Kusursuz Aşk - Bölüm 1
Arka kapak
Bir yanda ölümsüz aşklar, diğer yanda ise hayatın gerçekleri… Aşk dediğimiz gizemli iksir, insanın kanını bir kez zehirledi mi kurbanı için iki çözüm bırakır geride… ya aşkına ulaşmak, yada ölüme kavuşmak…
Aşk’ın gizemi seçilen eşin güzelliğinde değil, beynimizde kurduğumuz hayallerin renklerinde gizlidir…
Tıpkı bir çocuğun basit bir isteğinde direnip ağlayarak, mutlaka dediğini yaptırmaya çalışması gibi…
Bizde beynimizdeki o hayali isteriz… küçük bir farkla… çocuk ağlar ve sonra unutur gider… benim aşkım ise ya kendine ulaşmamı ya da ölüme kavuşmamı ister…
Bölüm 1
Kadere inanır mısın? Belli belirsiz çıktı sözler dudaklarından… kendi kendine mırıldanıyordu… tüm enerjisini aşık olduğu hayale harcamıştı. Ne konuşmaya, ne düşünmeye gücü kalmıştı. Tam bir teslimiyetti O’nun ki… Aşk’a teslimiyet… yıllardır hayalini kurduğu genç kız işte tam oradaydı… beyaz gelinlikler içinde… o kadar da güzeldi ki… bir an, yerinde olmayı istediği rakibini oracıkta öldürmek istedi… ancak bunu yapamazdı… sevdiği kızı üzmektense kendi kendini öldürmeyi tercih ederdi… bunu bir çok kez düşünmüştü… ancak ölümle yaşam arasındaki gelgitlerde O’nu uçurumun kenarından çeken derin bir dini inancı da vardı… ne kadar acı verse de, bu manzaraya katlanmak zor olsa da, buraya gelmişti… çünkü hayalini kurduğu kişi buradaydı. Yeşil gözlerinde yansıyan beyaz gelinlikten başka hiçbir renk ve canlı görmüyordu etrafında… tam bir şizofreni halindeydi. Midesiyle boğazı arasındaki basınç şiddetini yükseltiyor, kan beynine hücum ediyordu. Zaten sıcak bir akşamdı. Üstüne bir de kanının damarlarında deli gibi dolaşmasının vermiş olduğu sıcaklık vardı. Üst sınıf insanların katıldığı 5 yıldızlı bir otelin havuz başında düzenlenen ayrıcalıklı bir düğün organizasyonuydu. Davetliler arasında birçok ünlü sima da bulunmaktaydı. 50 metre kadar uzakta, otelin havuza bakan yüksekçe terasından, olan bitenleri izleyen Veysel, fark edilmemek için terasın en kuytu köşesine konuşlanmış, yüzünü terasın korkuluklarına bağdaş kurduğu kollarına yaslamış bir şekilde merasimi izlemekteydi. Zaman zaman ağlama krizlerine de giriyordu. Onca yaş hiç tükenmeyecekmiş gibi göz pınarlarından akmaya devam ediyor, durdurulması imkânsız bir sel olmuş, yer çekimine doğru koşan yağmur tanecikleri gibi zeminle çarpışıyorlardı. Ancak tüm bu manzara, gelecek olan trajedinin daha başlangıcıydı. Ve Veysel için öldürücü darbenin vakti gelmek üzereydi…
Dans eden kalabalık Veysel’in zihninde bir girdap gibi dönüyor, döndükçe okyanus ortasında açılan dev uçuruma birer birer yuvarlanıyor, en sonunda Veysel ile birlikte sonsuz karanlığa dalıyor gibiydi. Sonra kıyamet borusuna üflenmiş gibi bir ses ile sanki tüm kalabalık aniden donarak gelin ile damadın etrafında birer süs bitkisi görüntüsünde sahneyi tamamlıyorlardı. İşte tam bu anda… Damadın dudakları, gelinin alnına doğru süzülürken, yayından çıkmış bir ok havada ıslıklar çalarak Veysel in kalbine doğru süzülmekte gibiydi. Gerçek hayatta üç saniye süren bu eylem, Veysel’in sanal âleminde üç asır sürmüş gibiydi. O an tekrar tekrar yaşanıyor, Veysel tekrar tekrar canlanıyor ve sonunda tekrar ölüyordu. Ancak ne kadar uzun bir süre olsa da her şeyin bir sonu vardı ve ok son bir ıslık sesiyle Veysel’in kalbine öyle bir saplanmıştı ki, bir an kendinden geçen Veysel, nasıl olduğunu hatırlayamayacağı bir şekilde yerde sırt üstü uzanmış yatıyordu. Durumu fark eden birkaç yabancı turist güvenliğe haber vermiş, müdahalede bulunan sağlık ekipleri Veysel’in kafasını bandajlayıp en yakın hastaneye sevk etmişlerdi.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.