. Şahika iri, yarı adamın karşısında dili tutulmuş hiç konuşmadan duruyordu. Adam çakmağını ararken aklına gelmeyen el fenerini hatırladı. Yeleğinin iç cebinden çıkartarak yakaladığı avının yüzüne tutmuştu.
Uzun saçlarını ensesinde toplayıp başına giydiği şapka adamın onu sürükleyerek çekmesiyle yere düşmüştü. Haliyle saçları dağılmış, kadın olduğunu saklayacak bir durumu kalmamıştı. Üstelik göğüsleri de belli oluyordu.
Adam bir adım geriledi. Kadını alıcı gözüyle daha iyi görmek istiyordu. Elindeki feneri kadının baştan aşağı vücudunda gezdirdi. Sonra öyle bir kahkaha attı ki, belki de geminin güvertesinden bile duyulmuş olabilirdi. Kadın bu iğrenç kahkahadan ürkmüş, kaçabileceği bir yer arıyordu.
“Bu ne tatlı sürpriz güzelim? Ah minik serçem benim! Hangi ağacın dalından düştün de buralara kadar yuvarlandın? Senin kanatların mı kırıldı bakalım?”
Bir yandan alay ederken diğer yandan el feneri gibi parlayan gözlerini iştahla kadının vücudunda dolaştırıyordu. Denizin diplerinde buldukları sayısız hazineler bile ona bu heyecanı tattırmamış, sevindirmemişti. Aylardır engin sularda hiçbir limana uğramadan yol alıyorlar, sürekli iyot kokusu soluyorlardı. Şimdi burada yalnız kimsesiz bir dişiyle karşılaşınca… Bir adım yaklaşarak Şahika’ya dokunmak istedi. Kadın, adamın bu hareketine karşılık gerileyince sırtı ranzaya dayandı.
Tüyleri diken diken eden bir kahkaha daha kopardı adam. Kafasını geriye atıp gülüyor, gülüyordu. O gülerken, çirkin göbeği de yerinde adeta zıplar gibi oynuyordu. Adam, uzun, kırçıllaşmış sakalını sıvazlamış, ucunu parmağına dolayarak oynamaya başlamıştı. Bir süre bakıştılar. Adam, içinden bu güzel kadınla geçireceği saatlerin hayaline dalmışken kadın yeni doğmuş ceylan yavrusu gibi ayakta durmakta zorlanıyordu.
Elini Şahika’nın gür, uzun saçlarına atarak koklamak istedi. Kadın adamın elini sertçe itekleyerek, ‘Seni burada linç ederim.’ demeye getirdiği bir bakış fırlattı.
“Korkma güzelim, ben adam yemem. Zaten acele işlerden hiç hoşlanmam. Söyle bakalım sen şimdi, yolculuk nereye? Hem neden burada saklandın ki? Yukarı gelseydin birlikte seyahat etmez miydik? Eğlencenin de dibine, dibine vururduk. Güvertede bize katılacak kaç kişi var bir bilsen… İnan ki seni bir görseler var ya. Bayram ederler, bayram. Aşk olsun! Bak, çok gücendim şimdi! Biz aylardır kadına hasret kalmışken senin bize yaptığına bak! Neyse olsun bakalım, nasıl olsa telafisini yaparız artık. Hem de şöyle yavaş yavaş, içimize sindire sindire… Çocuklara akşama büyük bir ziyafet çekeceğim. Sevinsin zavallılar. Açılışı ilk ben yapacağım. Bu benim en doğal hakkım. Haksız mıyım ama?”
Bunları söylerken, Şahika’nın kolundan sıkıca tutup kendine doğru hızla çekti. Pençe gibi ellerini, kadının üzerinde kabaca gezdirmeye başladı.
