- 769 Okunma
- 3 Yorum
- 4 Beğeni
Sonbahar Hikayeleri
‘Gel, biraz dolaşmaya çıkalım’
İtiraz etmedi. Ayakkabılarını giydi. Ceketini ise benim ısrarım sonucu istemeden üzerine aldı. Çıktık.
İstanbuldakiler ‘Sonbahar geldi’ dediklerinde çoğunlukla havanın soğuduğuna, bulutların göğü kapladığına, kaldırımlarda su birinkintilerin oluştuğuna işaret ederler. Burada ise öyle değil. Ekim’in ikinci yarısı ile birlikte gök açılır. Artık Şubat’a kadar parlak mavi bir gök olacaktır. Evet, hava soğur ama yağmurlar da durur. Kaldırımlarda su birinkintileri de olmaz çünkü kaldırım da yoktur. Ormana gömülmüş evlerin arasında yürürsünüz. ‘Sonbahar geldi’ diye bir cümle kullanıyorsanız bu etrafınızın kızardığı, bazen de sarılaştığını gösterir. Geyikler yiyecek bulmak için daha yakına gelirler. Sincaplar son meşe palamutlarını toplarlar. Köpeğini gezdiren bir komşuyu selamlarsınız.
‘Köpekleri çok seviyorsun. Sen de bir köpeğin olsun ister misin?’
Bir baba olarak inadına sorduğum bir sorudur. Onlar için deli olsa da hiç bir zaman köpek istemez çünkü bilir ki köpeğin varsa gezdireceksin. İstediğin kadar evinin bahçesi olsun, yine bir sabah, bir de akşam çıkıp gezdireceksin. Bu işi de başta yapıp sonra babaya bırakamayacaksın. O yüzden de istemez. Sekiz yaşındaki biri için gayet öngörülü olduğunu söyleyebilirim.
Genelde yürürken çeşitli konularda sohbet ederiz. Kimi zaman bu örümceklerle böceklerin farkı olur, kimi zaman da elflerle Noel Baba’nın doğası. Bugünkü yürüyüş konumuz ise biraz farklı.
‘Kötücan, okuldaki yaratıcı yazım dersinde nasıl bir hikaye yazdın?’
Cevabı biliyorum ama bir de ondan dinlemek istiyorum.
‘Bir inek varmış. Bir apartmanın yüzüncü katında yaşarmış. Her sabah istemese de erken uyanmak zorundaymış çünkü okula gitmesi gerekiyormuş. Kalkıp, yüzünü yıkadıktan sonra pencereyi açıp, aşağıya atlıyormuş. Ona da bir şey olmuyormuş çünkü inek aslında bir süper kahramanmış. Yere inince süper hızıyla okula koşabildiğinden arabaya binmesine de gerek yokmuş...’
Günlük hayatımıza göndermeleri, araya sıkıştırılan mesajları es geçiyorum. Benim derdim başka...
‘Öğretmenin Mr. Ayala öykün için bir şey dedi mi?’
‘Yok demedi.’
‘Peki, bir önceki öykün için bir yorumda bulunmuş muydu? Hani birbirlerinden korkan patates ile muz, önce patates sanıyor ki muz kendisini yiyecek ama sonra birbirlerini tanıyıp seviyorlar ve evleniyorlar?’
‘Yoo, ona da bir şey demedi.’
‘Bunları soruyorum çünkü Kötücan, bir noktayı aydınlatmak istiyorum. Yaratıcı yazım dendiği zaman bunun içine her şey girer. Muzlar ve patatesler, süper kahraman inekler olduğu gibi daha günlük şeyler de olabilir. Mesela bir evde yaşayan ihtiyar bir çift. Kışın şöminenin başına toplanıyorlar. Ateşi yaktıktan sonra herkes kitabına sarılıyor ve okuyor. Büyükbaba arada kalkıp ateşe odun atıyor.’
‘Aynı seninle annemin yaptığı gibi’
‘Evet, hemen hemen benzer.’
‘O zaman bunun neresi yaratıcı?’
‘Yaratıcı demek gerçeğe hiç benzemeyen demek değil ki. Sadece gerçekte olmamış bir şeyden bahsedendir. Mesela bu yaşlı çift de, senin farkettiğin gibi gerçekte neredeyse varolan kişiler. Aralarında çok konuşmuyorlar çünkü sözlerini özel, bekledikleri bir ana saklıyorlar.’
