- 413 Okunma
- 6 Yorum
- 3 Beğeni
EN UYUMSUZ RENK (KISA ÖYKÜ)
Uyumsuz bir renk olduğumu biliyordum aslında hem de ta ilk günden itibaren bu yüzden en çok güneşi dışladım ama yetmedi.
Geceye bandım yalnız ve solgun rengimi:
Gece ve karanlıksa hızını kesmedi…
Miladi takvimden firar etmiş bir yapraktım devamı geldi de.
Sözcüklerse beni cendereye alan bir tutsaklıktı:
Önceleri bu kadar çok konuşmayı sevmezdim hem ve daralan ruhumun uçuşa geçmesi lazımdı geçti de…
Muteber bir yenilgi olduğumu çok da geç fark etmişken.
Mundar ve lekeli gölgelerse lanet okumanın en güzel yolunu benimseyip beni köşeye sıkıştırmışken.
Bir köşe saksısıydım bilinmeyen bir dönemde kendimi eve hapsettiğim.
Bir köşe koltuğu belki de güç bela evlenip genç evliler beni salonun köşesine koyup da üstümü boş bırakan…
Üstelemedim ve örtümle hemhal…
Ötekileştirmedim salon takımını: ben tozumla iştigal.
Zaten toz da kondurmazdı genç adam karısına hatta tozunu almaya yeltenirdi evde dayalı döşeli saklı ne varsa.
Bu da yetmezmiş gibi:
Eli yatkındı yemek yapmaya gerçi anası biricik oğlunu bir kere dahi mutfağa sokmamışken…
İklimse ötenazi yapmışken cahil ve beynamaz rüzgâra ve evet, yılın en sıcak ayı en sıcak günü idi püfür püfür esen rüzgârın nerede kaldığını da merak ederken şehir sakinleri…
Her şey ama her şey böyle bir günde başladı:
Hayatın Çıfıt çarşısı iken sandık odası…
Renklerin en müşkülü ve düşkünü iken içimde çalan zembereği saatin ve tutarsız duygulardan çıktığım yolda tutup da en yakınlarım beni yarı yolda bırakmışken…
Bir sözcüğe denk geldiğim ansızın.
Tek sözcükle tek cümleyle yetinmediğim…
Bir hikâye yazdığım ama yetinmediğim.
Romanlara duyduğum aşk yetmezmiş gibi kendi romanlarımı yazdığım.
İltimas geçendi ne de olsa yüce Tanrı ve mademki bana yaz emrini vermişti.
Renklerle eşleşen sözcüklerim ve ben hala en uyumsuz renktim.
Duyguların pekiştiği:
Belki de bir ara tonuydum haizi olduğum rengin…
Beyaza meylettiğim ve beyaz kaldığım ve karanlıkla uyumsuz.
Siyah döşenip beyaza çalım attığım.
Pastel renklerde hangisi ise sırtımı sıvazlayan…
Yeşeren gözlerim yaşaran göğe serenat yaptığım.
Yolluk bildiğim.
Yoldan çıktığım.
Yola geldiğim.
Yolunduğum tavuk gibi.
Yavuklumsa adresime ulaşmayan bir sevgi.
Yarenim sözcüklerden inşa ettiğim cennetim ve pembenin en hası.
Perdeli gözleri ve de aşkın: nakşede kalemin donanımlı yüreği azat edilesi ömürden azadesi sevgiden ve kaybettiği itibarını yeniden kazanmak adına…
Sonunda olan olmuştu ya da olacaktı yoktan var edenin de vardı elbet bir bildiği.
Susan yağmur.
Susasan çöl.
Suskunun gizemi.
Tortusu dibe çökmüşken evrenin.
Çaputlar bağladığım kavak ağacı.
En uyumsuz renktim ama insanlar bana bir şekilde uyum göstermek zorunda idiler ve uyum da göstermişlerdi hani:
Çünkü ben…
Ölümün rengiydim:
Kimine geç kalan kimine erkenden sokulan.
Pembe yanaklı çocuğun küle döndüğü.
Yaşlı adamın soluğunun yetmediği.
Hiç ölmeyecekmişçesine yaşarken onca insan:
Alı al moru mor.
Albenisi dışına taşan ve yorgun tayların ayakları ile çiğnediği ölümlü bedenleri ansızın canlılığını yitiren.
İnsanlar ne kadar uzak kalırsa kalsın benden, bir şekilde uyum gösterirlerken haiz olduğum renge üstelik her ölüm erken bir ölüm ve uyumsuz bir renge denk düşen ta ki…
Mezara konup üstü de kapatıldıktan sonra dikilen nice gülfidanı nice karanfil ve çiçek ve çelenk uyumsuzluğumdan hırsını alırken ve de gücünü ne de olsa cihan gövde gösterisi yapan insanların asla denk düşmedikleri bir er meydanı idi: son sözü de kaderin ve Tanrı’nın söylediği…
Kâh taşlanmış kâh taçlanmış…
YORUMLAR
Gülüm Çamlısoy
çok teşekkür ederim