Donup kalmıştı. Karşısındaki adam kötüydü ve kendisine acımayacağını her konuşmasıyla belli etmekten çekinmiyordu. Dil dökmenin ne kadar faydasız kalacağını bir çırpıda anlamış, kendisine zarar gelmesine fırsat kalmadan buradan nasıl kurtulacağının hesabını yapmaya çalışıyordu. Adamın suratına tiksintiyle bakıyor, yüzüne tükürmem-ek için kendini güçlükle tutuyordu. Eğer hakaret eder, ona itiraz edecek şeyler söylerse daha çok kızdıracağını biliyordu. Yangına körükle gitmeyi istemezdi tabi. Bu insan azmanı ve diğer bahsettiği kişiler gerçekten kendisine tecavüz ederlerse ki anladığı kadarıyla bu kaçınılmaz gibi görünüyordu. ‘Öldürseler daha iyi’ diye düşündü. Açlığı, susuzluğu had safhadaydı. Buna tahammül edebilirdi ama. Ne olacaktı şimdi? Kurbanlık koyun gibi bu insanların kötü emellerine boyun mu eğecekti? ‘Okyanusun tuzlu sularında balıklara yem olmak daha şerefli değil mi?’ diye düşünüyordu.
Güverteye çıktığında kendini denizin kucağına bırakmayı planladı. Saçı sakalı birbirine karışmış, sapsarı dişleriyle iri yapılı bir o kadarda çirkin biriyle bahsettiği diğerlerinin pis emellerine erişmesine tahammül edemezdi. Vücudundan çıkan iğrenç ter kokusuyla birleşen puro kokusu insanın midesini kaldırıyordu. Birde şişmandı ki. Aşağı doğru sarkık kocaman göbeği iğne batırılsa balon gibi ‘Puf’ diye inecekmiş düşüncesi uyandırıyordu insanda. Üzerinde deri yelek ve her an belinden kayıp düşecek gibi duran yine deri pantolonu, onu daha da vahşi gösteriyordu. İki bileğinde de bulunan gümüş bileklikler, yılan figürleriyle süslüydü.
Şahika’nın kanı çekilmiş, başına gelecekleri düşünürken adam yeni bir deneme girişimiyle onu daha bir kendine çekip salyalanmış ağzıyla öpmeye çalışıyordu. O ise kafasını sağa sola kaçırıyordu. Kusacaktı neredeyse.
“Bırak bırak nazlanmayı kadın! Tepemin tasını attırma benim!”
Kadının bedeninde kabaca dolaştırdığı elleri daha bir vahşileşmiş, iyiden iyiye azıtmıştı.
“Oh! Ne güzel şeysin böyle. Tam ağzıma layıksın. O kadar tatlısın ki seni yerim ben, yerim!”
Birden yüksek sesle bağrışmalar duyuldu. Biri deli gibi bağırarak kendine sesleniyordu. Ses tam depo kapısının ağzına kadar gelmişti.
“Tüh! Allah kahretsin! Beni çağırıyorlar. Sanırım bir sorun var. Sırası mıydı şimdi?! Bunlar bensiz bir iş yapmayı öğrenemeyecekler.”
Keyfinin kaçtığını belli etmek istercesine çizmesinin burnuyla yere hışımla tekme savurdu. Bir hayli morali bozulmasına rağmen elinden oyuncağı alınan küçük bir çocuk gibi dudağını sarkıttı. Yüzü asılmış, bütün iştahı kaçmıştı. Söylenip duruyor, bu arada pişkinliği elden bırakmıyordu.
“Hadi güzelim. Seni güverteye çıkarayım da gözün gönlün açılsın. Hem birkaç insan yüzü de görürsün. Burada sıkılmış olmalısın. Akşama güvertede sırt üstü yatar, yıldızları seyredersin. Biz de yüzüstü uzanır, oltamıza takılan balığın tadına varırız. Ne eğlence, ne eğlence! Hadi bakalım, düş önüme!”
Şahikayı kolundan mengene gibi kavrayıp sürüklercesine götürmeye başladı. Dar bir koridorun sonunda, kaç kat merdiven çıktıklarını bilemiyordu kadın. Kolu adamın güçlü eli altında ezilmiş, acımaya başlamıştı.
Aklına gelen bir düşünceyle gözleri parladı. ‘Sahi ya! Nasıl oldu da aklıma gelmedi? Bu geminin kaptanı yok muydu? Beni bu canavar ruhlu insanlardan mutlaka korur.’ diye geçirdi içinden. Birden rahatlayıp içten içe sevinirken, yay gibi gerilen bedeni gevşemişti. Artık adımlarını kendinden emin bir şekilde atıyordu.
