O İlaçtan Aldın mı veya Buldun mu
Farkında olmamızı sağlayacak o ilaçtan bahsediyorum, sonsuzluk çeşmesindeki bir damladan değil. Anlamamızı kuvvetlendirecek, zihnimizi genişletecek o ilaçtan. İleri sürüş tekniği, ileri görüş tekniği, maddenin içindeki hareketi, sesin doğuşundaki nefesin ilk noktasını... Hani o farkına varmamızı sağlayan o ilaçtan bahsediyorum.
Neden yapıldığını, nasıl yapılacağını bilmiyorum. Yanlışım olmasın, Limit Yok filmindeki hap gibi, Lucy’nin kanına karışan mavi madde gibi bir ilaçtan bahsediyorum.
Maddeyi dönüştürme gücüne sahip olmamızı sağlayacak o ilaçtan.
Her şeyde varlığını hissetiğimiz o enerjiyi dönüştürebilecek bir noktaya bizi ulaştırabilecek o ilaçtan bahsediyorum. kafamızı dumanlatan, bizi sarhoş eden uyuşturuculardan bahsetmiyorum.
Şamanların, felsefe, din ve bilim adamlarının çoğunun bir şekilde düşündüğü, elde etmek istediği o ilaçtan, o maddeden bahsediyorum . Ne olduğunu, nasıl yapıldığını bilmiyorum.
Lakin; (a*b)/100 olmadı ki hiç bir zaman aradığımız.
İlk insandan günümüze ulaşamadığımız bir bilgi var içimizde. O bilgiyi açığa çıkaracak ilaçtan bahsediyoruz.
Biz insanlar yaptığımız her şey için bir neden bulmanın üstadıyız. Neden yaptığımızı bilemesek bile bir konuda; canım istedi yaptım, diyebiliriz nihayetinde. Gücüm yetiyordu yaptım. İllahi ihtiyaç meselesi için değil.
Haritalandırılmış zihni görülerimiz gün geçtikçe artıyor.
Dünyanın her kıtasındaki bir insanın durumunu zihnimizde belki yüz hatları hariç canlandırabiliyoruz.
Dünya coğrafyasını, dünya yollarını, ülkelerini, toprak üstünde, su içinde yaşayan yaşam türlerini görebildiğimiz kadar canlandırmamız kuvvetleniyor.
Mesela bu yazıyı 100 birey okusa; bilgisayar karşısındaki duruşunu, sanldayesini, koltuğunu, kanepesini veya ağaç altında mı, balkonda mı, tuvalette ve elindeki telefon ekranından mı, bilgisayarını daha büyük bir ekrana bağlamış şekilde mi, okuyan insanın yaşını, cinsini, rengini canlandırabilirim türlü türlü şekillerde..
Mesela şuan herhangi bir ordudaki bir askerin nöbetteki halini, herhangi bir yerdeki bir market çalışanını, kömür madenine asansörle inen bir işçiyi, taşımacılık yapan uzun yol şoförünün gündüz ve gece direksiyon tutuşunu, simitçiyi, memuru, devlet başkanını, seks işçisini, imamı, budist bir rahibin lotus oturuşundaki halini, denizaltında görevli bir elektrikçiyi, ağlama duvarında yakaran bir insanı, bir papazın günah çıkartma seansını, kabeyi turlayanları, ege denizindeki bir balıkçıyı, bir sahil kasabasında sahilde çay içenleri, akdenizde bir mülteci gemisini, bir kızılderiliyi, bir geyik çobanı ve ailesini...
Mesela hayvanlardan böçeklere, denizde yaşayan amiplerden balinalara kadar binlerce hayvanatı... Bir bitkinin iç donanımındaki enerjiyle açığa çıkan renkleri, duruşları, yönelişleri.. Bir ayçiçeği tarlasında bir ayçiçeğinin dibinden, ayçiçeğinin gövdesinden yukarı doğru yürümeye başlayan böceklerin çeşitlerini, çöldeki bir akrebin kumun üzerindeki izlerini, kutuplardaki bir fok balığını pengueni..
Yani mesela...
Tanrının yalnızlık durumunda ne düşündüğünün ve nasıl düşündüğünün farkındalığını...
Deprem, sel, yangın, kasırgada dünyanın, toprağın, havanın, insan hayvan ve bitkilerin hallerini, trafik kazasında ortaya çıkanları, iki askerin çatışmasını, iki hayvanın güç mücadelesini, herhangi bir spor yarışmasındaki sporcuyu, tv ekranlarındaki sunucuların hayatlarını, herhangi bir işin arka planında kalanların hareketlerini, düşüncelerini, acılarını umutlarını vb vs .
