- 525 Okunma
- 5 Yorum
- 2 Beğeni
Mazgalın ÖTEKİ Yüzü ( Denemeler)
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Kır saçlı, soluk yüzlü sorumlu baş memur, kurumun nöbetçi müdürüyle maltaya girer girmez, geceyi maltanın boğuk ve serin havasında geçirmiş, gözlerinden uyku akan memurlardan biri bağırırdı;
Haydiii, sayııım!
Malta; kenar bloklarında bulunan kahverengi demir ızgaralı kapılardan ara koridorlardaki koğuş kapılarına açılan uzun ince bir koridordu.
İnfaz koruma memurları bu koridorun ortasına konulan masanın etrafında toplanır; mahkûmların koğuşlarından çalan kapı zillerine bakar, telefon görüştürmelerini yaptırır, revire çıkanların, mahkemeye ve hastaneye gidenlerin işlemlerini yapar, günlük sirkülasyonu buradan sağlar ve aynı zamanda boş vakitlerinde burayı dinlenme yeri olarak kullanırlardı.
Gece nöbetleri, gündüzün o yoğun koşturmacasının aksine sakin geçer, olası bir olaya karşı sürekli zinde olup uyanık kalma mücadelesine dönüşürdü. Bazen yirmi dört saate çıkan nöbetler bu mücadeleyi iki katına çıkarmak demekti. Kış aylarında havalandırma bahçe kapılarının arasından sızan hava sanki soğuk bir klima görevi görürdü. Nöbeti vukuatsız teslim etmek, yeniden özgürlüğü teneffüs etmek çoğu zaman mutluluk kaynağı olurdu.
Sayımlarda nöbeti alacak ve nöbeti devredecek vardiya görevlileri koğuşlara topluca girer, hükümlülerin sayımını yapar; revir, müdür görüşü, terzi ve berber gibi çeşitli konular hakkında yazılan dilekçeler sabah sayımlarında alınır, yazılmış olan mektuplar toplanır, varsa bir sıkıntısı olan kısaca dinlenilir diğer koğuşlara geçilirdi. Bu sayımlar her günü bir önceki günün kopyasıymış gibi devam eder giderdi.
Hükümlüler genel olarak günlük rutin işlemlerin arasında cezasını bitirmeye çalışsa da arada çıkan birkaç uyumsuz hükümlü, bulunduğu koğuşun huzurunu kaçırır, cezaevinin düzenini de bozardı. Sürekli aynı kişiler müdür görüşünde, revirde, hastanedeydi. Onların kapı zilleri hiçbir zaman susmaz, her zaman mutlaka bir istekleri ya da bir sorunları olurdu. Hatta bazen gecenin bir yarısı zile basıp gelen memura, ‘‘Saat kaç? Yarın öğle yemeğinde ne var? Akşam yemeğinde yoğurt çıkacak mı?’’ diye soranlar bile vardı. Bu tür davranış bozuklukları bulunanlar hem koğuş arkadaşlarının huzurunu kaçırır hem de personelin motivasyonunu düşürüp diğer arkadaşlarının iş ve işlemlerinin gecikmesine de neden olurdu. Bu cenderede sürekli pozitif bir insan olarak kalmak ise imkânsızdı.
Bir gün sayımların birinde bu tarz hükümlülerden biri sorumlu baş memura yaklaşarak:
- Başefendi benim bir sorunum var, dedi.
Sorumlu baş memur, sürekli sorun çıkaran ve bir önceki gün başka bir koğuştan bu koğuşa verilen hükümlü olduğunu görünce sinirli bir şekilde;
- Yine ne sıkıntın var?
- Koğuştan çıkmak istiyorum.
- Daha yeni bu koğuşa verdik.
- Olsun ben yine de çıkmak istiyorum.
- Biz her isteyene yeni koğuş nereden bulalım?
- Başefendi ben bu koğuşta yatamam.
Baş memur:
- Sen Diyarbakırlıydın değil mi, diyerek yüzünü ovmaya başladı.
Hükümlü
- Başefendi bir saniye bir şey diyebilir miyim, dedi.
