- 291 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
GÜNDEN GECEYE YOLCULUK
…çünkü dervişin yükü ağır, yolu da uzundur…
-Kervan ne zaman kalkıyor ya Ammar ?
-Kısmet ya Hüseyin kısmet …
Yaşı belirsiz bir adamdı kervanbaşı Ammar…Her öğlen iki eli kanda olsa yine de nargilesini yamacına alıp çöl kumuna karşı bağdaş kurup kendi özel rahatlama seansını düzenlemekten geri kalmazdı…Tütün rengi gözleri, zamanın ya da yaşadıklarının etkisiyle yol yol olmuş teniyle özdeş bir bilgeliği taşıyordu üzerinde…Hem bilge olmak için ille de cilt cilt kitap okumak, mektep medresede mürekkep yalayıp, hacı hoca eteğinde ilim etmek mi gerekiyordu sanki ?...İnsan ömürden uzun yollarda gide gele, ülkeden ülkeye, insandan insana, efsaneden efsaneye gire çıka da ululaşıp derinleşemez miydi ?...İşte Ammar böyle bir hayatın yetiştirdiği enteresan bir yaratı mucizesi gibiydi.
Belki bu yüzden hiç acele etmiyordu kervanı kaldırmak için…Halep’te ya da bazılarının dediği gibi Aleppo’ da sadece bir tek kelime belirlerdi olayların gidişatını “KISMET”
……………………………….
Bu caddelere ruhumdan o kadar çok parça saçtım ki,
özlemimin o kadar çok çocuğu bu tepelerde çıplak dolaştı ki,
sıkıntı ve ıstırap çekmeden onlardan kendimi ayıramam..
Halil Cibran(Ermiş)
Bu maviliği , bu sonsuzluğu, bu ferahlığı değilse bile sadece köpüklerin raks edişini özleyeceğim diye düşündü derviş Mutedil…Mümkün olsa tüm hayatını köpükleri seyrederek huzur içinde geçirebilirdi aslında…Denize dik inen yamaca oturup, uzun cübbesinin eteklerini kıvırarak dizlerine sarmıştı genç derviş…Cübbeyi ilk sırtına aldığında henüz 12 yaşında bir sabi idi ve o zamanlar İbrahim diye çağırırlardı onu…İskenderiye’de köpüklere dalıp gittiği bir sabah dayısı elinden tutup kentin namlı tekkesine götürüp şeyh efendiye teslim etmişti İbrahim’i “eti senin kemiği benim “ yerine “eti de kemiği de senin ya efendi hazretleri” diyerek. Şeyhinin eteğini öpüp kendinden ne bekleniyorsa sessizce hepsini yapmış ve efendisi tarafından verilen Mutedil adını seve seve üzerinde taşımıştı. İşin aslı babası öldükten hemen sonra bitmişti onun İbrahimliği…
-Ah İskenderiye diye içini çekti…Köpüklerin ve kumun ebedi şehri…Sokaklarının baharatlı kokusu, yüzüme değen tuzlu rüzgarlar hala aklımda da, nedense babamın yüzünü ne kadar istesem de hatırlayamıyorum.O kadar mı atmışım İbrahimliği üzerimden…Eni konu Derviş Mutedil olmuşum ben !...
-Demek buradasın oğlum!...
