- 218 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Acının Çığlıkları
Otadoğu da Acının Çığlıkları
Geceye düşen sesler geliyor yıldızlardan, çığlığın sağnağında bıkan yazlılarla. Her şey biribirinin içine girerken, girdaplarda eziliyor yürekler. Zelzeleler savuran yüreğim heyecanın yüküyle yıkılıyor bir sarhoş gibi gecenin sessizliğini koltuğumun altına sıkıştırıyorum bir gazete gibi ezilirken. Suskunluk çare oluyor özlemin sağnağına sığınırken, çığlık çığlığa ses vermiyor bıldırcınlar … tuttuğum, tutulduğum, tutunduğum, tutuştuğum ve tutmaya çalıştığım gecenin ortasında. Ortadoğu gibi! Bir başına, çaresiz, umarsız ve umutsuz!
Söylesene gece sen kimsin? Adından başka hiç bir şey bilmiyorum, gündüzün yorgunluğunun düşlerini sıralamak için gecenin sessizliğinin içerisine doldurmak için. Sen kimsin söylesene? Bilinmeyen Latince bir kelime derinliğinde sözcük mü? Kaç kimlik içerir yüreğim senin acıların eşliğinde. İsminin sevimsizliğinin veya sevgisinin verdiği gerçek bir hikayeden uyarlanan acıların sessizliğinde, çocuklar ölüyor sessizce, gecenin serinliğinde. Tutkusu yok, tutanası yok hayata, sırtında taşıdığı bir torba kemik adına, yıkılıyor Ortadoğu, herkesin gözleri önünde umarsızca. Sadece kamera kareleri kayıt ediyor gerçekleri sızıların sınırsızlığında, ölü bir aşk adına, gece sessizliğini korurken çığlıklar arkasında. Gözleri siper oluyor, bu coğrafyanın her sokağında! Cip arkasında sürükleniyor bir genç kız Mardin’nin sokaklarında, beyaz toroslarla kaçırıyorlar genç bacılarımızı faşizm adına, Dersim sokaklarında, bunların hepsi Ortadoğu da: Kan, gözyaşı, barbarlık, vahşet, despot, katil, sömürü, acımasızlık, hayra alaemt olmayan ne varsa!
Ama sen kimsin? Söylesene bana! Adından başka hiç bir şey bilmiyorum, ama bildiğim sadece tek bir şey var, gaddarlığa dair ne ararsan hepsi orada. Güney Amerika’dan sonra! Mafya deletleri, aşiret reisleri, dalaverenin, sahtekarlığın akla hayale bile gelmeyen oyunları oynanıyor her bakanlığında, bir semazenin boyun büküşüyle süzülüyor acılar İlkay Akkaya şarkılarıyla … Aşk ölümle şekilleniyor, sevdanın kayıt edinildiği mahçup gülüşleri arasında, aşk ile söyleşi yapıyor yayınlanmak üzere acılar buranın dağlarında. Ovalarında hububat yerine acı çoğalıyor fütursuzca, kimse çekingen davranmıyor komşusuna ve saldırıyor onu „öteki“ olarak damgaladığı stigmasıyla! Aşkın acısıyla bütünleşiyor bütün dertler çiçekler yerine buranın nehirleri boyunca! Bırakma beni dert diye seslenirmiş gibi söyleniyor kendi kendine! Bırakma beni dert bırakma buranın sokaklarında, yoksa bir köşesinde hazırlanmış bir kurşunla uğurlanabilirim sonsuzluğa, daha çocuk yaşımda, yakılmış yıkılmış köyler, şehirler bir de yollar uzar bu acı Ortadoğu’da. Nereye uzatsam elimi; hüzün çıkıyor „bırakma beni“ diyerek feryatlarla … bırakma beni ey acı burada, elimde acını sermayesi var ve salıyorum acımasızca sokaklara, sırtıma bombalar bağlatıyorlar ve sürüyorlar beni „kahraman“ diye ortalığa. Sonra bende oluyorum birilerinin ayakları altında, cenazler kalkıyor „naaralar“ arasında, gaza gelenler bağırıyor bilmedikleri bir varlık adına.
Bırakma bizi ey acı! Tek başımıza buranın sokaklarında, doymadı bin yıldır bu topraklar kana. Her zaman bir bahane zırlamaları arasında. Ufuklar dar, ama herkes kendi ufkunda haklı, dargörüşlülük, hoşgrüsüzlük, saygısızlık had safada! Yavuz köpek ulumlarına benziyor parlamentoları, demirsiz çimentosuz binaları da cabası, herkes haklı, herkes sakallı, herkes aptallığında ısrar ediyor üstüne üstlük hepsi hayatın yüz karası, kerhanesi, humarı, oyun salonları, kadın cinayetleri, kadın ticareti, lüks arabalar, her moderin cihazın son modeli, bu kadar cahile ve aptala ne demeli ,,, birbirlerinin elini öperken, küfür ederler birbirlerine oradan giderken. Riyakarlık bu coğrafyanın nizami oranı, despotluk kaptanı, utanmazlık ve saygısızlık her şeyin anası.