Başmemur:
- Benim bildiğim Diyarbakırlılar delikanlı olur, sözünün eri olur, daha dün söz vermiştin sıkıntı çıkarmayacağına.
- Baş efendi bir şey diyebilir miyim?
-Sen ne biçim Diyarbakırlısın!
Nöbetçi Müdür:
- Başefendi bir değerlendirelim, dedi
Başmemur:
- Siz bilirsiniz müdürüm de bu kaçıncı oldu, daha dün buraya verdik.
Hükümlü:
- Baş efendi bir şey diyebilir miyim?
Başmemur bir şeyler anlatmaya kendince nasihat etmeye uğraştıkça, hükümlü “Başefendi bir şey söyleyebilir miyim, bir şey diyebilir miyim?” diye tekrarlıyordu.
- Seni hemşerilerinin içine verdik ki rahat durasın. Nerdeee…
- Herkese bir koğuş nereden bulalım, insan hemşerilerinin içinde de yatamazsa bu ceza nasıl bitecek!
- Başefendi bir şey söyleyebilir miyim?
-Burada beş yüz tane adam var, seninle mi uğraşacağız?
- Başefendi bir saniye bir şey diyebilir miyim?
- Burası babanın çiftliği mi? Diyarbakırlıların yüz karası!
- Başefendi bir şey söyleyebilir miyim?
Siniri biraz yatışan baş memur yanındaki görevlilerin de telkiniyle,
- Hadi söyle ne diyeceksen, dedi.
Hükümlü:
- Başefendi ben Antepliyim…
Her günü farklı bir hikâyeye dönüşen, açık görüşte babasına sarılmış bir çocuğa bakıldığında drama sahnesi, toplumu suçludan, suçluyu da toplumdan koruduğu için bir infaz evi, atölyeleriyle bir sanat galerisi, derslikleriyle bir öğretim yuvasına benzeyen bu kapalı kutunun içinde, mazgalın öteki yüzünde insanların ne zaman hangi ayrıntıya takılacağını kestiremesek de bir çınar ağacı gibi nice fırtınalar görerek nice zemheriler yaşayarak geçirmiş bir çilegâhın asil görevlileri olarak onların dünyasını anlamaya, bir nebze de olsa yüreklerine dokunmaya çalışıyoruz.
Sürekli ötekileştirilen, görmezden gelinen, bir aksiyon adamı değil bir ajitasyon metası gibi görülen, basın yayın yoluyla dezenformasyona tabi tutulan, hakaret edilen, tehdit edilen, kader ortaklığını dertleriyle yapan cezaevi çalışanlarının dünyasına trajikomik nitelikteki bu anıyla dokunmak belki biraz tebessüm ettirir.
Eskiyen dündense yenilenen güne umutla bakmanız dileğiyle, tebessümünüz eksik olmasın.
Selametle kalınız.
(Mazgalın Öteki Yüzü- Denemeler.)
Günün yazısı olarak değerlendirip yayınlayan seçki ekibine çok teşekkür ederim.
YORUMLAR
Rabbim düşürmesin ceza evlerine kimse ben girmem demesin.
Kolay değil hiç kolay değil.
Kutlarım sizi değerli kalem selam ve saygılarımla...
Ömer Hüdayi
Orada hükümlünün de infaz koruma memuru nun da neler yaşadığını kimseler bilemez her ikisi içinde zor hayat sıkıntılı yaşananlar... Kutlarım yürekten
Ömer Hüdayi
Ömer Hüdayi
Teşekkürler hocam. Sıhhat ve afiyet dilerim.
Yazınızdan anladığım kadarıyla diş hekimliğinde olan 'Dişçi değil, diş hekimi!' hassasiyetinin bir benzeri de hüküm infaz memurları arasında da var (Ben yazıyor olsam söz konusu inceliği bilmediğim için bu üç kelimelik grup yerine yerine gardiyan'ı kullanırdım)
Akıcı bir anlatım, bir anlamda belgesel niteliğinde. Sizi ve bu yazıyı güne getirenleri kutluyorum. Güzel bir seçim olmuş. Saygılarımla.
Ömer Hüdayi
Saygılarımla. Sıhhat ve afiyet dilerim.