Omzuna dokunan elin yumuşaklığında gizlenen gücü ile irkildi Mutedil ve hemen ayağa fırlayıp efendi hazretlerinin elini öptü…
Burada Beyrut yakınlarındaki Aley’de son hazırlıklarını yapıyordu Derviş Mutedil. Zira kısa bir süre sonra Diyar-ı Rum’a gidecek olan bir kervana katılmak üzere Halep’e düşecekti yolu…Uzaklardan Konya’dan kendisini çağıran sesi duymuş ve son kez köpüklerle vedalaşmaya gelmişti.Yaşadığı sürece bir daha asla denizi göremeyecek olmanın acısını hak yolunda atacağı adımların tutkusunda eritmeye çalışacaktı artık ne kadar mümkünse…
…………………
-Kararının doğruluğunu tartışmayacağım Antoine kardeş !...Biz istemesek de bu yolculuğu yapacağını biliyoruz artık. Fakat neden bir hacı kafilesi ya da rahipler grubuyla değil de bu ne olduğu belirsiz kervan ile yola çıkmakta kararlı olduğun anlayamadık doğrusu. Tekinsiz bir adamın önderliğinde hedefi belirsiz acayip insanların içinde ne yapacaksın sen kardeşim ?...
-Kardeşim dediğin gibi bir kafileyi beklersem beklide yıllarca gidemeyebilirim. Ben kararımı verdim mutlaka annemin doğduğu kente Smyrna ‘ya gidecek ve bana anlattığı her şeyi bizzat göreceğim.
-Antoine sen kendini tanrıya adamış bir adamsın…Dediğin her şeyi görüp yaptın diyelim ya sonra ?..
-Sonrasını düşünmedim belki de Smyrna’daki bir manastıra girerim kimbilir ya da dönerim geri…Ama annemin bana ölüm döşeğinde ettirdiği yemini gerçeğe dökmeden asla huzur bulamam kardeşim. O yasemin kokulu, billur sularında meleklerin dans ettiği büyülü şehri görmem gerek anla beni…
-Tanrının yolundan ayrılmayacağına inanıyorum kardeşim. Hayatın bütün aldatmacalarına karşılık ruhunun kime ait olduğunu asla unutma…Rab İsa seni korusun, gözetsin ve yolunu her daim aydınlatsın…
- AMİN
…………………………………
- Demek Hafız dedikleri yaman muhafız sensin !...
- Benim ya Ammar
- Otur da pazarlığı kuralım…Ne istersin ?...Ne kadar istersin ?...
- Vermeyi düşündüğünden fazlasını istemem Ammar…Sadece işime gücüme karışılmasın, yanıma yöreme fazla yaklaşılmasın isterim. Ben özgürlüğüme düşkün bir adamım yalnızlığı severim…
- Orası tamam sana karışan da olmaz bulaşan da…
- Bir şey daha var …
- Nedir?
- Dönüşüm yoktur.
- Nasıl yani ?
- Diyar-ı Rum son durağımdır Ammar…Muhafızını ona göre seç ben sadece götürürüm ve son menzil de de helalleşiriz…
- Gönül senin yollar da benim Hafız anlaştık.
……………………………………….
Kervan Cuma günü sabah namazından sonra Halep kapısından geçerek yola çıktı. Kervanbaşı Ammar haritasına durakları, eşkıya yataklarını, su kaynaklarını, hanları hamamları, sarayları medreseleri hatta camileri, tekkeleri tek tek işaretlemişti. Gün olur bir kum tanesi bile lazım olurdu adı yolcu olan beşere…Yola çıkanın kaderi artık bütünüyle bu yolu çizenin elindeydi…Ammar bazen de kervanın sonuna geçip ağır ağır süzülüşünü izleyip haz duyardı içten içe…Nazlı bir gelinin koca evine yarı heyecanlı, yarı isteksiz, yarı hevesli gidişi gibiydi kervanın da kumlardan kayışı…Koptuğu ağaca dönmek isteyen bir dal gibi ya da güneşin çizdiği yolda günden geceye akacak sessiz bir nehir gibi…
Başındaki örtüye dolan kumları silkeleyip yeniden yüzüne sardı ve hemen önünde gerilmiş bir yay gibi tetikte ilerleyen Hafız’a el etti…
-Hava güzel, toprağın ve atların kokusunu özlemişim ya Hafız…
-Bence sen bir iklimden diğerine deli deli akmayı özledin Ammar…Senin gibilere durmak oturmak yaramaz…Ya yollara vuracaksın başını ya da harp meydanların da bırakacaksın…Birincisi denk geldiği için şükret haline dostum…
-KISMET
Dedi Ammar…
KISMET
……………………..