Adam, tuttuğu kolun parmakları arasında gevşediğini hissetti.
“Bak, böylesi daha iyi. Uysal oluşun hoşuma gitti. Zahmetsiz kadınlara bayılırım. Aferin sana! Bir kat daha gözüme girdin. Böylelikle eğlencemiz de uzun sürer. Haa, sahi ya! Oryantal biliyor musun? Bizim çocuklar bayılır gerdan kırıp, göbek atan kadınlara. Bize dans edersin değil mi? Kıyafeti dert etme. Kaptanın odasında ne ararsan bulunur.’’
Şahika duydukları karşısında kulaklarına inanamıyordu. Birden bütün vücudu kaskatı kesildi. Az önceki sevinci kuş misali kanatlanmış, uçup gitmişti. Olmayacak bir düşünceye kapıldığı için kendine kızdı. ‘Böyle mürettebatın haliyle böyle kaptanı olurdu. Bunu nasıl hesap edemedim’ diye tekrar başına gelebileceklerin korkusu düştü içine. ‘Bu yaşıma kadar hiç evlenmemiş, kendime sevgili dahi edinmemişken her şeyimi bu insanlara teslim etmek zorunda kalırsam ölürüm herhalde. Böyle bir şey için mi yaşadım bu güne kadar?’ diye düşünürken dişlerini sıkıyordu.
“Dilini mi yuttun güzelim? Yoksa sen ahraz mısın? Bak, bu olmadı şimdi. Neyse çok da önemli değil. Bazı şeyler için konuşmasan da olur. Anlarsın ya…’’
Şilep okyanusun ortasında, bütün hızıyla suları yara yara ilerlerken, güneş yüzüne örttüğü perdesini kaldırmış, sıcaklığıyla tenlerden içeri süzülmeye çalışıyordu. Güvertede çalışan tayfalar ağızlarının kenarlarından hiç düşürmedikleri sigaralarından derin derin içlerine çekip burun deliklerinden yarışa çıkmış boğalar gibi dışarı soluyorlardı.
Şahika önde, adam hemen arkasında olduğu halde, merdiven basamaklarından güverteye doğru çıkıyorlardı. Adam Şahika’nın kolunu sıkıca kavramıştı. Son basamağa yaklaşınca adam birden durdu. Şahika başını çevirip adama baktı. Aklından ‘Yoksa beni tekrar geri mi indirecek merhamete mi geldi acaba?” diye yeniden umutlanmıştı.
Adam yüzüne ciddi bir ifade takınmış “Bak güzel şey! Şimdi beni çok iyi dinle. Şu ana kadar tek kelime dahi etmedin, buna karşılık bende sana karşı son derece hoş görülü davrandım. Bir şey dedim mi? Kızdım mı hiç? Kendi kendime olabilir ya dedim, canı belki konuşmak istemiyordur. İlk görüşte samimiyet beklemek yanlış olur zaten. Ama bazı şeyler de bir yere kadar tatlım. Akşama kadar senin keyfini bekleyecek değilim. Artık bülbül gibi şakıma zamanın geldi. Bak kulaklarını dört aç! Sakın ola beni mahcup etmeye kalkma. Sonra tayfa kısmına rezil olurum. Söylediklerimi aynen yapmanı istiyorum, anladın mı?’’
Böyle söylerken alaylı konuşmalarına bir de tehdit eklemişti. Bu yüzden bir çocuğu azarlarcasına işaret parmağını sallıyordu. Şahika böyle bir adamdan merhamet umduğu için kendine kızmış neredeyse ağlayacaktı. Ama böyle ruhsuz birinin karşısında ağlayıp, acizliğini belli etmemek için var gücüyle dişlerini sıkarak gözyaşlarına set çekiyordu.
“Bundan sonrasını yalnız gidiyorsun. Yapman gereken şey güvertenin ortasına gelince üzerindeki tulumu üzerinden çıkarıp “Hey, kimse yok mu?” diye sesleneceksin ki zaten seni anında görürler. Çünkü yukarıda en az otuz kişi var. Onlara “Ben yeni miçoyum, iş arıyorum. Sizde iş var mı? Hadi beni aranıza alıp çalıştırın, ben hiç boş kalmayı sevmem. Daha ne duruyorsunuz? Yoksa başınıza güneş mi geçti? Sizi gidi tembeller sizi” diyeceksin!
