Boşluğu Yazılanlar.
İnsan bilemiyor ne kadar kendisi olduğunu; bildiklerinin ne kadarının kendisinin kendisi hakkında bildiklerinden, ne kadarının karşısındaki toplumdan aynaladıklarından oluştuğunu (Aynalama derken kendisini başkalarının gözünden görmekten bahsediyorum)
Bilincin ve bilinçaltının bilgileri arasında büyük çatışmalar başlıyor bir zaman sonra ve insan kendini bulma arayışına giriyor.
Kendimi başkalarının bildiği kadar güçlü biri miyim, yoksa tam tersi zayıf biri mi? Kendimi başkalarının bildiği kadar cesur biri miyim, yoksa korkak mı? Zeki mi, aptal mı? Cömert mi, cimri mi? Duygulu mu, duygusuz mu? Vs… vs….
Son yıllarda öğrendim ki insanlar en çok inanmadıkları şeyleri konuşuyorlar. İçinde sakladıkları, konuşmaya gerek görmedikleri şeyler sanki o insanların gerçek kendisi. Çünkü bir çoğumuz belki de hepimiz eksik olan yanlarımızı kapamak için düşünce üretiyoruz, ahlaki ilkeleri üzerine basa basa vurguluyoruz, ona göre duruş sergilemeye çalışıyoruz… Ona göre giyiniyoruz, kuşanıyoruz, poz veriyoruz, tavır takınıyor, duruş sergiliyoruz.
Kaslarını geliştirip kasıla kasıla yürüyenlerin veya tabanca taşıyan insanların aslında korkak olduğunu; mahallenin namus bekçiliğine soyunanların aslında sapık düşünceleri olan insanlar olduğunu, amaçlarının bir ırkı birleştirmek olduğunu söyleyen insanların kendi yurttaşlarına ve ırkdaşlarına bayrak sallayarak kendilerini daha milliyetçi göstermelerinin altında aslında ırktaşlarını birleştirmek değil tam aksine bölüp memleketin kaymağını yemek istediklerini… epey zamandır biliyordum ve yazıyordum ama tüm bunları yaparken kendime bakmıyordum.
En az otuz yıl insanlar arasında ekonomik eşitlik olması gerektiği konusunda fikirler ürettim. Bunu savunan insanların yanında yer aldım. Kendimi komünist saydım.
İnsan takındığı o kendine ait olmayan maskelerle yaşamını idame ettiriyor genelde. Bu şekilde hayatını idame ettirdiği sürece bir sıkıntı duymuyor. Ne zaman hayatından tat almadığını fark ediyor, işte o zaman kendini bulmaya çalışıyor. Ben, bildiğim ben miyim; ben, beni ne kadar biliyorum; ben karşımdakilere anlattığım onların gördüğü ben miyim gibi sorular soruyor kendisine.
Çocukluğumdaki bir yaz tatilimi hatırlıyorum. Yayla çayırında çalışıp terleyip susayanlara soğuk oralet satıyordum. O kadar büyük zevk alıyordum ki para kazanmaktan, yorulmak nedir bilmiyor, oralet bitince koşup eve dönüyor, yenisini yapıyor, koştur koştur çayıra gidiyordum. Ceplerim, çoraplarımın içi para doluyordu. Oyun moyun unutup gitmiştim. Biriktiğim paralar ciddi bir meblağa ulaşmıştı. Yayladan inince kız kardeşim Filiz doğmuştu. Tüm biriktirdiğim paraları babama verip, babama o paraların karşılığında Filiz’i ondan satın aldığımı söylemiştim. O günde sonra da ona hep “kızım” diye hitap etmiştim. Nasıl bir sahip olma güdüsü?
Sonra ne olduysa paraya düşman kesilmiş ve sonraki kırk yıl boyunca, bu kırk yılın son 10 yılında aldığım bir ev ve 7-8 senede bir aldığım arabalar için girdiğim taksitler hariç bir kuruş para biriktirmemiş, döviz-altın alanlara vatan haini gözüyle, hele hele borsa oynayanlara vurkaççı hırsız gözüyle bakmıştım.
Son bir yıldır, doktorların eylemleri ve yurt dışına gitme istekleri karşısında hükümet biz doktorların gelir durumunu düzeltti. İlk kez elime geçen parayı bitiremeden ay sonunu görmeye başladım. E ne yapayım dedim, düşündüm TL olarak durursa değer kaybedecek bari döviz yapayım dedim.
50 yıl boyunca döviz yapanlara “vatan haini” olarak bakan ben, döviz fiyatlarını takip eder oldum. Kendimi oralet satan Bülent kadar hırslı görmesem de bende bu “vatan hainleri” tayfasına katıldım.
Sonra dönüp kendimce biriktirdiğim beni ve bir de aynam olan çevremden bana yansıyanları ölçtüm biçtim. Çoğu insandan bir farkım olmadığını, insanlarınsa hepsinin eşit olmayı hak edecek kadar güzel ve iyi olmadığını gördüm. Ama yine de Filiz’i babamdan satın aldıktan sonra ilk kez dolar yapmaya başladığım bu yıl arasında geçen kırk yılımla gururlandım.
İnsan takındığı maskelerin bir farkına varsın yeter. İşte bunu yapmak büyük bir yürek ister. Ne zaman ırk, din, cinsiyet, cemaat, takım, parti gibi şeylere mensubiyetinin altındaki nedenleri sorgular ve anlar. İşte o zaman “insan” olma yolunda ilerler.
YORUMLAR
Hayat akıp giderken geçmişte olsun şimdilerde olsun yaşadıklarımız iz bırakıyor. Kimi yüzeysel olsa da kimi izler derin ve de kalıcı oluyor... Bir gün sonra bile bir gün önceki insan olmayabiliyoruz. Bir takım doğrularımız olsa kendimize göre zamana ve zemine göre de değişebiliyor bu doğrular... Psikolojik derinliği de olan güzel bir yazı kutlarım ...