-Antoine’nin büyüdüğünde Smyrna’yı görmesini çok isterim Guy…Hatta Smyrnalı bir kız ile evlense ne hoş olur !...Dünürlerimizi görmeye biz de sık sık giderdik.
-Oğlumuz için farklı planlarım olduğunu biliyorsun Marie…Katolik asillerden bir aileye damat olmasını tercih ediyorum. Gelinimiz soyumuza yakışır bir aileden olmalı ve torunlarımız Katolik inancına göre eğitim almalılar. Bir zamanlar neye inanırsan inan Marie şu anda sen de dini bütün bir Katolik kadınısın.
Evdoksia Maria ismiyle Ortodoks olarak vaftiz edilen ancak evliliği yüzünden madam Marie Lautrec ismi ile yaşamına devam eden genç kadın sessizce başını öne eğdi…”Yine de oğlum Smyrna’yı görecek” diye geçirdi içinden…
………………………..
Kervan Antakya ‘ya vardığında Ammar’ın iyi bildiği bir handa konakladılar. Hancı Yasef, Ammar ve Hafız çaylarını yudumlayıp nargilelerini fokurdatırken elini yüzünü yıkayıp yolculuk tozundan biraz olsun kurtulan Antoine avlunun gölgeli bir köşesinde yüzü iyice solmuş şam kumaşından yer minderini altına çekip oturdu. Han hizmetçilerinden birinin eline verdiği soğuk su dolu bakracı dizinin dibine koyup gözlerini kapattı…”Ne kadar da yalnızım şu kainatta” diye düşündü…Hiçbir şeye sahip değildi, bir bakracı bile yoktu ne tuhaf…En acısı da hayatına şenlik verecek kimsesinin olmamasıydı...Gözleri denizin rengini kapmış, saçları kıvrımlarıyla hayatı delicesine yakalamış olan annesi de gitmişti, ideallerinin ateşiyle önüne geleni kırıp geçen babası da…Kardeşi hiç olmamıştı.
Antoine Lautrec’in tüm hayatı tanrıya adanmıştı ve bu adanmışlığın yalnızlığı ile sarmalanmıştı…Annesini daha ufacıkken, babasını ise rahip olmaya karar verdiği gün kaybetmişti. Gözlerinin baskısını artırdı, sıkabildiği kadar sıktı…Smyrna’ya kadar görmek istediği hiçbir şey yoktu…
……………………………………..
Aynı dakikalarda abdestini alıp namazını kılmış olan derviş Mutedil belki de tamamen tesadüfen rahip Antoine’nin hemen yakınındaki diğer Şam işi mindere çökmüş, bakracındaki şerbeti yudumluyordu.
Hayatta bazı tesadüfler vardır ki tam da olmaları gereken zamanda başımıza gelirler…Sanki evrende mistik bir zincir var ve bu işleyiş tam da her şeyden vazgeçip pes ettiğimiz anda bizi halkasına dahil edip yepyeni bir heyecanla yeniden dansa katılmamızı sağlıyor…Halka halkaya nasıl sıkıca bağlanırsa ve nasıl kendi gücünü yanındaki halkaya aktarırsa, insan da bazen öyle bağlanıyor insana ve ruhsal bir akışın içine çekebiliyor boşlukta acıyla salınıp duran diğer ruhu…
Derviş Mutedil işte tam da o anda şerbet dolu bakracı döküverdi vazgeçişlerin şafağındaki Antoine’nin kara cübbesine…
…………………..
Yaşam kalbini okuyacak
bir şarkıcı bulamazsa,
aklını konusacak
bir filozof yaratır.
