- 326 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Tehlikeli Uğraşlar
Notlarıma bakıyorum ve soylu bir isim görüyorum: Sekizinci Şarl, Fransa kralı! Bundan tam 525 yıl önce kaybetmişiz kendisini. Biz kaybetmişiz derken aklım Fransız halkında değil. Kendisi bir tenis maçını seyretmeye koşarken kafasını kapı krişine çarpıyor ve tenisin ilk kaybı oluyor. Ama tenis kortunda ölenlerin sonuncusu, bulabildiğim kadarıyla Dirk Wertheim. Kendisi Amerikalı çizgi hakemi. Günümüzden 40 yıl önce, 1983 te, o zaman henüz on yedi yaşında olan Stefan Edberg’in servisini bel altı bölgesine yiyor, oturduğu sandalyeden düşüp başını betona çarpıyor ve beş gün sonrada hastanede ölüyor. O günden sonra da teniste çizgi hakemlerinin oturmasına izin verilmiyor.
‘Bu senin doktora tezin mi? Tenis kortunda ölümler... Böyle tez mi olur? Makale bile çıkmaz bu konundan. Genelleyemezsin bile. Fransa kralının adı C ile başlıyordu, çizgi hakemininki ise D ile. Demek ki bir sonraki kurbanın adı E ile mi başlayacak diye bağlayacaksın?’
Suzette çok da haksız da değildi. Tez hocam rahatına düşkün bir insandı. ‘Çalışacağınız konuyu siz seçmelisiniz. Tabi ki ben size bir tane dayatabilirim ama ilk senenin sonunda tüm şevkiniz kaçar, tezi ve programı yarım bırakırsınız. O yüzden dayatma bir kenara, tavsiyede bile bulunmayacağım. Ne getirirseniz kabulümdür’ diye bize sınırsız bir dünya vermişti. Bu da yaratıcılığın en büyük düşmanıdır. Sınırlardırılacaksınız, yasaklar olacak ki siz bunları aşmaya çalışırken ilham verici bir konu bulun. Benim tez konum da aklıma tenis maçı seyrederken gelmişti. Nick Kyrgios 136 mil hızında servis atmış, top da kameraların arkasındaki panellere çarpana kadar durmamıştı. ‘Tehlikeli değil mi?’ diye sormuştu yanımbaşımda oturan Suzette, ‘Top toplayan çocuklar, kameramanlar filan var. Ya top onlara gelse?’ Benim de aklıma en güvenli sporlardan biri kabul edilen tenisteki ölümlerin dosyasını çıkarmak gelmişti. Elimde iki tane vaka vardı. Kesin başkaları da bulunurdu. Monica Seles kortta maç sırasında bıçaklanmıştı; ölmese de bu tip vakalar dahil edilebilinirdi. Yeterince vaka bulunursa kazalar, kasıtlar, oyunun doğasından ileri gelenler gibi gruplara ayrılabilinirlerdi. Tez hocam ‘Tamam, gerekli evrakları getir, imzalayayım, sen de çalışmaya başla’ demişti. Şimdi ise elimdeki tüm materyalim olan iki artı bir vakaya bakıp kara kara düşünüyordum.
‘Kortun içinde olmak zorunda mı? Tenis oynayanların kurban gittiği cinayetler olamaz mı? Belki bir seri katil kurbanlarını kortlardan filan seçiyordur’
Olabilir mi? Ben hep yüksek profilli ölümlere bakmıştım. Belki de böyle bir seri katil vardır. Varsa nereden bulunur?
İlk elime geçen Psychology Today’deki bir makale oldu: ‘Nasıl seçiyorlar?’ Ne yazık ki kurbanların konumlarından çok beden dillerinin nasıl kendileri üzerinde katillerin dikkatini toparladıklarından bahsediyordu; bu yüzden de pek işime yaramadı.
Başı kanunla belaya girmiş ünlü tenisçilerin listesini buldum. Vergi ve mülk kaçırma ya da cinsel taciz suçları vardı ama tenisçiler arasında o ünlü servisi yüzünden adı çıkan Stefan Edberg dışında elini kana bulayan yoktu. Ünlülerin bana yardımı olmayacaktı.
Sıradan seri katiller, yakalanamayanlar, kopyacılar filan derken kendimi bu karanlık dünyanının kapısından içeri bakarken buldum. O karanlıktan da Nathan Barlett çıkageldi.
Nathan seksenlerin sonunda gelecek vaat eden bir tenişçiyken dizinden geçirdiği bir sakatlık kariyerinin sonu olur. Büyük hayalkırıklığı yaşamasına rağmen tenis onun için hala altın bir bileziktir ve o da Los Angeles’ın batısında, bir şehir kulübünde tenis hocalığı yapmaya başlar. Zenginlere villa satmak üzere hayaller kuran ama tek odalı kiralık dairelere müşteri bulmak zorunda kalan emlakçı Ava ile evlenir. Ava’nın hobisi cinayet romanları ve filmleridir.
