- 195 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Zehir
Babam bahçeye su sondajını taktırdığından beri çok mutluydu. Artık hortumdan gelen çeşme suyuna para ödemiyor, ihtiyacı olduğu suyu gönül rahatlığıyla sondajdan kullanabiliyordu. Ektiği sebzeler arasında domates, biber, taze soğan, marul ve börülce vardı. Çevresini meyve ağaçlarının sardığı bir alanda kendisine tarım yapabileceği bir alan oluşturmuş etrafını telle çevirmişti. İşten geldiği gibi üstünü başını değiştirir, alelacele bahçesine koşardı. Önce ertesi günden bu yana sebzelerde herhangi bir gelişme -büyüme, hastalık gibi- var mı diye bütün bahçeyi kontrol eder sonra da sebzelerin etrafındaki toprağı çapalardı. Ha tabi bu arada da rakısını koyup bir iki fırt çeker ve bu müstakil evin mermer bahçe merdivenlerine rakı bardağını koyardı. İşi bittiğinde en sonunda da sebzelere su verir, ıslak toprak kokusunu içine çekerdi. Eve girerken hava kararmaya yüz tutardı. Babam eve girmeden önce köpeğimizle oynar onu uzun uzun okşardı.
Babamı ziyarete ne zaman gitsem, ki haftada en az 2 günümü orada geçirirdim, beni de bahçeye çağırır yaptıklarını anlatırdı. Börülcelerin teli nasıl sardığını gösterir, domateslerin boyunun günden güne nasıl büyüdüğünü anlatırdı. En son biberin olduğu toprağı kedilerin eşelediğini söylemişti. Dışardan bir gözle bakıldığında kimseyi rahatsız etmeyen bir hobi gibi görünse de benim ona gittiğim zamanlarda ‘bahçede çalışmama’ gibi bir seçeneğim yoktu. Öyle yetiştirilmiştim ki babama karşı diretemez, onun talebini geri çeviremezdim. Bahçede çalışmaktan kastım, bahçedeki yabani otları yolmak veya toprağı çapalamaktı. Her iki eylem de fazla güç gerektirmeyen işlerdi. Bu yüzden şikayet edilecek bir şey yok. Fakat her babama gidişimde bahçede çalışmak, yani bunun istisnasız her seferinde olması beni rahatsız ediyordu. Çünkü insan her zaman bahçede çalışmak istemeyebilir, bazen eve geldiğinde uzanmak ya da bir fincan kahve içip evdekilerle sohbet etmek isteyebilir. Bundan daha doğal ne olabilir ki? Ancak dediğim gibi babamın beni katı kurallara göre yetiştirmesinden dolayı, her ne kadar babam beni bahçede çalışmaya zorlamasa da ben bunu bir görev bilir, yapılmadığı takdirde ise bunun bir bedelinin olacağını bilirdim. Nitekim bir seferinde, bir şeye kafam bozulmuştu ve babam bahçede olmasına karşın bahçede çalışmaya çıkmamıştım. Babam gece boyu suratını asmış ve benimle konuşmamıştı. Burada araya eklemek istediğim not; babamın küçüklüğümden itibaren bana bir fiske bile atmamış olmasıdır. Yani dediklerini yerine getiriyor oluşum, fiziksel bir tepkiden korkuyor olmamdan değildi. Buna karşın eğer onun dediklerini yapmazsam içimde fiziksel şiddet görüyormuşçasına bir acı oluyor.
Babamla en son bahçede yaşadığımız olay babamın kişiliği hakkında bilgi verecek ve benim onunla olan temasımı betimleyecek. Babamla beraber bahçede otları yolarken birden suratının kızgın bir ifadeye büründüğünü gördüm. Sanki otları kökünden yolarken hayattan bir şekilde intikam alıyor, hırsını onlardan çıkarıyordu. Üstelik bunu her seferinde yapıyordu ama ben yeni sezinlemiştim. Bunun üzerine aklıma bir şey geldi ve babama sordum: “Baba, bu yabani otları her sene yoluyoruz, bunların bir daha çıkmaması için neden üzerlerine zehir atmıyoruz?” Babam her zamanki gibi ihtiyatlı bir biçimde düşündü, hemen cevap vermedi. “Evet, evet olabilir” diye geçiştirdi. Ben otları yolarken o da sebzelere su vermeye başladı. Akşamüstü olmuştu, babam rakısının son yudumunu aldı ve beni içeriye, eve çağırdı. Ellerimi yıkadım, beraber bahçeden ayrılırken kolumu tuttu ve:
- “Ya yabani otların üzerine serpeceğimiz zehri rüzgar sebzelere doğru taşırsa?”
- “Haklısın, olabilir. Ama en azından arka bahçeye atabiliriz. Orası sebzeleri diktiğin yerden ayrı yerde.
- “Olsun, biz yine de yolalım.”
O ve ertesi yıllar ön ve arka bahçedeki otları yolmaya devam ettik.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.