Halil Cibran(Düşünceler)
-Yani diyorsunuz ki insan yok olmuyor, sadece biçim değiştiriyor…Başka bir aleme akıyor ve orada yine kendi olmaya devam ediyor…
-Evet çünkü aslolan ruhtur ve ruh bütün alemlerde ve bütün bedenlerde soluklanmaya devam edebilir ve yine “kendi” olabilir.
-İlginç bir inancınız var Mutedil !...
Mutedil elinde şerbet bakracı ile hanın gölgeliğinde papaz Antoine’nin yanındaki mindere bağdaş kurmuştu…Birinin kara, diğerinin yeşil hareli cübbesi, Mutedil’in elinde dönüp duran akik tespih ile Antoine’nin belinden özensizce sarkan tespihi hem yakın hem uzak ama kesinlikle gerçeküstü bir manzara sunuyordu izleyenlere.
-Hindularınki gibi bir ruh göçü sanırım…
-Hayır Anton kardeş biz geriye gidişi kabul etmeyiz…İnsan olarak doğma mertebesine ulaşan bir can asla insandan geri bir varlığa dönüşmez…Giderek daha ululanır, yücelir, yükselir ve sonunda insan-ı kamil dediğimiz seçkin bir ruha dönüşür.
-Ya sonra peki Mutedil kardeş ?...Sonra ?
-Bizi yaratan o büyük gücün bir parçası olmayı hak ederiz…Yaşamlarımızın ardı ardına bambaşka bedenlerde devamlanıp sona ermesi hep bu yüzdendir…
-Yani biz…
-Doğmak için ölürüz…
……………………..
Şu Antakya’nın hamamlarını pek severim dostum Hafız ne dersin ?...Hamam işini pek sevmem Ammar ama sen öyle diyorsan öyledir.
Uzun ve eziyetli yolculukları bir zevk alevlenmesine dönüştürmeyi pek seven Ammar nargilesini fokurdatıp aniden Hafız’ın kolunu yakaladı…
-Bir masal anlat da şu uzun sıcak günde gönlümüz şenlensin ya Hafız !...
-Masal bilmem dostum bağışla…
-Tüh yok mudur efendiler aranızda masal bilen ?...
Bazı başlar imalı bir şekilde yaşlı tüccar Ebu Hakim’e döndü…Kervana Şam’dan gelip katılan Ebu Hakim dillendirdiği şiirler, masallar ve efsanelerle nam salmıştı Şam çarşısında…Gelmişten geçmişten bilmediği yoktu sağ olsun…Zamanının Homerosu muydu bilmeyiz ama günümüzde yaşasa bestseller yazarı olması işten bile değildi…
Ve böylece başladı Antakya’nın han avlusunda masalına ve kervan Tarsus yolunda ilerlerken de devam etti bahtsız ve güzel kraliçe Stratonike’yi anlatmaya…
…………………….
Ve siz ey ozanlar
Bu hayatın hayatları:
Fethettiğiniz yılları
İnsanların zalimliğine karşın
Ve bir defne dalı kazandınız
Aldatmanız dikenlerinden
Siz, gönüllerin üstünde bağımsızsınız
Ve sonsuz olacak sizin krallığınız
Halil Cibran
Bir zamanlar Suriye’de Selefki adında bir krallık ve krallıkla aynı adı taşıyan birde kral vardı…Orta yaşı çoktan gerilerde bırakmış olan kral bir gün yeniden evlenmek, geri kalan günlerini şenlendirecek bir hayat arkadaşı bulmak istedi. Çok genç ve çok güzel olan prenses Stratonike kralın danışma kurulu tarafından bu evlilik için uygun bulundu. Hem soylu bir aileden geliyordu hem de krallarına yakışacak eşsiz bir güzelliğe sahipti. Öyle ki düğün töreni için saraya geldiğinde herkes kasvetli salonları ilahi bir ışığın aydınlattığını düşündü…Altından daha parlak saçları gür bir şelale gibi beline iniyor, denizleri kıskandıracak kadar mavi gözleri ve şeftali rengi teni ile bir peri prensesi gibiydi…Yaşlı kral mutluluktan ve gururdan ölebilirdi…Tek bir oğlu vardı ve şimdi bir sürü oğul ve kız çocuk dileyecek kadar umut kazanmıştı.