Kazanmak ve kaybetmenin bir değer ifade etmediği...
Varmak veya yolda kalmanın farkının olmadığı..
Bilmek ya da bilmemenin, yaşamak ya da ölmenin, kapı gıcırtısı ile musluk borusunda bekleyen suyun anlatmak istediğini anlamanın...
Bazı taşlarda çevresini etkileyen farklı enerjiler hesabı, boynundaki, kolundaki, ayağındaki herhangi bir takının sana ulaşma sürecinde karşılaştığı bir çok evreyi...
Şimdi düşün; sağ diz kapağının sol alt yanındaki kılın kökündeki enerjiye odaklanmaya çalış..
Kulak kanalında zamanla oluşmaya başlayan kahverengi turuncu renginin çeşitli tonlarındaki kirin ilk başlangıcına odaklan...
Ne düşünürsen düşün...
Ne yaparsan yap..
Nasıl düşünürsen düşün, nasıl yaparsan yap...
Lakin bir insanın gözündeki sevgi dolu bakıştaki o enerjinin simada meydana getirdiği tebessüm kadar mutlu olabiliyorsun sadece.
Bu yazı da, işte seni tebessüm ettirmek için yazıldı, umarım kaşlarını çatmadın..
İlaçtan bahsediyorduk ya... Boş ver, ne olursa olsun artık gülümse...
Çünkü o ilacın adı; tebessümdü.
Tebessüm edemeyeceğin olayları zihnine sunmanın sırası değil şimdi.
Mesela...
Soru öyle olsun; Şu ana kadar hayatında kaç hayvan, böcek veya bitki öldürdün? Bu eylemin doğuracağı sonuçlar ne olabilir mesela?
İğrenç bir olay aktarımı da yapabiliriz şu an. İç acıtan, can yakan, göz nemlendiren bir olay aktarımı da yapabiliriz. Gerek var mı?
Hem bana ne, hem sana ne şu anda dünyada meydana gelen, gelmekte olan iğrençliklerden değil mi? Sonuçta Tanrının veya Karmanın veya Döngünün işi onlar.
İnsanları Tanrıya, Karmaya veya Döngüye inanmaya iten tek neden bu işte.
Aslında Tanrının-Karmanın ve Döngünün birbirinden farkı zihinsel anlamda yok. Fiziksel olarak farkı canlandırabilirsen de çok karışık bir yapı oluşur değil mi?
Tebessümün vakti geçti, şimdi kaşlarını birazcık çatabilirsin. Lakin ben tebessüm etmeni istiyorum. Ölümün bile çaresi var artık, ölüyorsun işte.
Elinde olmayanlar, gücünün yetmeyeceği herhangi bir şeyler için nefes tüketeceğine elinde olanların tebessüm etmesi için biraz farkındalık, dünyaya veya evine veya ilişkili olduklarına daha güzel bir enerji verecektir.
Bu yazıda anlatılarak zihninde oluşan her şeyi şimdi bir nefesle bir başkasına yolla, bu başkadan ne anladığının zerre kadar önemi yok.
Sakın bana geri yollama, çünkü Tanrı da yolladı ve sonrasını düşünemedi, bilemedi.
İşte böyle; dönüp dolaşıp aynılığın içinde bir farkındalık arıyoruz.
02:22
...Y...
YORUMLAR
kaç gündür keyifsizim, dur dedim Yinsani beni güldürecek bi şeyler yazmıştır belki, okim de keyfim yerine gelsin bari...aaa baktım güzel gidiyoruz, gayet ciddi ciddi akıcı sürükleyici bi dil, ve hakkaten 'hangi ilaçtan bahsediyor bu derken' de iyice meraklandığım sıra; aa bi de ne görim? Bugünlerde benden bi hayli uzak olan, arayıpta bulamadığım, bu yüzden de erişmekte zorlandığım tebessümmüş meğer bahsi geçen...
ama iyi gelmişti, moral ve güç veren doping etkisi de vardı...en son oydu yani, güzel bi bağ kurmuştuk yazıyla aramızda...sonra ocaktan taşan sütün sesiyle irkilip kendime geldim, zaten bir porsiyonluk olan hacmin yarısı ben bi fırt koşup gidene kadar ocağın yarısını kaplamıştı çoktan, geriye üç dört kaşıklık kursağımdan geçecek olan bir avuçluk bulamacı da zarzor kurtardım.
