- 405 Okunma
- 1 Yorum
- 3 Beğeni
TERE YATIRMA-2
Zaman su gibi akıp geçiyordu. Çocukluk, ergenlik derken Mehmet evlenme yaşına geldi. Mehmet; uzun boylu, beyaz benizli hafifçe sarıya çalan bir suratı vardı. Evlenme yaşına gelen genç hiç boş durur mu? Kız bakar, kız sever, kıza ayna tutardı kızın kalbini çalmak için. Kendi köyünden Şükrü Efendi’nin kızı Şerife’ye abayı yakar. Sevmiştir bir kere o. Öksüz olan bu kıza resmen âşık olmuştur. Ondan başkasını gözleri görmez. Gece uyku tutmaz. Sabahlar olmaz. Aşk acısı kalbini kanatır. Bu yara sarılmaz bir hâle gelir. Gün geçtikçe de büyüyerek devam eder. Günden güne Mehmet yağ gibi erir, tükenir. Aşkını bir türlü ne kıza açabilir ne de anne ve babasına. İçinden içinden kendini yiyip bitirir adeta. Anne ve babası biricik oğullarının neden eridiğini bir türlü anlayamazlar.
Anne Topal Kaymak: “Oğlum Memedim! Paşam, biricik oğlum! Senin bir derdin mi var yavrum! Tere yağ gibi günden güne eriyorsun. Kölen olurum senin. Sen eridikçe ben de seninle eriyorum. Guzum derdin neyse söyle bana. Derdini söylemeyen çare bulamaz. Sen de derdini söyle de derdine derman olalım. Ne olur? Varsa bir derdin söyle, çare olalım.” Der. Yakışıklı delikanlı Mehmet de: “Ana bir derdim yok. Benim ne derdim olabilir ki? Valla olsa söylerim canım anam.” Der boynuna sarılır ve klasik cümlelerle bu konuyu geçiştirirdi.
Topal Kaymak, oğlunun gizli aşkını komşular bahçede dedi kodu yaparken duyar. Bu duruma sevinsin mi üzülsün mü? Evlilik yaşına gelmiş, çam dalı gibi babayiğit oğlunun evelenmesi elbette doğal hakkıydı. Ama onlar Mehmet için gönüllerinden komşunun kızı Aysel’i geçirirler. Ana babası Aysel’i almak için Mehmet’i zorlarlar. Mehmet ise o kızı asla istemez. Elin kızının bir eksiği mi var? Hayır, asla! Bunu söylemek imkânsız. Elin kızının eli yüzü düzgün, oturaklı ve ahlâklıdır. Üstelik elinden de her iş gelir. Mal, davar, öz, bağ ve bahçe işlerinde ise maharetlidir. İşte bu gönül ya söz dinlemez, deli gönüle laf anlatılmaz. Anne, baba istedikleri kızı alması için Mehmet’i zorlar. Mehmet ise “Yok” der. Tabiri caizse: “Nuh der, Peygamber demez.” gönül istemeyince olmuyor işte. Teşbihte hata olmaz. Hani derler ya: “Gönül sinek gibidir. Ota da konar b… da.” Mehmet sevmiş işte bir kere anlasanıza. Allah’ın hazine olarak verdiği sevgiyle gönlünün aşkını bulmuş. Bulmuş bulmasına da gel de sen bu durumu Topal Kaymak ile Topal Kâmil’e anlat bakalım. Anlatamazsın, anlatsan da anlamazlar, anlamak istemezler.
Gönül ferman dinlemez. Sevmiş Şerife’yi bir kere. Gönlünü bağlamış, yüreğini vermiş sevdiği dünyalar güzeline. Allah var ya Şerife köyün en güzel ve çalışkan kızlarından biridir. Ahlaklıdır, hayâlıdır. Mecbur kalmadıkça kimseyle konuşmaz. Önüne bakarak yürür. Kimsenin dedikodusunu yapmaz. İşinde gücünde hanım hanım bir kızdır. Mehmet işini bilir, köyün en güzel kızını sever. Araya sevgi girdikten sonra, ister güzel olsun ister çirkin ne fark eder? Âşık Veysel bunu şöyle dile getirmiyor mu? “Bendeki bu aşk olmasa, sendeki güzellik neye yarar?” Çok da güzel söylemiş.
Şerife; babayiğit, kırmızı benizliydi. Mantar gibi eli, yüzü vardı. Orta boyluydu. Buğday tenliydi ve gözleri elaydı. Güldü mü gözbebeği gülerdi. Gülmek ona çok yakışıyordu. Etrafına olumlu enerji veriyordu gülünce. Güzel mi desem güzeldi. İnci gibi dişleri, kalem gibi kaşları vardı. Çocukken dişinin biri hafifçe kırılmıştı. Şerife’nin kırılan bu dişi güldüğünde gözden kaçmıyordu.
Şerife’nin bebekken annesi ölmüş, onu ebesi Kör Anşa büyütmek için yanına almıştı. Şerife’nin babası Şükrü: “Kızım Şerife’yi oğlan yerine büyüttüm.” Derdi. Garibim çileli Şerife’nin annesi, kızı bebekken ölmüş ve Şerife küçük yaşta öksüz kalmıştı. Zavallı kız, yokluk içinde büyümüş. Gelen vurmuş, giden vurmuş. Öksüz büyümek nedir? Bir bilseniz, bir yaşasanız anlarsınız...
Şerife’yi Şükrü’nün anası Kör Anşa özenle bezenle büyütmeye başladı. Kör Anşa’nın gencecik bir kızı baharını yaşamadan genç yaşta ölmüştü. Kızına çok düşkündü ve ölen bu kızına çok yanmıştı. Deli divaneye dönmüştü. Onun yokluğunu bir türlü unutamıyordu. Torunu Şerife’yi ölen kızının yerine koydu. Onu el bebek, gül bebek büyüttü. Onu kem gözlerden korudu hatta kendi gözlerinden bile sakındı. Ana yokluğu çekmesin istedi. Daha sonraları Kör Anşa, ölen kızına yana yana Hz. Yakup Peygamber’in gözlerini kaybettiği gibi kör oldu. Kör Anşa denmesinin nedeni de buydu. Kör Anşa ölen kızının acısına fazla dayanamayıp kısa bir süre sonra vefat etti. Vasiyeti üzerine canından çok sevdiği kızının mezarının yanı başına defnedildi. Bundan sonra zavallı Şerife’yi daha zor günler bekliyordu. O şimdi ne yapacaktı? Kendisine gözleri gibi baktığı, anne yerine koyduğu, dağ gibi arkasında durduğu merhamet yüklü biricik ebesi de vefat etmişti. Şerife’nin babası Şükrü Efendi; orta boylu, kara ve sık kaşları vardı. Gözleri elaydı. Omuzları genişti. Kirpikleri ise uzundu. Şükrü Efendi annesi Kör Anşa’nın ölümünden sonra Ekdigilin Kamer Hanım ile evlendi. Kamer Hanım bundan sonra öksüz kızı Şerife’ye baksın annelik yapsın istedi. Ana yokluğu çekmesin istedi. Ele güne muhtaç olmasın istedi. Garibimin dolduracak daha çok çilesi vardı anlaşılan…
15.12.2023
Yozgat
YORUMLAR
Çile defterine yazılmış ise ismin, yaşarsın defterde yazılanları
Çok güzel bir hikâye olmuş tebrikler değerli hemşehrim
İyi geceler
İDRİS ÇETİN
Hayırlı günler diliyorum değerli şairim