Görkemli düğün töreninde kuşun sütü bile eksik değilken tüm gözler genç prens Antiokhos’u aradı…Ancak prens ülkesi ve soylu babası için orduların başında at koşturmaktaydı ve çok da önemli bulmadığı bir evlilik töreni için yolunu değiştirmeyi gerekli bulmadı. Üvey annesini nasılsa görür ve kral babası için bol çocuk dileğinde bulunurdu…Krallar her zaman evlenirler, kadın alırlar ya da kölelerle düşüp kalkarlardı…Bunda bir tuhaflık yoktu…Düzen böyleydi.
Düğünden sonra genç kraliçenin çok sessiz, çok durgun ve kendi halinde bir kadın olduğu anlaşıldı. Altın saçlarının parlaklığında soluk kalan altın bir taç süslüyordu şimdi başını ve mücevherleri ile göz kamaştırıyordu…Kral karısına hayran genç bir aşık gibiydi…Haftalarca karısının büyüsünde ülkenin derdini tasasını, sürekli aklaşıp dökülen saçlarını, buruşan yüzünü bile unuttu…
Hayat kendi deviniminde akıp giderken ve kraliçe evliliğinin 6. Ayında hala bir çocuk beklemezken genç prens Antiokhos ayağının tozu ile çıkıp geliverdi bir gün ve soluğu sevgili kral babasının yanında aldı…Evliliğinden ötürü babasını kutlarken ve dizlerinin üzerinde çökerek saygısını sunarken aniden odaya dolan yoğun bir ışık yüzünden gözlerini kırpıştırdı ve onu, gençliğini güzelliği ile muhteşem bir şekilde taçlandırmış olan kraliçeyi gördü.
…………………..
-Gün ile gece arasında süren bitmez tükenmez bir yolculuktur yaşamak…Doğum ve ölüm arasında sürüklenmekten ancak ilahi yetkinliğe ulaştığımızda kurtulabiliriz…Bunu elde etmenin tek bir yolu vardır o da yaşamın her girintisine korkusuzca dalmak ve üzerimize çöken karanlıkta bile sabah güneşi altındaymışçasına yolumuzu bulabilmek…
-Ama ilahi yetkinliğe ulaşmak için tek yol kendini tanrıya adamak ve onun yolunda gerekirse hayatından vazgeçebilmektir değil mi Mutedil ?...Sizin de bizim de inancımızın özü bu değil midir ?...
-Anton kardeş benim şeyhim hayattan kaçmayı değil tam da içine atlamayı öğretti…Ruh ve bedenin deviniminden korkmamayı, nefsini yok etmeyi değil anlayıp, tanıyıp kontrol altında tutabilmeyi öğretti…
Antoine sustu…İçindeki bir kıpırtıydı onu susturan…Görünmez bir el gelip saçlarına dokundu hafifçe ve kulağına tek bir şey fısıldadı…Smyrna…
………………….
Aşkı konuşmak için dudaklarımı kutsanmış ateşle temizledim, ama hiçbir sözcük bulamadım.