Şahika kaba, saba argo içeren bu talimatlar karşısında daha fazla kendini tutamadı. Bu kötü ruhlu et çuvalına elinden geleni yapmalıydı. Önce içindeki bütün hücrelerini kemiren nefretini bir nebze olsun gidermek için adamın suratının ortasına kocaman tükürdü. Bununla da yetinmedi. Yağ tulumundan farkı olmayan karnına sert bir tekme attı.
Adam, hiç beklemediği bu davranış karşısında afallamış, durduğu basamakta biraz sendeler gibi olmuştu. Hantal vücuduna tezat, hareketleri çevik olduğundan kendini anında toparlamış, korkuluklara tutunarak merdivenlerden gerisin geriye düşmekten son anda kurtarmıştı kendini. Yüzündeki hiddet, kıl yumağı suratının altından bile belli oluyordu. Munis bir kedi edasıyla şu ana kadar hiç ses çıkarmadan önünde yürüyen bu kadının, karşısında birden panter kesilmesi onu deliye döndürmüştü. Ağzından tükürükler savura savura konuşmaya başladı.
“Seni küçük fahişe seni! Demek canın oyun istiyor. Saklambaç oyununda sobelendin, şimdi ne istiyorsun? Anladım anladım. Bu kadar sabırsız olduğunu bilseydim aşağıda sana ne gerekirse yapardım. Sen hiç canını sıkıp meraklanma güzelim. Gökte ne kadar yıldız varsa onları teker teker sayacak kadar zamanın olacak.”
Sincap gibi bir çırpıda son basamağa geçti. Şahikayı omuzlamış, güvertenin ortasına doğru yürüyordu. Kadın adamın pençe gibi kollarından kurtulmak için rast gele yumruklamaya başladı. Çareyi bütün gücüyle dişlerini adamın etine geçirmekte aradıysa da adam sanki sinek ısırmış gibi hiç oralı olmadı. Güvertenin tam ortasına gelince kadını savurur gibi yere bıraktı. Canı yanan kadın artık çaresiz ve umutsuzluk içinde ağlıyordu.
Miço tayfası, yerde ağlayan bir kadın ve hiddetinden kudurmuş tayfa başı Balina lakaplı olan reislerini görünce işlerini bırakmış, kadının etrafında daire oluşturup meraklı bir şekilde bakıyorlardı. Kimse bir şey konuşmuyor soru sormuyordu. Herkes ‘acaba rüya mı görüyoruz’ diye aynı şeyi düşünüyordu. Balinanın sert bir dille
“Akşama kadar bakıp duracak mısınız”? diye çıkışmasıyla tayfalar kısa sürede şaşkınlıklarından kurtulmuş, sevinçle ellerini ovuşturarak birbirlerinin yüzlerine bakıyorlardı. Bir tanesi yerde yatan kadına doğru eğilip yüzüne baktı. Kaba ve iğrenç bir şekilde, biraz geriye kaykılırcasına bacaklarını iki yana hafif açarak hareketler yapmaya başlamıştı. Vücudunda elektrik akımı gibi dolaşan şehvet duyguları, onu normal insanların görünce tiksinti uyanacağı bir duruma getirmişti. Hepsi birbirinin kopyası gibiydi. Hepsi de avına atılmaya hazır leş kargaları gibiydiler. İçlerinden biri
“Sen çok yaşa Balina. Demek sen Denizkızı avladın. Ben deniz kızlarını yalnızca masallarda olur sanıyordum. Meğer gerçekmiş. Ne kadar güzel görünüyor. Balina! Hani bunun pullu elbisesi nerde?”
Tayfalardan bir diğeri onun sözünü keserek biraz da sert bir ses tonuyla reislerine sitemli bir şekilde,
“Vay balina vay! Ben de diyorum nereye kayboldu bu adam. Ortalıkta görünmemenin sebebi anlaşıldı. Demek yakaladığın avınla meşguldün. Ee bu koca lokma sana çok değil mi? Hani bize pay? Biri yer biri bakar, kıyamet ondan koparmış biliyorsun değil mi? Bak şunların haline! Azgın boğa gibi yerlerinde duramıyorlar. Hani senden korkmasalar çoktan”…
Tayfaların hepsi birden hareketlenmiş, her kafadan bir ses çıkmaya başlamıştı. Biri hemen kadının kolundan tutup onu yerden kaldırmaya yeltenince Balina gür sesiyle bağırdı.
