- 253 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
GÖREN OLDU MU?
Görünen şeyleri de ararız, biraz zahmetle buluruz da. Çok sevilen çanta, cüzdan, ayakkabı, enstürüman vb farklı ve fakat bizdeki yeri oldukça güzide ne de çok nesne var bu anlamda. İyi de elle tutulamayan, gözle görülemeyen, duyulamayan ve kısacası sadece duygu ve düşüncelerimizle aramaklı olduğumuz şeyler yok mudur? Elbette vardır. Kendileri bir varlık olarak mevcut olmasalar da bizim ruh ve akıl dünyamızdaki yankılarıyla kavranabilen bu şeyler, büyük olasılıkla duyularla algılananlardan daha büyük bir dünyadır da.
Hangimiz sevgi dediğimiz ve bizi iyi hissettiren bir duygudan yoksun olmak isteriz? Kim ki sevilmekten hoşlanamaz, takdir edilmekten haz duymaz, popüler olmanın getirilerini taşımaz sırtında. Çantamız, terliğimiz, telefonumuz veya kalemimiz gibi belli bir yerde taşınmıyor da olsalar, büyük bir kısmı değerler dünyasında da var olan bu atmosferin nüveleri hayallerimizde bir başka değer katarlar hayata. Mutluluğu derinden hissedebilmiş isek, ayakkabımızın değişim zamanının geldiğine pek aldırmayız. Aynı şekilde, en güzel duyguları çağrıştıran bir enstrümanın tınılarının verdiği hazzı, en lük restorantın öğününe kolayca değişebiliriz. Bir futbol topunun yıpranmışlığını bir kenara bırakıp, tiribünlerdeki o unutulmaz tezahüratların takımımız ve beklide onun içindeki bize yapıldığını düşünün bir kez. O hazzı hayat boyunca kaç kez yaşayabilirsiniz? Bunu nasıl olur da bir nesne ile değişirsiniz? Topluca “Asla değişmeyiz elbette” düşünce ortaklığımız, nesnelerin bu duyguların oluşumunda nasıl da aracı olduklarını gösteriyor değil mi? Yaşadığımız tüm duygu ve düşüncelerde, hayatımızı kuşatan tüm varlıkların sadece birer simge olduklarını da düşünürüz belki. Her şey için bu böyle olmasa da sıradan tüm eşya ve aletlerin belli hazları yaşamak üzere bize hizmet ettiklerini rahatlıkla dile getirebiliriz. Buradaki çıkarımımız, ne denli değerli olsalar da eşya, araç ve gereçlerin ve kısaca tüm teknolojik unsurların sevginin öznesi değil aracısı olduklarıdır.
Hayatımızın son yıllarda çalkantılarla geçtiği ve en azından insanî yanlarımızın giderek adeta törpülendiği günümüzde, duyduğumuz haberlerin çoğunun; vahşeti, ölümü, zulümü, adaletsizliği çağrıştırdığı gerçeğine bakarsak, duygu ve düşünce evrenimizde kendimiz ve diğer insanlar için beslemekli olduğumuz merhametin tamir olunmayacak şekilde yara aldığını üzülerek söylememiz gerekiyor sanırım. Konuyu neden bu noktaya taşıdığımıza gelince, ortalama bir insanın başka bir ;inanç, kültür, coğrafyanın, meslek kolunun diğer bir insanı hakkındaki merhameti çağrıştıran duygu ve düşüncelerinin olumlu yönde olması beklenirken, koskoca medeniyet öznesi olduklarını iddia eden büyük bir kesimin pervasızca ve bile isteye diğerlerinin yok oluşlarına yönelik tutum, duygu ve davranışların içinde olmalarıdır. Beşeriyetin ortalama bir bireyinin çakrasının alamayacağı kadar büyük bir öfke, zulüm, yok etme arzu ve kararlılığını neler beslemiştir böyle? Hani ideal ahlaki öğretiler, hani barış, huzur, esenlik ve hani ki merhamet?
Belki de Kaf Dağı`nın öğretileri arasında kalmışlığıyla bir türlü gerçek yüzünü göremediğimiz şu merhamet nerededir? Onu kimler çalmış, üzmüş, küstürmüş ya da nerelere saklamıştır. Pandora`nın Kutusu`nda mıdır, sihirbazın şapkasında mı, yoksa gidilmesi olağanüstü fizik kurallarını aşmayı gerektiren Kaf Dağı`nda mı?
İş işten geçmeden ve fakat kendisine bir zarar verilmeyeceği garantisi de verilerek, en halis ve fıtratın da baş tacı merhametin derhal güne değmesi gerekmektedir. O masum çocukların, gençlerin, sivillerin zaten zor olan hayatlarını bir de onların ellerinden almaya çalışmak vahşetinin tek ilâcı sizce nedir? Kalplere giremeyen merhametin sözcük olarak her yerde dillendirilmesinin kime ne faydası vardır? Kitaplıklar dolusu merhamet temalı şiir, deneme, makale ve tarihin beşeriyetteki yansıması nerededir? Bütün kutsal metinlerdeki bu konuya dair ortak payda “Merhamet etmeyene merhamet olunmaz” değil midir?