İğne deliğine girmeye talip iplik gibi, herkes hazır ötekine itaat etmeye, hazır olur günü geldiğinde ötekini „bu bizden değil“ diye. Katli vacip fermanları verilir sela sesleri eşliğinde, küfür, hakaret, hırsızlık, tecavüz gider gırla. Cazgırdır milleti, toz kondurmaz üzerine, görmez kendi içinde ki kiri, piliği tozu yalar bal niyetine. Yüzsüzdür, yüzüne güler, arkandan küfreder, aşağılar, çünkü aşağılanmıştır güç asimilasyonları eşliğinde. Bırakma acı bizi bir sokağı tenha bir köşesinde. En ince ve kibarı bile seni mahveder punduna getirdiğinde, karamsar değildir, ama kabadayıdır: „biliyor musun biz kimlerdeniz‘le?“ gürler akmadan bir kahve köşesinde. Okumadan araştırmadan ahkam keser, yorum yapar bilmediği her obje üzerine. Sözü geçmedi mi, girişirler birbirlerine yumuruklar eşliğinde. Utanma sıkılma, ar namus, adalet ve dürüstlük üzerine çok konuşulur palavralar eşliğinde. Bildikleri beş kelimdir, altıncıda tökezlerler dizleri üzerine. Kurarlar binalarını deniz kumları güvencesiyle …
Gecelerin sessizliği uzundur buraların çöllerinde, bilmez dün ne yediğini, ama dinlensin ister söylediği. Aşkı öldürmektir. Ya benimsin ya da kara toprağın yobazlığında sınır tanımaz, vurur ve sırtı okşanır her platformda. Övgüyle bahseder babalar ve anneler oğullarından, adı çıkacak diye korkar kızlarından, izin vermez onun yanlız sokağa çıkmasına, oturmasın ve yürümesin diye kimse yanı başında. Borç alır vermez gününde, sözüm senettir der önce, sonra silahlar çıkar namlularından gözdağları arasında, gök mavi değil derse bir muhtar ya da muktedir, alkışlanır ve omuzlarda taşınır sokaklarda. Hayalidir her şeyi, naylon fatura eşliğinde yürür ticareti, biri çikar der ki; „benim memurum işini bilir“, öteki de „paralarınızı bana mı verdiniz?, kime verdiyseniz ondan alın“ diye çemkirir. Jet Fadıl gelir götürür milyonları, Mercimekler de toplanır havuz olur milyarlar, öteki de; „oğlum sen o paraları istifle“ diyerek oğluna öğüt verir, 128 Milyar Dolar iner damatın cebine, Beşli Çete dolandırır ülkeyi resmi bandolar eşliğinde. Kırmızı halılar seririlir seri katillere … Bir verip, iki üç, beş, on, yüz, bin, milyon, milyar almak ümidiyle. Herkes resmi kazık atar en sevdiğine. Borçlu yoktur bu coğrafyanın hiç bir köşesinde, yoksulluk niyetine, ironi, mizah, skeç, tiyatro ne varsa gider güme.
Kapat gözünü de görme, kapat bu defteri, sayki yazmadım seni özgürlük niyetine, ölümün acizliğine kutsandığı bu coğrafya üzerinde. Mil çekilir, işkence edilir muhalefet olan herkese. Örgüt örgütü sevmez, ama buluşur devletin işkencehanelerinde, kapat gözlerini ve görme diye, sürekli manüpilasyonlar, komplo teorileri üretilir bu topraklar üzerinde. Dürüst olana ne varsa düşmandır, çok daha da önceleri, faşizm bile yokken despot, kan tacirleri eşliğinde. Hep ölüm kutsanır gecelerin sessizliğinde, hiç bir düzenin olmadığı kentlerinde. Şimde kan akıyor İsrail Gazze’de ve daha çok öleceğe benziyor çocuklar acı vampirlerin kanlı ve despot ellerinde. Gözyaşı yerine kan akar o vahşetin sembolü B. Netanjahu’nun vahşi yüreğinde.
Görmezlikten gelsek bile ilişir gecenin sessizliğinde acılar yüreğimize. Her gece bu yüzden bir not düşerim acının aşkı üzerine, altını çizerek dert ederim sermayeyi bu ülkelerde. Yazarım, yazarım herkesin suçunu siyah defterlere, günü gelince hesap sorulsun diye. Ama sorulmuyor henüz o hesap, o acıyı çekenlerin ve ölenlerin ruhu incinmesin diye!
Üşürüm, gecenin sessizliğinde; „işte gerçek acı budur“ diye. Niyetim ne olursa olsun, kanlar ırmak olmuş akıyor Ortadoğu üzerinde.
Saygılar!
"İnsanlar ağlayarak doğar.
Yeteri kadar ağladıktan sonra da ölür..."
Akira Kurosawa
Sosyolog Hasan Hüseyin Arslan - 04.12.2023
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.