“Kesin sesinizi! Bırakın kafa ütülemeyi de bağlayın şu kahpeyi güverte demirlerine. Kim bu kadına benden habersiz ve gizlice dokunmaya çalışırsa yağlı kamçıyı üzerinde parçalarım. Demedi demeyin! Merak etmeyin, hepimize yeter bu sürtük. Yalnız biraz nazlanıyor. O kadarcık olur. Ne de olsa kadın. Bizde azıcık nazı ile oynayıveririz canım. Sonuçta kendi ayağıyla gelmiş. Kaçmıyor ya haspa.”
Az önceki homurdanmaların yerini kahkahalar almıştı.
“Hadi! Dediğimi yapın, bağlayın şunu! Akşama hepiniz eğlenceye!”
Kadını iki kişi yerden sevinç içinde kaldırırken, biri de sicime benzer uzunca bir ip getirmişti. Tayfalardan biri Şahikayı bağlarken eli ayağı birbirine dolaşmış, neredeyse kadına o an dokunacaktı. Balinadan hepsi çok korkardı. Bu güne kadar onun merhametli haline kimse şahit olmamıştı. Damarına basmaya gelmezdi. Diğer tayfalar pür dikkat bağlanma işini seyrederken kimi göbeğini sıvazlıyor kimi ellerini ceplerine sokmuş elini kıpırdatıp duruyordu. İçlerinden biri konuştu.
“Ne güzel bir gün. Ahh ahh! Kısmet de insanın ayağına geliyormuş.”
Bir başkası
“ Çok da güzelmiş. Bakın, bakın şu göğüslere. İplerin arasından fırlamış nasıl da yusyuvarlak. Balina, sen bu yavrunun tadına bakmışın dır mutlaka. Bıraksan da bizde şurada hemen...”
Balina kaşlarını çatmış, hepsine yönelik kükredi.
“Ben söyleyinceye kadar kimse el sürmeyecek. Var mı itirazı olan?”
Kimseden çıt çıkmadı. Herkes başını eğip suskun bir halde kalmıştı.
“Evet, söyleyin bakalım beni niye çağırdınız? Az önce bas bas bağırıyordunuz.”
İçlerinden biri
“Kaptan seni kamarasında bekliyor.”
“Bırakın o zaman sallanmayı! Herkes işinin başına dönsün.”
Balina, kaptanın kamarasına doğru giderken durup seslendi.
“Biriniz hemen aşağıya mutfağa inip aşçıya en güzel yemekleri yapmasını söylesin. Bu çok özel misafire karşı mahcup olmayalım.” diye talimatlarını verdikten sonra hızlı adımlarla kaptanın odasına doğru yürüyerek gözden kayboldu. Tayfalar kısa bir süre bağladıkları kadına içlerini çeke çeke baktıktan sonra Balinanın korkusundan hemen işlerinin başına döndüler. Akıllarının çoğu kadında kalmasına rağmen dudaklarının arasına sıkıştırdıkları dalga seslerine karışan neşeli birer ıslıkla çalışmaya devam ederken, akşamı iple çekiyorlardı.
Şahika, bütün bedenine dolanan iplerden kıpırdayacak halde değildi. İçini çeke çeke ağlıyor, arkasına çapraz bağlanan ellerini gevşetmek için uğraşıp duruyordu. Bilekleri acımaya başlamış, ayakta durmaktan yorgun düşmüştü. Susuzluğu öyle artmış ki denizin tuzlu suyundan bile içebilirdi.
Suyun hasretiyle kafasını yana çevirerek engin sulara baktı. Yerine göre alan, yerine göre veren mavi dalgalarla göz göze geldi. Sonra bakışlarını uzaklara, çok uzaklara dikti. ‘Şimdi şu dalgaların içine atlasam onlar da beni alıp götürse. Bir bilinmeyende kaybolup gitsem.’ dedi içinden. Bütün umudu tükenmişti. Onca erkek tarafından kirletilip bir kenara atılacak bedeninin, el değmeden sulara gömülmesini istiyordu.