Halil Cibran
Gece gökyüzünü kaplayan milyonlarca yıldız altında ilerlediler…Kah sessizliğin ellerine bıraktılar ruhlarını, kah coşkuyla türküler söylediler…Kervan alışılmış ritminde ilerlerken Ammar giderek gençleştiğini, Hafız güçlendiğini, Mutedil dilinin kilidinin çözüldüğünü ve Antoine ise kabuk değiştirmeye başladığını hissediyordu…Sanki patlamaya hazır bir tohumdu ve Mutedil’in usta bahçıvanlığı ile neredeyse üzerini bir zar gibi saran hüznünden sıyrılıp gökyüzünün sonsuzluğuna doğru uzanıverecekti…
Öte yandan kervandaki pek çok kişi Ebu Hakim’in yarım bıraktığı masalın sonunu merak etmekteydi…Genç prens ve güzel kraliçe arasında gelişecek bir aşkın kokusunu almışçasına yorumlarda bulunuyorlardı…Sonunda Toroslarda ki bir konak yerinde yakasına yapışıverdiler…
- Söyle Hekimbaşı dedi kral !...Gözümün nuru biricik evladım neden sararıp solmakta ?...Hastalığının çaresi nedir ?...Kurbanlar mı adayım?, sadakalar mı dağıtayım ?, tapınaklara hediyeler mi sunayım ?...Evladım iyi olmadıkça saltanatın ne önemi var…Vah evladım vah diyerek dövündü.
- Kralım genç prensimiz yaşıtı pek çok gençte rastlanabilecek türde bir hastalığın pençesindedir. Kimi delikanlı kısa sürede iyileşir, kimisi ise hayat boyu pençesinde kalır…Ölenler de olmuştur ama yaşayanları da pek çoktur.
- Nedir söyle Hekimbaşı nedir bu gizemli hastalık ?
- Pek de gizemli sayılmaz kralım, vaktiyle sizin de başınıza gelmiştir ama atlatmışsınızdır bir şekilde…Aşk hastalığı derler buna…
- Oğlum aşk acısı mı çekiyor ?...Söylesene be adam hemen kimse bulalım o kızı !...Selefkinin veliahdına eş olmak için herkes ölüp biter.
- Kralım öyle zor ki söylemek…Ama susmak da zor. Prensimizin hayatı için onun adına size yalvarıyorum ki hoşgörün.
- Ne demek zor ?
- Zor kralım zor…Başım size feda olsun ki prensimiz kraliçemize aşıktır.
…………………………………………………
-Dervişin aşkı imkansız bir aşk gibidir Anton kardeş…Kimi bu yolda ömrünü harcar da ulaşamaz, kimi bir gece yatar sabaha kalktığında içi nurla dolmuştur, kimi de sırtında odun taşır yıllarca ve bir gün aniden aydınlanıverir…Allah yolunda yürüyecek olanlara farklı farklı yönler gösterir…Her ruhun ekmeği ayrıdır kardeş…
-Bizde yol tektir Mutedil, o da bellidir…Ruhunu adarsın ve dünya malına sırtını dönersin. Evin onun evi, yolun onun yolu olur.
-Ama sen yine de kendi yolunda yürümeyi seçtin değil mi ?
-Bu benim yolum mu bilmiyorum Mutedil …Ama Smyrna’da doğu büyüyen ve bir aşk uğruna binlerce km ötelere gelin gelen, kalbinde vatan hasretiyle ölüp giden bir kadının hayali yüzünden günlerce gecelerce uyuyamadım. Bana sürekli “Antoine Smyrna’ya gitmelisin…Kaderin rüzgarın ve perilerin kentinde…” diyordu. Başka çarem kalmadı.
-Farkımız yok kardeşim beni de ışıktan bir güvercin çağırdı…”Ey Mutedil Konya’da ki evinde nicedir bekleniyorsun…Gel artık” Bizde kardeşim Derviş bir çağrı aldı mı artık yolu çizilmiştir…Dinimiz ayrı da olsa geldiği yer birdir…İkimiz de derviş hırkasına bürünmüşüz ve birbirimizden alacağımız vardı ki Ammar’ın kervanında buluştuk…
Mutedil elini Antonie’nin omzuna koydu, Antoine Mutedil’in elinden yayılan sıcaklığın bedenini sarmasına izin verdi…Ayrılık bu dünyaya ait bir şey…Biz BİR de buluştuk diye düşündü.
……………………………………………………………….
Kervan Diyar-ı Rum ‘un dağlarından aşarak ilerlerken Ammar yeşilin ve mavinin coşkusundan başının dönmekte olduğunu düşünüyordu zaman zaman…Aleppo’yu da severdi…Sarı sıcak yaz akşamlarını, baharat kokan çarşısını, tavla sohbetlerini özlemişti vesselam…Ancak bu ülkede insanı ince bir tül gibi saran bir tutku vardı…Gökleri delen çamların, sedirlerin gölgesine, eski halktan kalan yıkık kentlerin ıssızlığına ya da insanlarının yüzlerine sinmiş bir aşk, bir coşku, adlandıramadığı bir şey…Periler ülkesi gibi diye kendi kendine söylendi ve gülümsedi. İnsan bir kez suyundan içmeye görsün artık bir tarafı buralı oluyor. Kim söylemişti bunu ah tabii Adalyalı dostu Joseph…Elbet Adalya’ya vardıklarında uğrar hatırını sorar, udundan yayılan o mucizevi nameleri dinlerdi…
Belki aynı saatlerde Joseph Adalya kilisesinde evleniyordu…En iyi dostunun kızı Katerina ile…Joseph 50 li yaşlarda, Katerina ise daha 20 bile değildi.
……………………………………………………………………….
“ Bir yanda oğlum, öte yanda sevgili karım…Endazeye vursam hangisi ağır basar ?...Ama bir kadın nedir ki ?...Bir oğlun değerinden daha mı değerlidir ?...İstesem yüzlerce kadın emrimde , ama sadece bir tek oğlum, bir tek varisim var. İyi olsun diye dünyayı fedaya hazırken, değersiz bir kadını mı esirgeyeceğim ondan…”
Düğün öncekinin aksine sessizce, gizlice yapılıverdi…Güzel kraliçe genç prensin kollarında eski kral kocasının önünde diz çöktü ve onayını aldı…Prens yüzünde belli belirsiz bir kızarıklık ile babasının eteğini öptü ve emirlerini bekledi.
“-Bu evlilik benim de rızamla olmuştur, şüphe yok…Gelinim ve oğlumdan bolca çocuk bekliyorum sadece…Ancak siz ikiniz Batıya İonların ve Karyalıların ülkesine gidecek, yeni fetihler yapacak, kentler kuracaksınız…Günü gelince oğlum bu tahta çıkmak için geri geleceksin !...O güne kadar yolun açık olsun. “
Böylece prens ve prensesin uzun yolculuğu başladı. Genç ve güzel karısına duyduğu aşktan olsa gerek prens Karların ülkesinde kurduğu kente onun adını verdi “Stratonikeia”…Aşka ve bir kraliçenin güzelliğine adanan kent…
Alkışlar ve kutlamalarla masalını noktalayan Ebu Hakim sırtını mindere dayayıp şerbetinden bir yudum aldı.
-Bu masalda bir terslik var..
-Terslik mi dedin Hafız sen misin ?...
-Evet ey Ebu Hakim…Bir kral genç bir kadınla evleniyor ama kadına istiyor musun diye soran yok…Sonra onu boşayıp oğluna veriyor tıpkı bir hediye gibi, cansız bir eşya gibi…Yine soran yok…Stratonike öyküde hiç konuşmadı. Hep sessiz ve ruhsuz bir güzellik abidesi gibi dolandı durdu…Bu evlilikleri istedi mi ?, prense aşık oldu mu bilen yok.
-Olmuştur herhal dedi dinleyicilerden birisi…Yaşlı kraldan daha iyi bir kocası oldu.
-Kadınların mutluluğu bu kadar basit mi diye sordu Hafız
-Bir kadın iyi ve aşık bir kocadan başka ne ister ? diye sordu bir başkası…
-Ben bilmiyorum doğrusu dedi Hafız…Bilmiyorum çünkü kraliçe hiç konuşmadı…Masallarda bile sadece erkeklerin sesini duyarken nereden biliyorsunuz bir kadının ne istediğini ?...
…………………………………………………
-Mutlu olmalısın Katerina en iyi dostuma veriyorum seni. Zengin ve asil bir ailenin gelini olacaksın.
-Mutlu olmalıyım diye düşündü genç kadın göz yaşları sessizce akıp giderken…
…………………………………………………….
-Dostum Ammar
-Dostum Joseph
Adalya yeşilin mavi ile gerdeğe girdiği, yaseminler ve zakkumlarla süslü büyüleyici bir kentti…Kervan yolcularının bir kısmını burada bırakırken Ammar joseph’in evinin serin avlusunda oturmuş zengin ikramlardan tadıyordu. Aniden avluya arkasında ud taşıyan bir hizmetçi ile Katerina girdi…Kuzgun siyahı saçlarına attığı ince örtüyü altın bir taç ile tutturmuş, zengin işli mavi elbisesi ile eski zamanların bir tanrıçası gibi görkemliydi…
-Karım Katerina diye tanıttı Joseph
Kadın hafif bir baş işaretiyle selam verip kapıya yöneldiğinde avlunun bir köşesinde oturan Hafız gözlerindeki kopkoyu karanlığı görüp ürperdi…Katerina’nın yüzünde iki kara göz değil iki kara kuyu vardı sanki…
……………………………………….
Ve kervan yoluna devam etti…Hayatın kendi ritmindeki akışı gibi, olaylı veya olaysız, bazen de sıkıcı usandırıcı bir devinimdi bu…Mutedil Konya’da güvercinin yuvasına kavuştu…Sultanların sultanı Mevlana’nın ellerini öpüp, çile odasına kapandı…
Hafız menzilinin Adalya olduğuna karar verip kervandan ayrıldı ve gerçek aşkı bulduğunda kendi gönlünün rızası ile kadın elbiselerini giydi, zira bir kadındı o zaten doğduğunda Zennube idi adı…Her zaman sözü dinlenen, güçlü ve kararlı bir kadın olmanın tek yolunun erkek olmaktan geçtiği amansız bir çağda doğmuştu çünkü…
Katerina kervanın Aleppo’ya vardığı günlerde Adalya kalesinden atladı …Bir sevdiğimi vardı bilinmez…Joseph çok yas tuttuysa da bu kez daha yaşlı bir kadınla evlendi ve huzura da kavuştu…Kadının istekleri ne kadar azsa erkek de o kadar rahat eder diyordu ya Ebu Hakim …Haklı galiba diye düşündü Ammar.
Antoine Smyrna’da imbatın serinliğini yüzünde hissettiği o ilk andan sonra bir daha manastıra dönmedi…Tek bir yol olmadığını hissediyordu içinde…Rahiplerin çizdiği yoldan başka seçeneği de vardı biliyordu bunu…Tanrıya ulaşmak için bambaşka bir yoldan gidecekti belki de…Smyrna da kaldı ve…..
Gerisini anlatmayacağım sayın okuyucu çünkü bu da bir Smyrna masalı olarak dile getirildi Ebu Hakim tarafından kervanda…Belki günden geceye akan başka bir yolculukta duyarsınız kimbilir…
YORUMLAR
Kelimeler ve cümleler bir başına anlamlı ve güzel. Ama çok kopuk ve düzensiz kusura bakmayın tarif ettiğim için. Sizin zihninizden süzülsün cümleler bir de öyle deneyin.
Mesela İzmir'i anlatan anımsatan çiçek selluka çiçeği en çok, ve tarihi anlatılarda rastlanır.
Başarılar...
nevmizan tarafından 14.8.2023 21:03:52 zamanında düzenlenmiştir.