‘Neyi bekliyorlar?’
‘Çocuklarını. Ve de onların çocuklarını, yani torunlarını. Gelip, kendilerini ziyaret etsin istiyorlar. Bir masa etrafına oturup, yemek yesinler, yemekte de sohbet etsinler. Söyleyecekleri tüm güzel hikayeleri o zamana saklıyorlar. Ama çocukları gelmiyor. Aramıyorlar da. Kapıları o kış çalınmıyor, sonra ki kış da.’
‘Neden bunlar çocuklarını arayıp çağırmıyor?’
‘Evlatlarının içlerinden gelmeyip zorla ziyaret etmelerini istemiyorlar. Hani sen sabah benim hazırladığım kahvaltıyı ne kadar hevessiz yiyorsan, çocukların yüzünde de aynı ifade olmasın istiyorlar. Yıllar geçiyor, büyükanne ölüyor. İşte ilk defa o zaman çocuklar eve doluşuyor. Çocuk dediğime bakma, koca adam ve kadınlardan bahsediyoruz. Babaya yarım ağız ‘Başımız sağolsun’ diyorlar, çünkü adettendir, sonra evi geziyorlar. Yıllardır gelmemişler. Annelerinden kalan eşyalara, mobilyalara bakıyorlar. Birisi soruyor ‘Baba, annemin sallanan sandalyesini ben alabilir miyim?’ Bir diğeri atılıyor ‘Şifonyeri de benim’ Birbiri ardına bir şeyler istiyorlar büyükbabadan. Sonunda adam sinirleniyor, hepsini evden kovuyor. Sinirleniyor çünkü hiç biri ne annelerine üzüldükleri için gelmişler, ne de yalnız kalan babalarını merak ettikleri için. Çocukları gidince yaşlı adam odunları kestiği baltasını alıyor, çocukların istediği tüm mobilyaları parçalıyor. Sonra da parçaları sırayla ateşini harlamak için kullanıyor. Kendi kendine ‘Zaman içinde diğer tüm mobilyalara da aynısını yapacağım. Öyle ki ben öldükten sonra size hiç bir şey kalmayacak’. Kitabını alıyor, sandalye yanarken kaldığı yerden okumaya devam ediyor’
Ses gelmedi. Bir baktım, yanağından yaşlar süzülüyordu.
‘Tamam, dedim, biraz fazla karanlık bir hikaye oldu. Ama daha eğlenceli konularda da yazabilirsin. Mesela Noel Baba’yla ilgili...’
Noel Baba sekiz yaş grubundan gerçek bir karakter olduğu için süper kahraman sınıfına dahil değil.
‘Ne yazılır ki Noel Baba’yla ilgili?’
‘Her seferinde Noel Baba için sen kurabiye ve süt bırakmıyor musun? Noel Baba da onları yemiyor mu? İşte öykün oradan başlayabilir. Zaten yoğun bir gece geçirmiş, üstüne de yaşlı bir adam. Senin kurabiyeleri yiyince içi geçiyor ve koltukta uyuyakalıyor. Sabaha karşı sen hediyelerin gelip gelemdiğini kontrol etmek için kalkınca Noel Baba’yı koltukta horlarken buluyorsun’
Horlama fikri hoşuna gitmiş olmalı, gülümsüyor.
‘Önce onu gördüğüne seviniyorsun. Ama sonra farkediyorsun ki daha hediyelerini bekeleyen bir sürü çocuk var. Ya Noel Baba’yı uyandırabilirsin...’
‘Ya da?’
‘Ya da daha maceralı bir yol seçebilirsin, ki sen de bunu yapıyorsun. Koşarak Cadılar Bayram’ında giydiğin Noel Baba kıyafetini giyiyorsun, pamuktan sakalını takıyorsun ve kapıdan çıkıyorsun. Rudolph, diğer geyikler ve çektikleri kızak kapının önünde. Çıkıyorsun kızağın üzerine, eline alıyorsun dizginleri, filmlerde gördüğün gibi sallıyorsun ve ren geyikleri koşmaya başlıyorlar. Hep birlikte havalanıyorsunuz. Ren geyikleri hızlanmaya devam ediyorlar. Bir bakıyorsun, Fayetville’in üzerinden geçiyorsunuz. Durup buradaki çocuklara hediyelerini dağıtman lazım. Ama filmlerden sürücülerin atları nasıl durduğuna dikkat etmemişsin. Dizginleri çekiyorsun fakat boşuna. Geyikler durmuyor, aksine daha hızlı koşuyorlar. Sarsıntıdan hediye çuvalının ağzı açılıyor. Hediyeler bir bir aşağı düşmeye başlıyor. Dizginlere asılı kaldığın için uzanıp hediyeleri tutamıyor, çuvalın ağzını büzemiyorsun.