Hafiften karanlık çökmüş, güvertede hareketlenmeler başlamıştı. Güneş çoktan akşamın siyahi tonlarını giyinmiş, ardında karanlığı bırakarak gözden kaybolmuştu. Bir koşturmaca dır gidiyordu. Koca koca masalar yan yana getirilip birleştiriliyor, etraflarına sandalyeler diziliyordu. Sürekli bir şeyler taşınıp duruyordu. Sonunda hazırlıklar tamamlanmıştı. Az sonra Balina gelip başköşeye oturdu. Eliyle işaret ederek herkese oturmalarını söyledi.
Tayfalar, uslu çocuklar gibi itaat edip envayı çeşit yemeklerle donatılmış masaya oturdular. Balina, son derece güzel hazırlanmış masaya baktı. Yüzünde memnuniyetini belirten ifadeyle şarap kadehini eline alıp
“Haydi bakalım çocuklar. Kadehimizi bu mutlu günün şerefine kaldıralım.”
Tayfalar ellerini havada buluştururken
“Yaşasın deniz, yaşasın gökyüzü!” diyerek hep bir ağızdan keyifle sloganlarını tekrarlamışlardı. İştahla yemeklerini yiyor, içkilerini içiyorlardı. İçki içmeleri yasaklandığından bu güne kadar bu kadar alkolü bir arada görmemişlerdi. Onun için bu fırsatı iyi değerlendirmek istediklerinden kimisi bardağını bir dikişte bitiriyor, kimi de bardağa doldurmayı zaman kaybı olarak gördüğü için şişeyi kafasına dikiyordu. Reis “Bugün her şey serbest. Yiyin için, sabaha kadar dans edin, doya doya eğlenin. Öğlene kadar uyumak da serbest” demişti.
Sevinç naraları arasında
İçlerinden biri hepsinin adına konuşarak
“Yalnız mı dans edeceğiz reis?” diye sorarken kızarmış gözlerini Şahika’ya dikmişti.
Balina esir aldıkları kadına bakarak
“Merak etmeyin onunda sırası gelecek. Bakın şu kıyafetlere. Boşuna mı getirdim. Denizkızı ilk önce bize dans edecek. Acele etmeyin çocuklar. Hele biraz karnımızı doyuralım. Aç ayı oynamaz bilmiyor musunuz?”
Reislerinin bu konuşması üzerine herkes neşeli ve mutlu olmuştu. İçlerinden biri mızıka çalmaya başladı. Şilep, kaptanın emriyle yarın öğlene kadar yavaşlatılmıştı. Reis ona bulduğu kadından söz etmiş, kaptan da istediği gibi davranabileceğini, kendisinin hiç bir şeye karışmadan uzaktan biraz izleyip yatacağını söylemişti. Beynindeki urun her geçen gün arttığını, fazla yorgunluk ve uykusuzluğa, hele gürültüye hiç tahammülü olmadığını hatırlatmıştı. Kaptanın hastalığına karşılık reis kendini çoktan kaptan olarak ilan etmişti bile.
Yemekler yenmiş, tıka basa doymuşlardı. Doymadıkları sadece içkiydi. Şişenin biri bitmeden diğerine başlıyorlardı. Hiç kimsenin umurunda değildi direkte bağlanan kadının açlığı, susuzluğu. Reis yerinden kalktı. Yemeği diğerleri gibi fazla kaçırmıştı. Şişman göbeği biraz daha kabarmış patlamak üzereydi. Gök gürlemesini andırır bir şekilde geğirdi. Alkolün ve yemeklerin birleşmesinden oluşan koku etrafa yayılırken bu kimsenin umurunda olacak bir zaman değildi. Reis boşalan kadehini ağzına kadar doldurduktan sonra Şahika’nın yanına geldi. Şahika aç kurtlar gibi yemeklerini avuçlayıp yemelerini tiksintiyle seyretmiş bulanan midesinden ötürü öğürüp durmuştu. Tayfaların başta elleri, sakal ve bıyıkları yağ içinde kalmıştı. Kafalarına diktikleri dökülen şaraplardan göbeklerine kadar ıslanmışlardı. Balina
“Evet güzelim. Karnımız tıka basa doydu. Kafamızda kıyak. Neşemiz yerinde amma bir eksiğimiz var. Bak bu saate kadar herkes sabretti. Uslu uslu durdular. Hiç seni rahatsız eden oldu mu? Ne kadar efendi çocuklar değil mi? Onların bu nazik davranışlarına karşılık sende burada dikilip kalmayacaksın.