‘Eee?’ dedi Suzette, ‘Boş kalınca sıkılmış, ders verdiklerinin peşine mi düşmüş?’
‘Öyle yapsaydı, üçüncü kadında yakalarlardı. Aynı kulüpten üç kadın cinayete kurban gidecek, üçü de tenis dersi alacak... Adam kartvizit bıraksa bu kadar olur’
Tabi ki Nathan ders verdiklerinin peşine düşmemişti. Karısının bulduğu kiracılarla da ilgilenmemişti. Her başarılı seri katil gibi bir kuruma ya da bir mekana bağlı çalışmamıştı. Ya da öyle olduğuna inanmıştı. İlk kurbanlarını yerel turnuvalarda koçluk yapmak üzere gittiği kasabalarda bulmuştu. Bir bara gidiyor, barda genç ve yalnız bir kadınla tanışıyor, sonra da...
‘Evine beraber gidip onu öldürüyor muydu?’
‘Tüm bar bunların birbirleriyle flörtleştiğini ve bardan beraber çıktıklarını gördükten sonra mı? Yine kolayca yakalanırdı. Yok, o kadın bunun mazereti oluyordu. Geceyi erken bitiriyor, kadının yanından ayrıldıktan sonra kendisine bir hayat kadını buluyordu.’
‘Herhalde artık onu öldürüyordu, değil mi?’
‘Bu sefer tutturdun. Önce dövüyor, sonra ırzına geçiyor, finali de karnını yarıp bağırsaklarını dışarı çıkararak yapıyordu’
‘Batı yakasının Karın Deşen Jack’i!’
Birkaç karnı deşilen fahişeden sonra Nathan tamamen stilini değiştirmişti. Yine turnuvalar için kasabalara gidiyor, orada bara uğruyor ama bardan kimseyi kaldırmıyordu. Onun yerine en az iki saatlik mesafede başka bir kasabaya gidiyor; yeni kasabada da ıssız yerlerde arabalarına yanlışlıkla çarptığı kadınları öldürüyordu. Dövme ve ırza geçme sabitken, finalde değişiklik yapmış, levye ile kafatası parçalanana kadar vurmaya dönmüştü.
‘Peki arabasından iz kalmıyor muydu? Boya izi, çarpma izi, far kırıkları filan?’
‘Hiç bir şey... Gittiği yerlerde hurdaya yakın bir araba satın alıyor, cinayetin ertesinde de onu bir hurdacıya bırakıyordu. Polis arabayı teşhis etmeye çalışırken araba çoktan ezilmiş çelik yığını haline geliyordu. Kendisi de turnuvanın olduğu ilk kasabaya geri dönüyordu’
Polisler Nathan’ın sekiz cinayetle bağlantısını kanıtladılar. O ise yakalandığında en az yirmi kadından bahsediyordu.
‘Eşi bu konuda ne demiş?’
‘Zaten onu ihbar eden de eşi olmuş. Son seferlerden birinde levye yerine artık üretilmeyen bir tenis raketi kullanmış. Sonra da onu atmaya kıyamamış. Eşi de kanlı izler taşıyan raket tellerini görünce...’
‘Raket telleri mi?’
‘Evet, Nathan raketi silmiş ama bağırsaktan yapılma kordajı değiştirmemiş. Kordaj da organik yapısından dolayı kanı emmiş. Ona da hak veriyorum: Elli dolarlık kordajı değiştirmek her baba yiğidin harcı değil. Ben bile bu kadar yılda bir kere bağırsak kordaj kullanabildim raketlerimde.’
‘Peki şu anda Nathan nerede?’
‘Daha o kayıtlara ulaşmadım. Bunlar mahkeme dosyasındandı.’
Daha o kayıtları yaratmadım mı demeliydim? Teze kaynak bulamayınca Nathan’ın hikayesini uyduruvermiştim. O kadar seri katil öyküsünden sonra benim hayali bir taneyi yaratmam zor olmamıştı. Ne Suzette’in, ne de tez hocamın gidip konuyu araştıracak halleri yoktu. Belki de Suzette’ten o kadar emin olmamalıydım. Bir yerlerde bağırsak bir kordaj bırakmış olabilirdim.
YORUMLAR
İlhan Kemal
Tehlikeli Uğraşlar aslında kendi yazılma hikayesini de içinde taşıyor.
Ben de notlarıma bakarken Sekizinci Şarl'a ve ölüm şekline denk geldim. Çıkış noktam buydu. Seksenlerde okuduğum bir gazete haberinden Edberg'in kaza sonucu hakemi öldürmesini de hatırlıyordum. Kendi kendime tenşs kortlarındaki ölümlerden bir hikaye çıkar mı dedim ve yazmaya başladım.
İlk paragrafı bitirdiğimde kafamdaki ses (Evet, böyle gaipten sesler duyuyorum) öyküye Suzette olarak girdi. Öyküdeki Suzette'in her repliği yazarken o noktaya geldiğimde iç sesimin bana sorduğu sorulardır.
