- 203 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
KAHPE GENÇLİK
Kahpe Gençlik
Türküler vardır, şarkılar vardır insanı derinden etkileyen, yüreğinin bam telini sızlatan. Bu türküler yıllar yılları kovaladıkça dudaklardan düşmez, ezgisi bitmez. “Kahpe Gençlik Türküsü” de benim için, bizim yöre insanı için yürek ağlatan bir türküdür. Bu türkü Batı Akdeniz Bölgesi’nde Dalaman Çayı havzasında, Toros yaylalarında, oradan Fethiye Körfezi’nde ve Göller yöresinde bir ağıt, iç dökme, derdini dağlara, ovalara, kurda kuşa umarsızca haykırmadır.
Çoğumuz bu türküyü Dirmil’in yanık sesli unutulmaz, sanatçısı Emin Demirayak’tan duymuşuzdur. Başka sanatçılar da çalıp söylüyor. Ancak rahmetli öğretmen arkadaşım “Yusuf Tumbat” kadar koygun, yüreğinin özünden çalıp söyleyen, türküyü içselleştirene az rastladım.
***
Bizim köyden yoksul bir delikanlı ekmek parası için Gölhisar Sorkun’a gider ve bir ağaya ırgat olur. Ağanın gülünce yüzünde güller açan, diliyle bülbülleri susturan, ince belli, sırma saçlı , gözleri doğuştan sürmeli bir kızı vardır. Bizim köylü delikanlı gel zaman git zaman bu kıza tutulur. Öyle bir tutuluş ki anlatmaya sözcükler yetmez. Ne yapayım diye günlerce düşünür, taşınır ve sevisini kıza açmayı tasarlar.
Bizim delikanlı gece olup kulübesine çekilince alır sazı eline, kız da onun ezgilerini konakta bir ninni gibi dinler. Bir gün kız oğlana “Şuradan bir demet gül kesiver,” der. Oğlan da sevinçle en güzel güllerden bir demet yapıp kızın ellerine tutuşturur. Kız, “Sen geldiğinden beri bizim bahçe cennet gibi oldu. Güllerimiz tabak tabak açtı. Çiçeklerimizin kokusu tüm çifliği sardı,” deyince oğlan içinden “tam sırası” deyip, cesaretini toplayıp kıza, “Bak ağa kızı, ben... ben. Sana...” diye kekeler. Kız birden kaşlarını çatıp “Bak şu delinin zoruna, ben kim ? Sen kim? Senin bir yıllık kazancın benim kına parama yetmez beee! Defoool! Gözüm görmesin seni! Haddini bilmez, yüz verdik diye astarını istiyooor!” diye haykırır.
Kızın acı ve aşağılayıcı sözleri yüzüne tokat gibi inen oğlan neye uğradığını şaşırır. Başından kaynar sular dökülür. Yüreği yanar, şimşekler çakar; kızgın çölde kalmışcasına dili damağına yapışır, dudakları kupkuru olur.
Kız ardına bakmadan allı şalvarını sürüyerek konağa çıkar. Yanık oğlan bahçede elinde çapa, kürek öylece sibek gibi dikilir kalır. Neden sonra kulübesine gider, urbalarını, sazını alır ve çiftlikten çıkar. Bir daha kendisinden haber alınmaz. Vurur kendini Koçaş Dağı’na, oradan Dalaman taraflarına...
Yıllar yılları kovalar, ağa ölünce oğulları har vurup harman savurarak, kumardı, çalgı çengiydi, bel gevşekliğiydi derken hazıra dağlar dayanmaz ve malı mülkü bitirirler.
Ağa kızı da yoksul kalır. Köyden biri ile evlenir. Çoluk çocuğa karışır. Eski şatafatlı yaşamından eser kalmamış, bir lokma ekmeğe, bir metre beze muhtaç duruma düşmüştür.
Her ikisinde de saç baş ağarır, gençlik elden gider. Bir gün Horzum (Gölhisar) pazarında karşılaşırlar ama kız oğlanı görünce “Bir yerlerden gözüm ısırıyor bu adamı ama,” diye dönüp dönüp adama bakarak yoluna devam eder.
Adam, ağa kızını hemencecik tanımıştır. Onun yırtık çarıklarına, yama yama fistanına, solmuş yanaklarına, başörtüsünden sarkan ağarmış saçlarına bakarak içi burkulur. İçindeki acıyı atmak için sazını kaptığı gibi “Koçaş Dağı’na tırmanır ve vurur sazın tellerine. Yanık sesinden derin vadiler, yalçın kayalıklar yankılanır. Dilden dile, gönülden gönüle asırlardır dertlilerin dilinden düşmez bu yanık türkü...
*
Veli Aykar 31.12.2023