Reislerinin kadının yanına gitmesiyle birlikte oturdukları yerde sızıp kalmış olanların haricinde kim varsa yerlerinden aceleyle kalkarak ellerindeki bardaklarıyla birlikte, kadının etrafını sardılar. Hala içiyorlardı. Bazıları ise pantolonlarını dizlerine kadar indirmiş, kirli çamaşırlarıyla hazırda bekliyordu.
Reis ceplerinin birinden çakısını çıkartıp açtı. O ne yaparsa diğerleri de onun yaptığını yapmaya başladılar. Reis kadının üzerindeki tulumun en üst düğme bölgesine çakının ucunu geçirip hızlıca çekti. Kadın bir çığlık attı. Reis yanında duran birine "Haydi sen devam et” dercesine baktı. Miço aynı hareketi yapınca sırayla kadının düğmelerini bir kaç kişi tek tek keserek kahkaha atmaya başladılar. Şahika’nın yarı beline kadar önü açılmış, siyah renkli, dantelli sutyeni ortaya çıkmıştı.
Akşamın karanlığı mavi sulara grimsi bir örtü sermişti. Şilep derinliği bilinmeyen suların üstünde nazlı nazlı yoluna devam ediyordu. Arada bir dev balinalar havaya zıplıyor, sularda dalıp çıkıyordu. Görünürde ne bir martı ne de kara parçası vardı. Güvertede ne kadar ışık varsa yanıyordu. Okyanusun ortasında yalnızca çirkince atılan kahkaha sesleri, gökteki yıldızlara çarpana kadar yükseliyor, orada tutunamayınca gerisin geriye sulara düşerek köpüklerin arasında kayboluyordu.
Şahika’nın hiç el değmemiş diri göğüsleri, siyah dantelli sutyeninin içinde herkesi kışkırtmış, birbirlerini kadına dokunmak için iteklemeye başlamışlardı. Reis hepsine birden sert bir çıkış yaparak “Durun! Soyma işi henüz bitmedi” diyerek yavaş yavaş kol kısımlarından kesmeye devam etti. Diğerleri de yardım ediyordu. Şahika bağlı olduğu ayaklarıyla tekme atmaya çalışıyor, fakat ipler ona bu imkanı vermiyordu. Reis elinden bırakmadığı çakısı diğer elinde şarap bardağıyla kadına iyice sokuldu. Çakının sivri ucunu sutyenin ortasına geçirip hızlıca çekti. Kadının iki göğsü de açıkta kalmıştı. Bir kaç kişi yere çömelmiş, tulumun alt tarafını kesmekle meşguldü. Reis çakısını yere fırlatmış, bir eliyle kadının göğsünün birini avuçlamış, bardağından da kadına şarap içmesi için zorluyordu. Şahika kafasını sağa sola kaçırırken ağzını sıkıca kapatmış, direniyordu. Reis kızarcasına baktı kadına. Oysa öyle çok eğleniyordu ki...
“Demek ağzını açmayacaksın. Tatlım az sonrası için iç, iç de üzülme. Bak sadece seni düşündüğüm için yanlış anlama haa.
Herkes kahkaha atıyordu. Şahika, parça parça kesilen kıyafetinin üzerinden çıkarılmasıyla sadece minicik alt çamaşırıyla kalmanın utancını yaşayıp ilk kez bağırdı.
“Bırakın beni haydutlar! Sizin hiç mi vicdanınız yok? Sizler nasıl insanlarsınız utanmaz sapıklar!”
“Bakın, bakın konuştu. Ben de ahraz sanmıştım. Yaşasın, dili çözüldü. Bravo bize.” Bir kaç kişi diz çökmüş, kadının bacaklarını okşuyordu. Biri dayanamadı:
“Hadi reis yeter artık. Çözelim şu kadını. Bak hepimiz bekliyoruz. Bir an önce sen sıranı sav ki biz de işimizi görelim.”