bebek maması misali çekip de çekilen, çapsızlaşan ve havası iyice sönen sütlaç, baktım bu gidişle dilimi ıslatmakta zorlanacak gibi görünüyor gittim tekrar süt ilavesi yaptım...
sonra dedim ki içimden 'Yinsani burda olsaydı da güzelce paralasaydım onu!':)) dedim dur sen! bu süt gene taşsın ben bilirim ona napacağımı!
yine dalmışım tabi, yorum yazmak da en az yazı kadar meşakkatli bir iş malum...kafamı şöyle bir uzattım koltuktan ocağa, ah bi de ne görim o sıra! balon gibi nah böyle şişip kabarmış, son raddede ha taştı taşacak! bi fırlayışım vardı yerimden, nasıl koştum ama dört ayak üzerinde, o sıra da ayağımı çarptım mı sephaya?
ulan! dedim tebessüm edelim derken başımıza gelmeyen kalmadı burda...hooop! eski ayarlarımıza geri döndük iyi mi? ama yalan yok! bi yandan da tebessüm ettim...etmedim değil...
bilenler bilir, mutfakta kadınların başına gelebilecek en feci kazalardan biri de ya sütün ya da kahvenin taşmasıdır.
yazının bi suçu yok tabi, yazarın da...okur sadece hıncını; sakinleştirici yogo'dan, birden eforlu pilates'e geçiş yapan yazının enerjisinden çıkarmak istiyor:)
hakkıdır, o kadar süt taştı ziyan oldu, ocak battı ve şimdi de afiyetle sütlacımı yiyorum...afiyet bal şeker olsun ona...
Yinsani
12,30 dan aldım, 13,60 dan sattım yüzde kaç kazandım diye hesaplarken yorumunuzu gördüm, sandalye ile ocağın mesafesini düşündüm, ayak ince parmağının herhangi bir sandalyeye çarpması olasılığını hesaplarken, çarptığı esnadaki ahı duymazdan geldim.. :)
bir film repliği gelmedi aklıma ama tanımlanamayan bir cisim aklaşıyor kaptan spark diyesim geldi...
haziran ayı yayla mevsimleriden, doğu karadenize kar yağmış.. herhangi bir felaketin bana ulaşma olasılığı düşünürken tebessüm etmekten başka bir çıkar yol gelmiyor aklıma...
en iyisi işte, sütlaç ye, kahve iç, çay demle...
aranız iyi ise yukarıdaki ile derler ya hani, söyleyin de akdenizle karadenizi birleştiriversin, olsun bitsin diyeceğim ama...
şimd doğu karadenize kar yağmış ve devam edersen seneye diğer bölgelerdeki besicilere kalır büyük şehirlerin kurbanlıkları diye düşünmeden edemedim. zaten enflasyon uçmuş, bir de hayvan ktlığı... seneye tavuk kesmek caiz olur herhalde...
konu buraya nasıl geldi bilmem:))
eksik olmayın, sayın gule:)
eksilmesin tebessümünüz yüzünüzden..
ne olursa olsun...
saygılarımla..
Yinsani
birazcık da olsa olumlu şeyler yazsan hani:)
eksik olmayın efenim..
'1. Açlık
2. İklim değişikliği ve biyoçeşitlilik kaybı
3. Beklenen su savaşları ve su kirliliği
4. Ormansızlaşma
5. Savaşlar ve soykırımlar
6. Aşırı silahlanma
7. Nükleer silah
8. Türlerin soylarının tükenmesi
9. Teknoloji çılgınlığı ve yapay zekanın önlenemez korkutucu yükselişi
10. Toprak degradasyonu, tarım alanlarının yok olması
11. Aşırı üreme, aşırı nüfus artışı
12. Uyuşturucu
13. Çevre kirliliği, plastik atıklar
14. Deprem ve diğer afetlerin onarılamaz sonuçları
15. Kadın cinayetleri, çocuk gelinler
16. Kadın ve çocuk istismarları
17. Irkçılık
18. Dinist ayrımcılık, din erozyonu, ahlak çöküşü
19. Sınıfsal ayrımcılık
20. Vicdanların öldürülüp kukla pazarına çıkarılmış etiketler
21. Para para para
22. Enerji kaynaklarının tükenmesi
23. Hayvan katliamları, işkenceleri
24. … ‘’
Derin bir arayış...
Ben tebessüm ettim nesildaşım.
Güzeldir sorgulamalar yorsa da...
Eksik olamayasın emi;)
Yinsani
eksik olma daim ol.:)