Her şeye rağmen sınırların büyümesi insanlığı nasıl artıracaktır. Onlarca yıldır güttüğü Siyonist politikalar ile adeta kedi-fare oyunu oynarken, İsrailli geçinenlerin akıl ve varsa vicdanları nerededir? Soruların eminim silsilesi de sorulsa, merhamete neler olduğunun anlamlı, tutarlı bir karşılığı bulunamayacak. Oysa yaşayan her canlının taşıdığı, yaratılıştan kendilerine verilen bu üst değerin gölgesinde ne de güzel bir hayatın yeşerebileceğine olan inanç daha kuvvetli olmalıydı. Beşeriyet ailesinin içindeki bu yozlaşmış, kendini böylesine alçaltmış başka bir millet daha var mıdır? Tarihe kapkara bir leke olarak geçmekte olan bu günlerin, bugünlere destek çıkan diğerlerinin akıbetleri de muhtemelen aynı karlıkla yok oluştur kanısındayım.
“Zulüm ile abat olanın sonu berbat olur” kıssası bunu ne de güzel ifade etmektedir değil mi? Uydurma metinlerle dini ritüellerini de manipüle ederek, yaptıkları şeyin sözüm ona ilahi bir emirmiş gibi gösterilmesi ise, başka bir akıl tutulması olsa gerek. Söyleyin, kendilerinin hem bu hem de diğer hayatta esenliğe girmelerini buyuran bir Yaratan nasıl olur da Yahudiliğin kutsal kitabında “… onların kadınını, erkeğini, çocuğunu, kundaktakini, emzirenini, tavuğunu, kedisini velhaslı neyi varsa katledin, acımayın,… “der. Bu nasıl bir sapkınlıktır? Bu nasıl bir ihanettir? Kanımca, bu zihniyetin ve onun gölgesi öznelerin katli daha bir makbuldür. Başka insanları sevmek noktasındaki durumumuz bir kefiyet halindedir. Ne var ki başkalarının varlığına saygımız ise keyfiyet ötesi ve tarafımızın mecburen uyması gerektiği bir realitedir. Sevmemek başka, saygı duymamak başkadır. Yaratılmış her bir varlığın saygınlığı, yaratılışındandır zaten. Sadece buna imandaki arıza, sizi doğal olarak insan olma onurundan fersah fersah ötelere sürükler. En üstün yaratılmış olmanın anlamını bir türlü idrak edemeyen kafalar, dünyayı mahşer yerine çevirmeye devam etmektedir maalesef.
İçinizden biriniz (merhamet sahibi olarak) sakın ha şu merhametin yerini tevci etmesin. O, pahasız bir müşteri, asil bir duruş, saygı ile önünde eğilmeye değercesine hazinedir. Derhal bulur ve ortadan kaldırırlar. Hiç olmazsa pul değerinde satarlar belki. Merhametinizle birlikte gezdiğinizi, onunla sohbet ettiğinizi de söylemeyin. Yerin kulağı vardır, istemeyenleriniz onunla beraber sizi de üzerler. Onun bir tablodaki duygu, şiirdeki tema, makaledeki vurgu olduğundan da dem vurmayın, Aksi halde ortada ne tablo, dergi, kitap ne de neşriyat kalır. Merhametin geldiği yeri bilmem, gelip gelemeyeceğini de. Bildiğim şey, gelmesi durumunda varlığının onca eli kanlı tarafından kısa sürede ortadan kaldırılabileceğidir. Onu sahiplenebilecek, onunla onurlu duruş gösterebilecek, onunla yükselebileceğine iman etmişler olmadıkça, merhamet olduğu yerde kalmalıdır. Hiç olmazsa anlamla bilinmemeli ve dile alınmamalıdır. Doğrusu onu dillendirip, hayattan ötelemek, yokmuş gibi davranmak ve kişisel yükselişin sıradan bir enstrümanı yapmak, yapılabilecek en büyük kötülüktür.
Bıçak sırtı gibi bir durumun eşiğindeki insanlık, merhameti kuma gömmeye, saklamaya devam edecek midir? Merhameti asli anlamında hayatla buluşturanlar mı yoksa merhameti olumsuz bir ekle türeterek merhametsizliği mihenk edinenler mi galip gelecektir? Bu anlamda esas sorulardan birisi de merhametin uzunca yıllardır kaybolmuşluğu olsa gerektir. Onu bir görenimiz olursa, tavrını, düşüncesini, davranışını iyi hesap etmelidir. O, dildeki zikretmekten öteye geçmesi gereken, düşküne dokunan, açı doyuran, yuvasıza yuva, açlara aş, yaralılara merhem, gönlü kırıklara uzanan şefkatli el olmadıkça bulunamamış da demektir. Sözün özü, onlarca yıldır kaybettiğimiz şu merhamet nasıl bir saklanmışsa, bulunamamıştır. Bir bulan olursa, lütfen kendi için değil sadece, bütün varlık âlemi için sıkı sıkıya tutsun ve fakat incitmesin onu. Merhameti de merhametli sahiplenmek gerekir çünkü. Merhametimiz nispetinde insan olabildiğimiz gerçeğini de bir kenara koyarak, daha bir insan olma arzusunu topyekün haykırmamız gerektiğini söylüyorum. Olmayacaksa içinde merhamet, neye yarar ki güç, para, cesaret ve kudret; neye yarar en güzel çizimlerin tablolarındaki renk.
Oğuzhan KÜLTE
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.