- 458 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
KALBİME YASLANAN ÖLÜM-8
Bakkal Satılmış, evraklarının son aşamasını tamamlamak için Fransız Konsolosluğu’na gitti. Bayram Bey İSE mesaisine başladı. Ben, Dış İşleri Bakanlığı çevresinden uzaklaşmadan oralarda oyalanıp duruyordum. Tek başıma vakit geçirmeye çalışıyordum. Öğle vakti gelmişti, tuvalete gittim ve ihtiyacımı giderdim. Lavaboda abdestimi güzelce aldım. Çıkışta tuvalet parası verdim. Öğle namazımı yakında bulunan bir camide huşu içinde eda ettim. Yine ortalık insan kaynıyordu. Caddelerde insanlar sel gibi bir o tarafa bir bu tarafa akıyordu. Vakit geçirmek için gölgelik, park, cadde ve sokak arası nere varsa gidiyordum. Poğaça ve simitten hangisini bulursam yiyordum. Hava çok sıcaktı. Sıcaklık artarak devam ediyordu. Ağustosun başlarıydı, sıcaklık etrafı cayır cayır yakıyordu. Yumurta koysan asfalta hemen pişer hiç affetmez. Böcekler, kuşlar; sıcaktan ağızlarını açmış, gölge bulabilmek için koştukça koşuyordu. Ayrıca sıcaktan serinletecek bir damla suya koşarak uçuyorlardı. Rabbimin işine karışılmaz; sıcak, soğuk; yağmur, kar ve dolu hepsi de Yüce Rabbimin emrini işliyordu. Rabbimin hikmetinden sual sorulmaz. Bize, verilen emre teslim olmak düşer. Kısmetimizde ne varsa yeriz ancak helali haramı kollamak bizlere düşer…
Öğle sonu saat üç sıralarına gelmişti. Ben de kararlaştırdığımız gibi küçük bir gezintiden sonra vakit hayli geçmişti. Dış İşleri Bakanlığı’na doğru yöneldim. Bunaltıcı sıcak hâlâ devam ediyordu. Sıcaklığı arkadaş edinmiştim. Ben onu bıraksam da o beni bırakmıyordu. Ter gön içinde kaldım. Üzerimdeki elbise özellikle atletim cımcılık olmuştu. Yorgun argın bakanlığa ulaştım. Vakit ikindi üzeriydi. Gölgeler, asıllarını çoktan sollamıştı. Bakanlığın misafir bekleme salonunda dizayn edilmiş siyah deri koltukların üzerine oturdum. Bakkal Satılmış’ı beklemeye başladım. Geniş bir yerdi bekleme salonu. Siyah deri koltuklar boylu boyunca uzanmıştı salona. Ziyarette bulunanlar, bakanlıkta işi olanlar, sırası gelene kadar orada bekliyorlardı. Üst tarafta yüksekçe yerde bir televizyon vardı. Onun hafifçe gelen sesi ziyaretçilere ninni gibi geliyordu. Ninni gibi gelen bu sesler insanların uykusunu getiriyordu. Koltuk üzerinde; uyuyanlar, horlayanlar, uyuyakalanlar hiç eksilmiyordu. Ben de yorgunluktan siyah deri koltuğun üzerinde uyuya kalmışım. Bir müddet sonra uyandım ve kendime geldim.
Bakkal Satılmış bakanlığın dış kapısından girmiş bana doğru geliyordu. Üzerinde bir yorgunluk bitkinlik hissediliyordu. Ağır ağır bekleme salonun ortasına kadar geldi ve etrafa şöyle bir baktı. Ben de onu görünce ayağa kalktım ve: “Satılmış abi hoş geldin. İşleri ne yaptın? Gel abiciğim şuraya otur, bir dinlen sonra ne yaptığını anlatırsın” Dedim. Satılmış Abi: “Hoca dur bir hele! Bir soluklanayım, bir nefes alayım da her şeyi anlatacağım. Daraldım hele bir dur! Allah’ıma şükürler olsun. Tamam, inşallah bizim işler olacak. Vizemi bir hafta sonra gelip alacağım. Şükürler olsun buradaki işlemlerimi tamamladım. Sadece gelip vizemi almam kaldı.” Diyordu. Nefesinin harıltıları boğazından geliyordu. Bir yandan da boncuk boncuk terler siyah sakalına doğru akıyordu. Eliyle simsiyah saçlarının arasından alnına akan yorgunluk çile yüklü terini siliyordu. Siyah ela kahverengi gözleri yorgunluğu bitkinliği öyle bir anlatıyordu ki onun konuşmasına gerek bile kalmıyordu. Ara sıra “Oh aman Allah’ım! Hocam biraz serinledim ve rahatladım” diyordu. Demesine diyordu da beti benzi simsiyah olmuştu.
