Fakirlikten şikayet etmemişti hiçbir zaman
Ben onu hiç tanımadım .İsmini ,namını,şöhretini ,nasıl bir insan olduğunu ve hayat hikayesini o şehirli bir öğretmen arkadaşımdan dinlemiştim.Ne söyleyeyim çok etkilenmiştim.Tipik bir Anadolu beyfendisiydi Hacı Mustafa dede
Bir gün fırsat bulursam bu hayat hikayesini kaleme alacağıma dair kendi kendime söz vermiştim. Nasip bugüneymiş.
Doksan küsur yaşında . Uzun boylu, esmer tenli, gür kaşlı, vakur bakışlı idi. bu geçici dünya hayatından, sonsuz âhiret hayatına göçerken bile kimseye dert dökmemiş, bir an olsun yokluktan, fakirlikten şikâyet etmemişti.
Canlı bir tarihti Hacı Mustafa dede. insan bu kadar uzun ömrü iyi değerlendirebilmişse yaşadıklarını, gördüklerini, hafızasında veya bir not defterinde saklayabilmişse; yaşayan tarih değil de nedir?
Onu ilk görenler bile, görmüş geçirmiş bir insan karşısında olduklarını hemen hissederlerdi. Çok az konuşur, bir şey sorulmadıkça cevap vermezdi.
Mütevekkildi. Hayatı olduğu gibi kabul ederdi. Bu hayat yolunda inişlerin, yokuşların, kıvrımların, hattâ çıkmayan sokakların bile onca bir değeri olurdu.
Daha doğrusu o. her şeyde bir ilâhî hikmet arardı. Üzüleceği bir olayla karşılaşsa, kendini ve etrafındakileri teselli eder ve mutlaka bir çıkış yolu bulurdu.
Kadere rızanın ne demek olduğunu, nasıl anlaşıldığını veya nasıl anlaşılması gerektiğini bilmek isteyenler Hacı Mustafa dede’yi görmelidirler. Hayatta karısından başka kimsesi yoktu.
On iki çocuğundan bir tanesi olsun yaşamamıştı. Buna rağmen yine Allah’a sığınır, çocukları yaşamadığı için kendisini teselli etmek isteyenlere, "veren de Allah, alan da, vardır bunda da bir hikmet" derdi.
Dört sene süren Filistin cephelerindeki harpten döner dönmez, bu sefer kendi yurdunun, Anadolu’nun düşman çizmeleri ile çiğnendiğini görünce Şark Cephesi’ne koştu.
Moskofa Ermeniye karşı... Hacı Mustafa dede için düşmanın cinsinin, miktarının, imkânının değeri yoktu. Ona filanca cephede harp var denilecek, o da gidecek, vuruşacak, şehit veya gazi olacaktı. Eğer şehit düşerse, çok küçük iken kaybettiği babasına, sağ salim dönebilirse, yaşlı anacığına, nişanlısı Ayşe’sine kavuşacaktı.
Gaye bu olunca ve varılacak hedef açık seçik gösterilince, ulaşılması da o nispette kolay olurdu. Düşman yurttan kovulmuş, Millî Mücadele zaferle sonuçlanmıştı.
Hacı Mustafa dede da memleketine ana - baba ocağını tüttürmeye gelmişti. Mütevazi imkânlarla derme çatma kurabildiği küçük iki odalı evinde yaşlı annesi ve hanımı ile yaşamaya başladı.
Gurur, kibir nedir bilmezdi. Geçimini temin edecek bir işle uğraşmak tek emeliydi. Belediye temizlik işlerinde çöpçülük var dediler, çekinmeden gitti.
Harplerde: aldığı yaraları gazilik beraatı sayar ve en kıymetli bir hatıra olarak anardı. Çöpçülük yaptığını hafife almak isteyenler oldu, aldırmadı. O, böyle davranmakla da memleketine hizmet ettiğine inanıyordu Onun için hizmet, her yerde hizmetti. Hizmet, mutlaka masa başında yapılmazdı.
Dürüst ve namuslu olarak çalıştıktan sonra memleketin
Her yerinde kendine göre yapılacak işleri olurdu, İnsan, ancak severek yaptığı işte başarı kazanır ve o iş bir değer ifade ederdi.
Bir gün olsun işini yadırgamadı. Yaşlandın dediler, ayrıldı. Kulübemsi evinde, annesinin ölümünden sonra tek dert ortağı olan karısı ile, kalan ömrünü sürdürmeye başladı.
İmanından aldığı kuvvetle hayat yolunun engebelerini aşmaya çalışıyordu. Zaman zaman komşularının, maddî yardımlarına bir an olsun iltifat etmedi.
"Allah bana yetecek kadar dünyalık vermiştir" derdi.
Gönül zenginliğine ermişti. Cebinde bir kuruşu olmadığı zaman bile yokluktan şikâyet etmezdi. Çöpçülükten ayrılmasından çok az zaman geçmişti ki, T.B.M.M.’nin, İstiklâl Savaşı gazilerini madalya ve maaşla taltif edeceği haberini aldı.
Çok sevindi, "madalyayı manevî bir hatıra olarak saklarım. