- 754 Okunma
- 12 Yorum
- 8 Beğeni
Alice Harikalar Diyarında.. mı?
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
küçük, büyük hepimizin bir harikalar diyarı özlemi vardır. hayaller, rüyalar ve masallar bunu yaşamanın en kolay yolu.
eserin türü olan masalların asıl amacı okuyucuya ya da dinleyene bambaşka kapılar açarak, bambaşka mesajlar vermektir. ve genellikle masallar uykunun hemen öncesinde anlatılır, çünkü bilinç altımız uyku esnasında gelişir.
kitap yer yer politik olarak viktoria dönemine göndermeler yapıyor. cinsel içerikli ve uyuşturucuyla ilgili ögeler barındırıyor şeklinde fikirlere sahip. elbette bunlar her okurun gözünden farklılık gösterebilecek olgular.
öncelikle tavşan deliğinden düşerek dünyaya ilham veren kızın arkasındaki gerçek alice’in hikâyesi ile başlamak gerekecektir zannımca.
alice, lewis carroll’un harikalar diyarında “dünyada ben kimim?” sorusuna kafa yormaktadır.
lewis carroll: harikalar diyarının harika yazarı
gerçek adıyla charles lutwidge dodgson 1832 yılında ingiltere’de doğmuştur. matematikçi, fotoğrafçı, yazar ve mantıkçıdır. carroll, başlangıçta kendi alanında eserler yazmış, daha sonra edebi alanda ürünler vermeye başlamıştır. ancak yazdığı edebi eserlerde kendi adını kullanmak istemediği için bir takma ad kullanmayı tercih etmiştir. sembolik mantık üzerine yazdığı birçok eseri olsa da daha çok “alice harikalar diyarında” adlı eseriyle ün kazanmıştır.
lewis carroll, 1898 yılında ise memleketi olan ingiltere’de zatürreden vefat etmiştir.
bir genç kız ; çay partisi veren çılgın şapkacı, sürekli geciken beyaz tavşan veya deli gibi sırıtan cheshire kedisi gibi tuhaf karakterlere açılan tavşan deliğine daha yuvarlanmamışken; on yaşında, siyah saçlı alice liddell adındaki kız ikonik hikayeye ilham kaynağı olmuştur.
ingiltere’de 4 mayıs 1852 doğumlu alice liddell, henry ve lorina liddell’in on çocuğundan dördüncüsüydü. alice’in babası, oxford üniversitesi’nde fakülte dekanıdır, yazarın matematik hocası olarak çalıştığı aynı fakültede bu sayede tanışmışlardır.ve tabi zaman içinde alice ile de .carroll’un günlüğünde belirttiği gibi, genç alice ile ilk tanıştığı gün 25 nisan 1856’ydı.
aynı zamanda çok hevesli bir fotoğrafçı da olan yazar, alice ‘in babası henry liddell tarafından, ailesinin (özellikle alice’in) fotoğraflarını çekmesi için davet edilince ,aile ile yakın bir bağ kurdu.
4 temmuz 1862’de, carroll ve o zamanlar 10 yaşındaki arkadaşı alice, kız kardeşleri lorina ve edith ile birlikte oxford’dan yakındaki godstow kasabasına, nehir kıyısında çay partisi vermek için tekne turu yapmışlardı. işte bugünlerin ünlü hikayesi o gün doğdu. gezi sırasında carroll, alice adında genç bir kız ile ilgili fantastik bir hikaye oluşturarak kızları eğlendirdi. gerçek alice, bu masaldan öylesine büyülendi ki, onu tekrar tekrar okuyabilmek adına hikayeyi yazması için yalvardı.
ancak, yazarın ;alice ve diğer liddell çocuklarıyla neredeyse her gün yaptığı bu toplantılar, bir sonraki yaz, gizemli bir şekilde sona erdi.bunun nedenini yazarımız günlüğünde açıklanmış olmasına ragmen 1898’deki ölümünün ardından cevabın yazılı olduğu sayfalar ortadan kayboldu ve böylece bu çay partisi toplantılarının gizemi o günden bugüne hala varlığını sürdürmektedir.
alice büyüdüğünde kralice victoria’nın en genç oğlu, prens leopold ile tanıştı. bir başka peri masalının temeli olabilecek bu hikâyede, çift âşık oldu, ama kraliçe oğlunun kraliyet soyundan bir kadınla evlenmesinde ısrar etti, böylece çifti yolları ayrı düştü. 28 yaşındayken, alice zengin bir kriket oyuncusu ile evlendi. prens de alice’in düğününden sonra bir alman prensesiyle evlendi.
prens leopold doğan kızına alice’in ismini verdi. karşılığında, alice ikinci oğluna leopold adını verdi ve prens’ten oğlunun vaftiz babası olmasını istedi. iki oğullarını 2. dünya savaşı’nda kaybetmenin şokuyla babaları reginald 1926’da öldü. alice yüksek toplumda faal olarak kalmaya devam etti.
alice 82 yaşında öldü ama mirası yaşamaya devam etti.
lewis carroll’un bu fantastik hikayede ne tür mesajlar vermek istediği çokça yazılmış ve tartışılmıştır. o makalelerden bir tanesi şöyle ;
" lewis carroll’un sihirli kekler, gizli kapılar, sırıtan kediler, şakıyan kaplumbağalarla ilgili fantastik hikayesi ilk yayımlandığı günden beri hiç raflardan inmedi. 150 yıl boyunca filmlere, resimlere, balelere, hatta bilgisayar oyunlarına konu oldu.öyle ki bir nöroloji hastalığı bile onun adıyla anılıyor. fakat bu başucu kitabı hakkında yazılanlar çok daha fazlaydı kimi eleştirmenler ve akademisyenler bu hikayenin aslında uyuşturucu kültürüne ya da ingiliz sömürgeciliğine dair bir alegori olduğunu söylüyor.
alice, oxford üniversitesi’ndeki bir fakülte dekanının kızı, gerçek adıyla dodgson ise aynı fakültede matematik öğretmeniydi. arkadaşlık ettiği küçük kız sadece alice de değildi. 21. yüzyıldan baktığımızda burada rahatsız edici bir şeyler hissediyoruz.dodgson’un ilişkilerinde uygunsuz bir şey olduğuna dair herhangi bir veri olmasa da yetişkin bir insanın küçük çocukları yanında gezdirip kucağına oturtarak fotoğraf çektirmesinde bu rahatsızlık hissine kapılıp şüphelenmemek elde değil.
kraliçe victoria dönemine özgü iffet anlayışının zayıflaması ve psikanaliz teorisinin doğuşu ile “ alice harikalar diyarında” hikayesi giderek masumiyetini yitirmişti. metni yeniden inceleyen eleştirmenler tavşan deliğinden tutun da alice’in kenara itmesi gereken perdeye kadar kadın ve doğumla ilgili birçok betimleme bulmuştu hikayede. anahtar ve kilit cinsel ilişkiyi, tırtıl ise az da olsa erkeğin cinsel organını çağrıştırmıyor muydu? bazıları da alice’in boynunun uzamasında erkek cinsel organıyla çağrışım olarak görmüştür.daha ince ve ayrıntılı okumalarda alice’in yolculukları cinsellikten ziyade bir çocuğun ergenliğe adım atması olarak da görülebilir.
bazen tırtılların sihirli mantar üzerinde nargile içmesi de farklı okunabilir.1960’larda uyuşturucu kullanımı yaygınlaştığında, alice’in maceraları büyük bir yolculuk şeklinde okunuyordu.dodgson’un en sevdiği yazarlardan biri, confessions of an english opium eater (afyon yiyen adamın itirafları) adlı kitabın yazarı thomas de quincey idi. fakat dodgson’un gerçek uyuşturucular denediğine dair somut bir veri bulunmuyor.
bazı eleştirmenler de alice’i siyasi bir alegori olarak görüyor.kahramanımız beyaz tavşan’ın arkasından zıplayıp giderek ;çabuk sinirlenen bir kraliçenin yönettiği, kaotik bir yargı sistemi olan ,tuhaf bir aleme düşüyor. burasının kraliçe victoria’nın yönettiği ingiltere’yi çağrıştırmak üzere tarif edildiğini söyleyenler var.
peki bu garip ülkede alice nasıl davranır? yerlilerin davranışı karşısında şaşkındır ve kendi değer yargılarını dayatır, bunun sonuçları da ağır olur. bazıları bunları sömürgeciliğe dair alegori olarak görür.ayrıca alice’in hikayede söylediği bazı tekerlemelerden yola çıkarak isa’ya ve dine gönderme yapıldığını iddia edenler de var.
çağa göre yorumu;
geçmişten bugüne farklı kuşakların alice’in maceralarını anlatan hikayenin ‘gerçek’ anlamına dair farklı yorumlarla geliştirdikleri teorileri incelerken, bir metnin toplumsal değer yargılarına göre nasıl köklü bir biçimde farklı anlaşılabildiğini görüyoruz.
her çağda ele alınmış olması bu hikayenin ne kadar etkili olduğunun da bir göstergesi aynı zamanda. alice’de yeme bozukluklarını, cebir sembollerini, gül savaşları hicvini görenleri öğrendikçe biz de alice kadar şaşkına dönüyoruz.
charles dodgson gündüzleri fakültede matematik dersleri veriyordu. bu nedenle hikayedeki aritmetik ve geometrik çağrışımların şaşırtıcı olmaması gerekir.alice’in çılgın şapkacı’nın bilmecelerini ve kraliçe’nin kriket oyununu çözmeye çalışması gibi çabalarını siz de denediğinizde bunların herhangi bir maksadının ya da cevabının olmadığını görürsünüz.
dodgson mantık insanı olsa da harikalar diyarı mantıksızlığın hüküm sürdüğü yerdir. belki de onun bu yaratıcı kitabının içerdiği asıl mesaj buradadır: dünya, beklentilerin karşılanmadığı çılgın bir yerdir; her şeyde bir anlam aramak yerine kendini doğal akışa bırakmak daha doğru olabilir.
eser, bir göl kenarında başlamaktadır. alice, gölün kenarında ablası ile otururken bir yandan saatine bakıp bir yandan koşturan bir tavşan görür ve onu takip edip tavşan deliğinden atlayıverir.
1. bölüm
tavşan deliğinden aşağı
alice’in düşüşü sırasında bir kavanozu alması ve onu tekrar bir rafa geri koymasının imkansızlığını elbette ki biliyoruz. ancak burada yazar einstein’ın görelilik kuramının bazı yönlerini açıkladığı, hayali düşen bir asansörü kullanarak, düşünce deneylerini öngörüyor.
meraklı alice bir tavşanın peşinden giderek harikalar diyarına ilk adımı atmış oluyor böylece. ilginçlikler de ardı ardına devam ediyor.bir sürü kapı ve masanın üzerinde bir küçük anahtar olan bir odada buluyor kendini.
*gizemli kapıları açan anahtar viktoria devrindeki masalların ortak konusuydu.
*ayrıca altın anahtar masalındaki cennetin sihirli anahtarı arasında da bir bağlantı olduğu fikri vardır.
alice elindeki anahtarla tek tek bütün kapıları açmayı deniyor fakat anahtar hiçbir kapıyı açmıyor. küçük kapıyı farkediyor sonra orada deniyor anahtarı ve kapı açılıyor. diz çöküp baktığında o zamana kadar gördüğü en güzel bahçe olduğunu görüyor. oraya gitmek için can atıyor fakat kapıdan geçebilmesi imkansız. keşke katlanıp açılabilen bir dürbün gibi olabilseydim diye düşünürken masanın üzerinde "beni iç" yazan şişeye rastlıyor. biraz düşünüp, zehirli olup olmadığı hakkında üzerinde bir etiket var mı diye kontrol ettikten sonra ( burada yine de alice’in temkinli davrandığını görüyoruz. ) şişeyi başına dikip içiyor.ve bu sayede alice kısalmaya başlıyor.
* bu boyut değiştirme masal boyunca bir çok yerde karşılaşacağımız durumlardan ilki. buradaki mesajın carroll’ın aşık olduğu ama evlenemediği küçük alice ile büyük alice arasındaki farkı bilinçsizce sembolize ettiği yönündedir.
alice kısalınca rahatça kapıdan geçeceğini düşünürken bir de bakıyor ki anahtarı masanın üzerinde unutmuş. olduğu haliyle o anahtarı masanın üzerinden alması imkansız. böylece küçüğümüz çaresizlik içinde ağlamaya başlıyor. etrafta kimse olmadığı için kendi kendi ile konuşmaya hatta kavga etmeye başlıyor, bunu ben de sık sık yaparım. hiç bitmeyecek bir kavga...
2. bölüm
gözyaşı gölcüğü
sonra masanın altında bir kutu buluyor üzerinde “beni ye” diye yazan bir kek kutusu. bu kez hiç düşünmeden keki yiyor. olasılıkları değerlendiriyor,büyürse anahtarı masanın üzerinden alabilir, daha da küçülürse kapının altından sürünerek geçebilir. kekten bir parça yediğinde boyu uzamaya başlıyor, öyle çok uzuyor ki ayaklarına baktığında neredeyse kaybolmak üzere olduğunu farkediyor. ve tekrar kapıya uzandığında tek yapabildiği tek gözüyle güzelim bahçeyi izleyebilmek oluyor. çaresiz tekrar ağlamaya başlıyor. öyle çok ağlıyor ki etraf su doluyor. bir ses duyuyor sonra bir anda beyaz tavşan yeniden beliriyor, kendi kendine telaşlı söyleniyor hala.
* carrol bir makalesinde beyaz tavşanın alice’in zıt bir karakteri olarak düşünüldüğünü yazmıştır.
alice’in gençlik, cesaret, enerji ve doğrudan hızlıca amaca ulaşma özelliklerine karşın tavşanın yaşlı, ürkek, zayıf ve gergin bir biçimde kararsız özelliklerini ortaya koyduğundan bahsediyor. burada carroll tavşan ile belki de bir bakıma kendini tasvir ediyor.
alice sonunda o kadar çok ağıyor ki, kendi gözyaşlarından bir göl oluşturuyor. böylece tavşan deliğinden gelen her hayvan bu gölün içine düşüyor. alice her ne kadar onlarla anlaşmayı denese de bu konuda başarılı olamıyor ama sonunda o küçük kapıdan geçmeyi başarıyor. ve işte alice, şimdi o rengarenk bahçenin içindedir.
3. bölüm
kurultay yarışı ve bir yılan hikayesi
bütün hayvanlarla hep birlikte dışarıya çıktıklarında ıslak olmalarından şikayet ederler ve kurulanmak için çözüm önerilerinde bulunurlar.dodo kuşu kurultay yarışı önerisinde bulunur.
* kurultay yarışı ile politik olayları sembolize etmesi amaçlanıyor.
farenin hikayesi
farenin hikayesinin olduğu bölüm tıpkı bir fare kuyruğuna benzetilerek sembolik şiir akımına örnek teşkil etmektedir.
4. bölüm
tavşan taarruza geçiyor
4. bölümde yine sahneye meşhur beyaz tavşanımız çıkıyor. korku ve panikle yine kendi kendine söylenirken bir anda alice’i farkediyor ve “mary ann çabuk benim yelpazemi ve eldivenlerimi getir diyerek emirler veriyor.
* bu kısımdaki marry ann tabirinin hizmetçi kızlar için kullanılırdı..
şimdilerde de moda olan robot süpürgelere isim verme akımı gibi bir şey belki de bu da.
alice emirler üzerine şaşkınlıkla tavşanın isteğini yerine getirmek üzere tavşanın evine giriyor. etrafa bakınırken eldiven ve yelpazeleri görüyor ama aynı anda yine masanın üzerinde duran ve içinde bir sıvı olan bir şişeyi fark ediyor. fakat bunun üzerinde ”beni iç” yazmıyor. ancak alice yine merakına yenik düşüyor ve şişedeki sıvıyı içiyor.artık bu tarz şeylerde bir değişim yaşayacağından son derece emin olduğu için beklemeye başlıyor ve beklediği gibi hızla büyümeye başlıyor yeniden. ve tavşanın küçük evine sığamaz hale geliyor. bir kolunu pencereden sarkıtıyor, diğer kolunu bacadan çıkarıyor. bu arada alice evdeki yaşamı ile harikalar diyarı’ndaki yaşamını ve küçük halleri ile şimdi olduğu gibi büyük hallerini kıyaslamaya başlıyor.
* bu kıyas carrol’ın çocuk arkadaşlarının büyümesiyle ilgili duyguları düşünüldüğünde daha anlamlı olur.mektuplarında bununla ilgili bir ifade yer almaktadır."bazı çocuklar nahoş biçimde büyüyorlar. umarım bir dahaki buluşmaya kadar bu tür bir şey yapmazsın."
tavşan yardım etmesi için kertenkele bill’i çağırır. çeşitli denemelerden sonra eve çakıl taşı fırlatmaya başlarlar. alice bunların birer kek olduğunu görür ve bir tanesi yiyerek küçülmeyi umar. ve yine olaylar beklediği gibi gelişir ve alice küçülmeye başlar.hemen oradan hızlıca kaçıp ormanın derinliklerine doğru koşar.yeniden büyümenin yollarını ararken bir havlama sesi duyar. bir köpek yavrusu ile karşılaşır. köpek onunla oynamak ister ancak alice’in boyutları çok küçük olduğundan bu tehlikelidir.alice oradan da kaçmanın doğru olacağını düşünerek hızla uzaklaşır…
* burada köpek yavrusun gerçek dünyadan alice’in rüyasına yanlışlıkla düştüğünün, harikalar diyarında yeri olmadığının ve alice ile konuşmayan tek hayvandır.
uyku sırasında gerçek hayattan gelen dış seslerin rüyalarımızda karşılık bulması gibi.
5. bölüm
tırtılın öğüdü
alice sonunda kendisine "sahi kimim ben" sorusunu sorduracak bilge tırtılla karşılaşır.ilk soru "kimsin sen" olunca alice biraz afallar.sürekli değişen dönüşen biri için bunun cevabını vermekte zorlanır. fakat tırtıl şaşırmaz bu duruma; çünkü doğada her şey doğal dengesinde değişmeye dönüşmeye aşina olduğundan karmaşık gelmiyordur bu ona.
* dönüşmek, değişmek ve yeniden doğmak tırtılın doğasında vardır.evrende var olan ve insana çok tuhaf gelen şeyler, başka bir varlığın doğasının bir parçasıydı.
büyük-küçük, doğru-yanlış, uzun-kısa, güzel-çirkin, eski-yeni, hızlı-yavaş ama neye ve kime göre? işte kocaman bir soru daha! elbette herkes kendi kadar görüyor, gördüğü kadar anlıyor ve anladığı kadar yaşıyordu. ortada bir elma vardı. bu elma alice için yalnızca iki ısırıklık sulu bir meyve, tırtıl içinse aylarını geçireceği bir sığınaktı. ve bu kadar farklılığın olduğu bir yerde şaşılacak asıl şey, bu duruma şaşırmaktı
her şey bulunduğumuz yere göre değişiyorsa ve anladığımız kadarsa “gerçek” diye bir şey yoktu. dünya “anladığımız kadar”lardan oluşuyordu ve belki de biz birçok şeyi -belki de her şeyi- yanlış anlıyor ve aktarıyorduk.
hatta doğru bildiğimiz bir çok şey aslında zaman geçtikçe bambaşka gerçeklere dönüşebiliyor.
tırtıl alice’e mantarı gösterir .bir yanının büyüttüğünü diğer yanının da küçülttüğünü söyler ve ortadan kaybolur.alice ise bir parça alır yine mantardan ve inanılmaz derecede küçülür,sonra diğer taraftan bir ısırık alır ve bu kez de boynu uzamaya başlar.en sonunda tekrar diğer taraftan ısırınca normal boyunu bulur.
6. bölüm
domuz ve biber
6. bölümdeki hikayede düşesin evinin biber gibi koktuğundan bahsediliyor. bu aslında bir bakıma düşesin huysuz ruh halini tasvir etmekte. yaşadığımız mekanlar bizlerin ruhunu yansıtır. bir yere girdiğimizde hissettiğimiz enerjiyi hepimiz deniyimlemişizdir. bu yüden iyi hissettiğimiz yerlere sık sık gideriz.ancak carrolı’ın anlattığına göre düşesin evi bir daha gitmek isteyebilecegimiz türden bir yer değil.
bir de elbette viktoria ingiltere’sine yine bir atıf yapılmakta burada. o dönemde alt sınıfların evlerinde bozulmuş et ve sebzelerin tadını bastırmak için yemeklere aşırı biber koyuluyordu. hikayede aslında anlatılmak istenen de budur. düşes, çürümüş gıdaların kokusunu bastırmak için yiyeceklere biber koyar. bu nedenle de evi biber gibi kokar.
alice, kaotik bir ortamın hâkim olduğu evdeki düzene ve kişilerin hareketlerine o kadar şaşırır ki, bebeği de alarak evi terk eder. ancak farkında olmadığı bir şey vardır, bebek bir domuzdur. bunu fark edince onu ormanın derinliklerine salar.
* burada yazarın , domuz yavrusunu erkek bebek ile özdeşleştirdiği sanılıyor bu kesinlikle art niyetsiz bir benzetme değil yazar için. çünkü erkek çocukarlarını sevmezdi hatta bir mektubunda sana en içten sevgilerimi annene en içten dileklerimi şişman densiz cahil erkek kardeşine de nefretlerimi iletiyorum. sanırım bu kadar diyerek bitirmiştir.
alice ormanın derinliklerinde bu kez bir dalda cheshire kedisi ile karşılaşır.
*mantık artık işlemiyordu; hele ki harikalar diyarı’nda. dizgelerle düşünmeye, tasnif etmeye alışmıştık ve bunların dışında kalan bir şey, kötü bir kaleci misali bizi ters köşeye yatırıyordu. işin içine mantık girer de, zekice bakışlarının altından alaycı alaycı sırıtan cheshire kedisi olmadan olur muydu hiç?
harikalar diyarı’nda yolunu kaybetmiş olan alice, cheshire kedisi’ne sordu:
“hangi yöne gitmem gerekiyor?”
“sorunun cevabı nereye gitmek istediğine göre değişir.”
alice: “nereye gittiğim çok da umurumda değil. bir yere varayım yeter ki.
”cheshire kedisi: “o zaman ne yöne gittiğin fark etmez. yeteri kadar yürürsen emin ol bir yere varırsın.”
*bilgeliğin yolu hakikate varmaktan, onu idrak etmekten geçiyordu. ve hakikate varmak için seçtiğin yol önemli değildi. ister budist, ister ateist, ister hıristiyan, ister müslüman, ister şaman ol; yeterince yürüyüp içsel yolculuğunu hakkıyla tamamlarsan hakikate varırsın.
alice’e 2 seçenek sunar sırıtan kedi.
burada mart tavşanı ve şapkacının çılgın olduklarından söz edilir.
* bunlar bir bakıma doğrudur. tavşanların üreme dönemleri boyunca gösterdikleri davranış, erkeklerin dişilerini kovalaması ve sonra onlarla boks maçı yapmasıdır.
bizde de geçenlerde artvinde bir fotokapana takılan boks yapan tavşanlar viral olmuşlardı hatırlarsınız.
şapkacılar için ise, keçe kürlemede kullanılan cıva nedeniyle çıldırdıkları öne sürülmektedir.
7. bölüm
çılgın bir çay partisi
alice seçtiği yolda çılgın şapkacı, mart kedisi ve fındıkfaresine rastlar. agacın altına bir masa kurulmuş ve çay partisi yapıyorlardır. alice masaya kurulur.sohbet sırasında şapkacı ünlü cevapsız bilmecesini sorar:
kuzgun neden yazı masasına benzer?
* bilmeceye verilen bazı cevaplar şöyle:
çünkü kuzgun kanadıyla eğimli uçar. yazı masaları da eğimlidir.
çünkü birinin çırpınan kanatları, diğerinin çarpılan kapakları vardır.
çünkü biri kitap yazmaya yararken, diğeri hile yapanları gagalamaya yarar.
çünkü kuzgun altı harften oluşurken bir yazı masasının üzerinde daha fazla harfe rastlayabilirsiniz
aldous huxley kuzgunlar ve çalışma masaları yazısında tanrı var mıdır? özgür irademiz var mı? neden acı çekiyoruz? gibi metafiziksel soruların çılgın şapkacının sorusu kadar anlamsız olduğu görüşünü savunmaktadır. absürt bilmeceler gerçeklikle değil, sözcüklerle ilgili sorulardır.
sonra çılgın şapkacı’nın saati takıldı gözüne. saati değil de ayın kaçı olduğunu gösteriyordu.
“ne garip bir saat! saati değil de ayın kaçı olduğunu gösteriyor sadece” dedi alice. çılgın şapkacı, “saati niye göstersin ki!” diye mırıldandı, “senin saatin hangi yılda olduğumuzu gösteriyor mu?” “tabii ki hayır” dedi alice hazırcevaplılıkla:
“ama zaten uzunca bir süre aynı yılda olmayacak mıyız?” “benim saatim de bu nedenle saati göstermiyor işte” dedi çılgın şapkacı.
*evet bu izafi bir durumdu. harikalar diyarı’nda zaman çok yavaş akıyordu; saatler, günler kadar uzundu. peki 24 saat; 150 yıl yaşayan bir fille, ömrü yalnızca o kadar olan bir kelebek için aynı mıydı? veya uzayda geçen 1 saatle dünyadaki 1 saat aynı uzunlukta mıydı?
8. bölüm
kraliçenin kriket alanı
kriket alanı karmaşa ve kaos durumunu fazlasıyla yansıtmakta.otoritenin olduğu yerde karmaşa ve kaos daha fazla görülmekte sanki.
ve son bölüm
alice’in tanıklığı
alice tanık olarak çıkarıldığı mahkemede;“eğer içlerinden biri bu şiiri açıklayabilirse,” dedi alice (son birkaç dakikada o kadar çok büyümüştü ki kral’ın sözünü kesmekten en ufak bir korku duymuyordu), “ona altı peni vereceğim.”alice yolculuğunda tanışmış olduğu kraliçenin, düşesin ya da kralın ne yaptıklarını anlamaz, anlamamasının yanı sıra kraliçe’ye ve kral’a karşı gelebilen tek kişi de odur.
özellikle bu otoriter figürlere karşı çıkması için alice’nin kendi boyutuna ulaşmayı beklemesi, eserin bir çocuğun gözünden yetişkinler dünyasını eleştirisi niteliği de taşımasını sağlamaktadır.
alice gerçekten harikalar diyarında mı?
eserin su kenarında başlayıp su kenarında sonlanması akla mitleri getirmektedir. birçok mitte su hem yaratıcı hem yok edici özelliği taşımaktadır. alice’nin yolculuğu da su kenarında başlamış ve su kenarında son bulmuştur.
bu yolculukta alice sadece fiziken değil manevi açıdan da büyüdüğünü hisseder ve carroll bu durumu okuyucuya ufak ipuçları ile yansıtır.
harikalar diyarı yazar tarafından çok güzel bir yer olarak tasvir edilmiş olsa da aslında çok kaotik bir hava hakimdir. asker olan iskambil kağıtları, uşaklık yapan tavşan, nargile içen tırtıl, bir var olup bir yok olan kedi, sürekli bağıran ve asla tatmin olmayan kraliçe, hukuksuz mahkemeler ve daha niceleri…
aslında burada harikalar diyarının kaotik havasını en iyi betimleyen örnek alice ile kedi arasında geçen diyalogda görülmekte;
“ama ben delilerin arasına düşmek istemiyorum ki!” dedi alice “başka şansın yok,” dedi kedi, “burada hepimiz deliyiz. ben deliyim. sen delisin”, “benim deli olduğumu da nereden çıkardınız?”, “öyle olman gerek,” dedi kedi, “yoksa burada olamazdın.”
alice’nin ailesinden uzak şekilde yapmış olduğu bu yolculuk masalların ana unsurlarından biri olan erginlenme törenlerinin parçası olarak görülebilir. kahraman, türlü badireler atlatıp -erginlenme törenini tamamlayıp- başarı ile evine döner. klasik masallar ile alice harikalar diyarında’nın ayrıldığı noktalardan biri budur, klasik masallarda erginlenme törenini tamamlayan iyi huylu kız, sonunda prens ile evlenerek sonsuza dek mutlu yaşar, alice ise evine dönmüştür.
her ne kadar klasik masallarda yolculuğa çıkarak bir erginlenme töreni gerçekleştiren kişi masalın prensi, şövalyesi, kontu olsa da modern masallarda bu yolcuğu kadın karakterin de gerçekleştirdiği görülmektedir, bu duruma verilebilecek bir diğer örnek ise oz büyücüsü adlı masaldaki dorothy karakteridir. öyle ki, bir hayal disiplini olarak görülen masallar, ideolojik iletileri kişilerin bilinçaltına yerleştirmek amacıyla da harika birer araçtırlar. alice kendi isteği ile bu harikalar diyarına gelmiş ve dönüşünü hiç düşünmemiştir. bu yolculukta alice için önemli olan ,keşfetmektir.
YORUMLAR
"Delisin ki buradasın!"
Bu toplumun bakış açısını yansıtıyor.
Şairiz ki buradayız. Yazarız ki buradayız. Okuyucuyuz ki buradayız.
Bulunduğumuz yer neyse, oradaysak oyuz demektir anlamı çıkıyor.
Öyle mi gerçekten?
Mesela Çalı Kuşu'nu tuzağa düşürüp saza götürmüşlerdi.
Taciz edilmişti.
O kendi isteğiyle gitmemişti.
"Hadi naz yapma sen de bizdensin!" demişlerdi.
Bazen ortamda kazara bulunulabilir. Bu "o" demek değildir.
Genel bakış açısının yanlış olduğunu gösterir bu da.
Buradaki herkes şair değil.
Boş hesaplar da var.
Genelevde olup, vücudunu satıp, fahişe olmayanlar da var.
Dindar görünüp dinle ilgisi olmayanlar da var.
Bu nedenle kişiyi yakından tanımadan (her kim olursa olsun) peşin hükümle veyahut toplum görüşüyle yargılamamak gerekir.
Kurallar öğretilir. Uymak bireyin sorumluluğundadır.
Çevresine zararlı değilse kendi halinde kalmakta serbesttir.
Çevreye ve topluma zararlı ise bu resmi kanallar ile tesbit edilir. Ve yaptırım da yine resmi kanala aittir.
Şahıslar ceza verici değildir.
Bu konu dikkatimi çekti.
Kitapta konuşulacak çok konu var.
Kraliçenin otoritesi mesela.
Kendisini güç sahibi diye her zulmü yapmaya haklı gören zihniyeti temsil ediyor.
Tüm insanlık ona hizmet etmek zorunda sanıyor.
Kibir hastalığı bu. Kibir despotluk ve güçle birleşince zulme döner.
Şizofrenik karakter de etkindir.
Alice büyüdükçe rahatça ve korkmadan cevap vermesi, boyutu yani gücü büyükse ancak karşı gelebilir mesajı verilmiş.
Alice'nin ilk başta tutuklu olması ve yargılanması anlamı ise; gücü olmayan sistemin kölesi olmaya mahkumdur.
Elif V Mim tarafından 13.8.2023 09:15:04 zamanında düzenlenmiştir.
Elif_V_Mim
O kadar da uzun değil.
Uzunluğu konuyu ilginç bulmayanlar bahane eder.
Ben ilk başta Alice masalını sevmediğim için uzun bir yazı diye düşündüm.
Ama okudukça öyle olmayacağını bildiğim için okudum.
Tutunamayanlar kitabını halen uzun diye okumadım. Çünkü bana o kitap sıkıcı geliyor.
Ama onun yerine ilgimi çeken yedi kitap okudum. Ki; sayfa sayısı, Tutunamayanlar kitabının sayfa sayısını çoktan geçmiştir :)
Okuyacağım ama. Onu da okuyacağım ve o kadar sıkıcı olmadığını düşüneceğimden eminim.
üçrenk (Italia)
Evet masalda irdelenecek o kadar çok şey var ki. Üzerine saatlerce konuşulsa, sayfalar dolusu yazılsa bitmez.
Tekrar teşekkür ederek
Sevgilerimle selamlıyorum
üçrenk (Italia)
Masallar bana hep ilgi çekici ve büyülü gelmiştir.
Değer verip okuduğun için bin teşekkür.
Sevgilerimle
Her masal yazıldığı dönemden siyasi ve sosyal izler taşır. Heidi neden çıplak ayaklı ? Bunun cevabını öğrendiğimde çizgi film kasvetli bir öyküye dönüştü benim gözümde yıllar sonra. Alice masalında da çok fazla alegorik ve alt metinlerde manipülasyon var. Çoğunu göz önüne koymuşsun. En nefret ettiğim masal ise Polyanna, dinlerin şükür kafasını birebir bulabilirsiniz.
Neyse çok uzattım. Emeğe teşekkürler.
Sevgilerimle...
üçrenk (Italia)
Sevgilerimle
Bugün bitirmek istediğim bir kitap var. 20 sayfa kaldı. Bitirince okuyacağım inşallah.
Bu da 20 sayfa vardır.
Gün yazısı olarak kutlarım.
Üşenmeden yazmanıza şaşırdım.
Başarılar.
üçrenk (Italia)
Okuyan gözlere sağlık.
Sevgilerimle
Canım benim tebrik ederim öncelikle. Güne gelmesi beni hiç şaşırtmadı. Oldukça güzel bir inceleme olmuş. Sabırla değil keyifle okudum. Nicelerine diyelim.
Sevgilerimle.
üçrenk (Italia)
Okuyan gözlerine, değer veren gönlüne sağlık.
Sevgilerimle çok.🖤
Bazen inadına böyle uzun yazıları okuyorum ki acaba bu yazıları okuyucu nasıl okur diye düşünmek istiyorum zaten okuma özürlü bir toplumda yaşıyoruz . Çalışmaya verilen emeği tahmin ediyorum tek kelime harika diyorum ve yazarı kutluyorum
üçrenk (Italia)
Okuyan değer veren gözlerinize sağlık.
Saygıyla
Muhteşem bir inceleme ve araştırma dosyası ve içerikli bir sunum.
Bu bağlamda sizi tebrik ederim kendi adıma da çok teşekkür ederim.
İçten selam sevgimle dost yürek
üçrenk (Italia)
Saygı ve Sevgilerimle
üçrenk (Italia)
Beğenmenize sevindim.
Sevgilerimle
üçrenk (Italia)
Larmina
Ben teşekur ederim