Siyah deri koltuğun üzerinde bir müddet oturduk. Ben, Bayram abiye haber vermek için görevli personelin yanına gittim. O da telefonla iç hattan aradı ve Bayram Bey’in biraz sonra geleceğini söyledi. Ben de tekrar Bakkal Satılmış’ın yanına döndüm. Çok sürmedi Bayram Bey, koridorun diğer tarafından gözüktü. Biz de siyah deri koltuk üzerinde onu bekliyorduk. İkimiz Bayram Bey’e bakarken o da hızlı adımlarla bize doğru yaklaşıyordu. Biz yerimizde otururken o da bize bayağı yaklaşmıştı. Salonun ortasına kadar gelmişti. Bakkal Satılmış, bu gün yorgun bitkindi ve suratı da sapsarıydı. Beyaz yüzlü Satılmış’ın suratı kireç gibi sapsarı kesilmişti. Bize doğru yaklaşan Bayram Bey endişeli bir şekilde: “Satılmış, Satılmış, Satılmış!” diye heyecanla endişeli bir şekilde seslenmeye başladı. Bu sesleniş yükselerek ve artarak devam ediyordu. Benim yüzüm Bayram Bey’e dönük olduğundan yanımdaki Bakkal Satılmış’ın bu durumu dikkatimi çekmemişti. Ben, derhal yanımdaki Bakkal Satılmış’a döndüm. Gözleri dönmüş, koltuktan aşağı doğru sıyrılıp kayarak iniyordu. Kendini tutamıyordu. Eli kolu püskül gibi dökülmüştü. Vücudunun hiçbir yeri tutmuyordu. Hemen müdahale ettim ancak onu koltukta tutmak ve oturtmak mümkün değildi. Göğsüme doğru çektim ve yasladım. Onun hareketsiz vücuda sessizce göğsüme yaslanmıştı. Bize ulaşan Bayram Bey de ona yardım etti. Etrafta bulananlar hızla yanımıza geldiler. Göğsüme yaslanan Bakkal Satılmış’ı deri koltuğun üzerine boylu buyunca uzattılar. Biri oradan mırıldandı: “Ambulansı derhal çağırın! Ambulansı derhal çağırın! Ambulansı derhal çağırın! Daha ne bekliyorsunuz? Ambulansı çağırsanıza! Bu böyle araçla hastaneye gitmez.” Diğeri bir şey söylüyor, bir diğeri başka bir şey söylüyordu. Konuşulanlar, kulağıma tırmalıyordu. Âdeta hepimiz şok geçiriyorduk. Yirmi sekiz yaşındaki delikanlı boylu boyunca siyah deri koltuğun üzerine uzatılmış ambulansın gelmesini bekliyordu…
Diş İşleri Bakanlığı’nın yakınında Trafik Hastanesi vardı. Oradan ambulans çok çabuk geldi. Sağlık görevlileri derhal müdahale ettiler ve onu ambulansa alıp acilen trafik hastanesine götürdüler. Ben de yaya olarak Trafik Hastanesi’nin yolunu korku ve endişeyle tuttum. Çabucak Trafik Hastanesi kapısına ulaştım. Yoğun bakımın önünde tek başıma endişeyle beklemeye başladım. Bayram Bey, ben senin arkandan gelirim demişti ama hâlâ gelmemişti. Saniyeler, dakikalar ve saatler geçmek nedir bilmiyordu. Ağlasam ağlayamıyordum. Gözyaşlarım yüreğime kör düğüm olmuş çözemiyordum. Gözlerim kanlanmıştı. Bir barajın arkasına toplanan su gibi gözyaşlarım da birikmişti. Patlamaya hazır bir bomba gibi bekliyordu. İçinden çıkamadığım bir hüzün kaplamıştı ruhumu ve bedenimi. Kara bulutlar sarmıştı cılız bedenimi. Siyah beyaz dumanlar sarmıştı acılarımı. O dumanların içinde kaybolmuştum. Gideceğim yeri bilemiyordum. Ne yapacağımı bilmiyordum. Bu düşünceler içinde yüzerken sağlık görevlilerinden biri yanıma çıkageldi. Yüzünde bir endişe vardı. Kelimeler yuvarlanmış kartopu gibi duruyordu. “Acaba söze nasıl başlarım” diye kara kara düşünüyordu. Bana adımı sanımı sordu ve cebinden bir sigara çıkardı. Sigara içmezdim. O anda hiç düşünmeden aldım sigarayı. Sağlık görevlisi çakmağı ile ateşledi sigarayı. Dumanını içime çekmeden beni bir kötü öksürük aldı. Ben sigara belasıyla uğraşırken sağlık görevlisi kalp krizi geçiren Bakkal Satılmış hakkında bana sorular sormaya başladı: “Kaç yaşındaydı? Evli miydi? Evliyse kaç çocuğu vardı? Anne babası yaşıyor mu?” Derken soruların cevabını bile almadan sorular bir çırpıda ağzından dökülüveriyordu. Acaba o da kendi kendine “Oh be söyledim de kurtuldum mu?” diyordu. Sonra sorularının cevabını benden almaya çalışıyordu.
Ben, korktuğum başıma gelecek mi diye endişeyle bekliyordum. Sağlık görevlisi: “Kardeşim takdiri ilahi! Biz elimizden geleni yaptık. Bir saattir kalp masajı yaptık ama onu hayata döndüremedik. Başınız sağ olsun. Allah cc rahmet eylesin, mekânı cennet olsun. Allah cc ailesine, sevdiklerine ve size sabırlar versin” dedi. İşte o zaman başımdan kaynar sular dökülmüştü. Üstüme çöken hüzün bulutları şimdi benim bedenimi ve ruhumu tamamen sarmıştı. Bedenimi kapkara etmişti. Tek kelimeyle yıkılmıştım. Arkadaşça beraber geldiğimiz, yolculuk yaptığımız yanında büyüdüğümüz Bakkal Satılmış abimiz vefat etmişti. Kalbime yaslanan gencin ölümü hastane morgundaydı artık. Ben üzülmeyeyim de kimler üzülsün. Ben ağlamamayım da kimler ağlasın…
22.09.2023
Yozgat
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.