‘Ee, sonra ne oluyor?’
‘Sonra annen seni uyandırıyor Kötücan. Gece kalkıp hediyeleri kontrol etmişsin, bu arada dayanayıp kurabiyeleri yemiş,
Noel Baba için bırakılan sütü içmişsin. Sonra da koltukta kıvrılıp uyuyakalmışsın.’
‘Peki Noel Baba ne yapmış beni öyle bulunca?’
‘Bir not bırakmış. ‘Sen benim kurabiyelerimi yemişsin, ben de senin bir hediyeni geri götürüyorum’
‘Aaa...’
Bir süre ses çıkarmadan yürüdük. Sonra bana döndü:
‘Ben bunları yazamam. Bunlar senin hikayelerin.’
‘Ben de bunları yaz demiyorum. Ama yazarken kendini illa çok olağanüstü bir şey yazmaya zorlama. Günlük bir şey de gayet yaratıcı olabilir.’
‘Senin bir gece yolunu kaybedip yanlışlıkla cadılar kasabası Salem’e gidişin gibi mi?’
Yolumuzu kaybetmiştik ki birden bire ‘Salem’e hoşgeldiniz’ yazısı çıkıvermişti. Bir de buna arabanın ‘Yağ gerekli’ uyarısı gelince geceyarısı aracı kenara çekmiştik. Sonra... Sonrasını Kötücan’a bırakıyorum, bakalım yaratıcı yazım konusunda neler öğrenmiş?
YORUMLAR
Sonbahar Hikayeleri’ni geçen bir öykü olmuş. Yaratıcı yazı nasıl yazılır fikriyle başlayıp çocuğa aile bağlarını anlatan karanlık hikayenizle devam eden, çeşit çeşit kısa öykülerle dolu güzel bir yazı olmuş.Noel Baba ‘da oldukça eğlenceliydi. Ama ben cadılar kasabası Salem’e gidişide çok merak ettim. 😊
nuray telli tarafından 27.11.2023 17:38:03 zamanında düzenlenmiştir.
Sonbahar Hikayeleri’ni geçen bir öykü olmuş. Yaratıcı yazı nasıl yazılır fikriyle başlayıp çocuğa aile bağlarını anlatan karanlık hikayenizle devam eden, çeşit çeşit kısa öykülerle dolu güzel bir yazı olmuş.Noel Baba ‘da oldukça eğlenceliydi. Ama ben cadılar kasabası Salem’e gidişide çok merak ettim. 😊
İlhan Kemal
Salem ise 93 sonbaharında benimle anaokulundan arkadaşımın başından geçen (Arkadaşım o sırada MIT'de doktora yapıyordu) bir anı. Öyküleştirmekten bugüne kadar kaçındım, 'Stephen King'e özenmiş' damgası yememek için. Belki zamanı gelmiştir. Karaltılar diye bir hikaye yazmam gerek, niye bu iki okul arkadaşının başından geçmesin. Saygılaırmla.
nuray telli
Minik kahramanımın niye Kötücan ki adı.
Sonbahar yukarıda askıda kalmış, baba ya da ordan ödev:)
İlhan Kemal
Öykünün adı tam açılımıyla Bir sonbahar yürüyüşünde yapılan sohbet. Ama şu andaki haliyle sonbahar üzerine yapılmış sohbetler gibi duruyor; haklısınız. Mevsimsellik en azından babanın anlattığı öykülerde var: ikisi de kış hikayeleri. Bilinçaltında gelişen bir şey olsa gerek; yaşadığımız yerin kışı yok, uzun bir sonbaharı var (Eklediğim görseli hikayeyi bitirince çektim). O yüzden sonbaharda kışı çağrıştıran epey nokta bulunmakta bizim için. Saygılarımla.