'Böyle hikaye mi olur, paragraf bile çıkmaz bundan'
Suzette'e verecek bir cevabım yoktu. Sonraki tez hocası ile ilgili paragrafı yazarken bir yandan da 'Şimdi ise elimdeki tüm materyalim olan iki artı bir vakaya bakıp kara kara düşünüyordum.'
Aklıma tenis kortundan geçen katiller geldi ama bir şey bulamadım. Tenisçilerin işlediği suçları kontrol ettim, bir şey çıkmadı. Bu arada epey bir miktar konudan bağımsız seri katil hikayesi okudum. İşte bu noktada 'karanlıktan da Nathan Barlett çıkageldi'
Nathan Barlett aslında suçlu belgeselleriyle dalga geçen hayali bir karakter. Bir bölümü yapılmış, insanlara gerçek suçluymuş gibi sunulmuş. Ben de aynı şeyi yapabilirim diye düşündüm.
'Emlakçı Ava ile evlenir. Ava’nın hobisi cinayet romanları ve filmleridir.' Nathan'la ilgili elimdeki bilgiler bu cümleyle bitiyordu. Kimleri öldürmüş, metodları neymiş, hiç bir fikrim yoktu. Yine de 'Belki bir şey olabilir' diye yazmaya devam ettim. Tıkandığım noktaları Suzette soru sorarak öyküye taşıdı. En doğalı hiç düşünmeden yazmaktır deyip, bir 'Flow of consciousness' metoduyla, sonraki cümle için endişelenmeden yazmaya devam ettim (Mesai saatlerinde işte yazıyorum zaten, uzun uzun ara verip ekrana dalıp gitmek olmaz zaten) Suzette sordu, ben cevap verdim.
'Nathan tamamen stilini değiştirmişti'yi yazarken Nathan'ın ne yapacağı hakkında en ufak fikrim yoktu. 'ama bardan kimseyi kaldırmıyordu' dediğimde de hala fikrim yoktu ama topu daha da fazla çeviremeyeceğimin farkındaydım, o zaman da kurbanın arabasının üzerine sürdüm. Sonrası geldi.
Yazar olarak bir seri katil potansiyeli var mı? Sanmıyorum. Filleri merak edip araştıranların fil olmasına gerek yok diyorum. Saygılarımla.
Nevmizan
Burada da öyle. Teşekkürler paylaştığınız için
İtiraz da zayıf kalmış :)
illa yapar demedim ki o potansiyelin olması ihtimali ürkütür beni.
Tarihi anlatılar ve gerçek tarihi şahsiyetlerin zaman ve mekanına odaklanan yaklaşım, tarihin derinliklerine inmeyi ve geçmişi daha yakından anlamayı sağlayan yazıları severim.Bu da bize ,insanlığın evrimini, kültürel değişimleri ve büyük olayları anlamamıza yardımcı olur.
Bu yaklaşım, tarihi daha somut ve gerçekçi bir deneyim haline getirir, çünkü belirli bir dönemin veya kişinin yaşadığı zaman ve mekanı anlamak, olayların ve kararların nedenlerini daha iyi anlamamıza yardımcı oluyor.
Tarihsel bir olayın,Şarl'ın kaybının ve tenis kortlarında ölenlerin hikayesinin izlerini takip ederken yavaşça sizi bir yerden alıp başka bir yere savurması, yazının zanansal bir boyut kazanmasına yer veriyor.
Seri katil Nathan Barlett'in hikayesi, tezin ilham kaynağının yaratıcılıkla dolu bir yolculuğa dönüştürüyor.
Özellikle:
Yaratıcılığın sınırsızlık ve özgürlük olduğunu vurgularken,İnsanların önceden çizilen çerçevelere sıkışmaması gerektiğini, sınırların aşılarak ilham verici konuların bulunabileceğini kanıtlıyor
Metaforlar, tenis kortlarındaki ölümleri ve Nathan Barlett'in hikayesini dokuyarak, yazıya derinlik katıyor. Tenis raketlerinin telleri ve bağırsakların simgeleri, okuyucunun bu gizemli hikayenin içine daha fazla dalmalarını diliyorum…
İlhan Kemal
Konu sınırlanması kadar zaman sınırı da yaratıcılığı körükleyen faktörlerden biri. Öyküdeki karakter kadar yazarının da benzer bir zaman sınırlaması içinde olması ilham getiriyor. İş yerinde kısa bir sürede yazılıp bitirilmesi gereken, önceden üzerine düşünülmemiş bir hikaye oldu. Bir yandan iç sesimi temsil eden Suzette 'Eeö daha sonra ne oldu?' diye bastırırken diğer yandan saatim 'Eylül ayının recnciliation'ını hala yapmadın' diye bağııryordu. O zaman da zihin Nathan'ın önünü açıyor. Üzerine kafa yoracak olsam çok daha kuru bir anlatı olurdu.
Öyle yorumlar yazıyorsunuz ki bir kitabım olsa arka kapağına yazmanızı isterim (Önsözleri Türkiye'de ancak 212 kişinin okuduğu söyleniyor; o yüzden size arka kapağı ayırdım) Saygılarımla.