“Ne kadar sabırsızsınız ya! İşin tadını çıkarmayı bir türlü öğretemeyeceğim size. Ne kadar çok heveslisiniz oldubittiye getirmeye. Şurada ne güzel eğleniyoruz. Tadımı kaçır masanız olmaz sanki. Ben bu şekilde daha çok zevk alıyorum. Durun daha bu afet bize göbek atıp kalça sallayacak.”
İçlerinden biri hemen lafa girdi.
“Reis, biz senin gibi değiliz. Hadi sen bir kere açılışı yap, biz işimize bakalım. Senin gibi yavaş işlerden zevk almıyoruz. Yarın da oynatırız.”
Reis hala kadının göğsünü sıkıştırıp duruyordu. Baktı ki sabredemeyecek, bardağında kalan son yudumu kafasına dikti.
“Doldurun şu bardağımı. Sonra az daha sabredin. En çok hoşlandığım şeyi yapacağım. Sonra bunun işini bitiririm. Daha sonra sizindir.”
Güvertede sevinç çığlıkları atılırken bardak şarapla çoktan dolmuştu. Reis, şarap bardağını Şahika’nın boynundan aşağıya yavaş yavaş dökmüş, göğüslerinin arasından göbeğine sızan sıvıyı yalamaya başlamıştı. Kadının bağırmalarına aldırış etmiyor eylemini sürdürüyordu. Tayfalar kendilerinden geçmiş izliyorlardı. Reis homurdanmayı andıran seslerle kadının indiği göbeğinden tekrar yukarı doğru çıktı. Şahika tam yeni bir çığlık atmak üzereyken adam buna fırsat vermedi. Ağzıyla kadının dudaklarını hapsedip sülük gibi emmeye başlamıştı. Şahika eğer saatlerdir aç olmamış olsaydı mutlaka adamın ağzının içine kusardı. Adam öpmekten vazgeçmiş, bu seferde boynundan aşağı iğrenç bir şekilde, hırıltılı sesler çıkararak dudaklarını gezdiriyordu. Neredeyse kadını yutacak gibiydi. Kadın avazı çıktığı kadar “Sizi alçak namussuzlar! Allah hepinizin belasını versin” diye bağırıyordu.
Biri gelip kadının ağzını eliyle kapattı. Bu arada reis konuştu.
“Şunun iplerini kesin. Sonra da yatırın yere. Bak şu gökyüzüne inan ki seyretmenin tadına doyum olmuyor. Çok zevk alacaksın çok.” Hem bırak artık şu bağırmaları. Balıkları uyandıracaksın.”
Kadını o kadar çabuk çözdüler ki kadın aniden kendini yerde buldu. Şahika ince, narin vücuduyla yere yatırılmıştı. Bir eliyle göğsünü kapatmaya çalışırken bacaklarını çaprazlamış sıkıca kapatmıştı. Kimsenin daha fazla kendisine dokunmasına izin vermemek için bütün gücünü bacaklarına vermeye çalışıyordu. İki kişi kollarını yana açıp reislerinin harekete geçmesini beklediler.
Reis, şarap bardağında kalanları tekrar kadının vücuduna dökerek üzerine eğildi. Orda olan tayfalar tezahürat yapıyorlardı.
“Haydi Balina, haydi Balina.”
Ay gökyüzünde, şilepte yaşanan olaylara şahit olmamak için çok uzaklara gitmişti bu gece. Yıldızlar ışıklarını söndürmüş başlarını karanlığın içine gömmüşlerdi. Balina, yemekten sonra yıkamaya bile gerek görmediği yağlı elleriyle kadının üzerine bütün ağırlığıyla geldi. Şahika savunmasız haliyle yerde yatıyordu. Gözlerini kapatmıştı.
Hiç ummadığı anda etrafı zil sesi kapladı. Çalıyor, ısrarla çalıyordu. Gözlerini açtı. Kıvrılarak yattığı divanın kenarında duran cep telefonunun ekranında, arayanın İtalya’daki arkadaşı olduğunu görünce sevinç nidasıyla "Efendim" dedi.
FATMA ÇİÇEK
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.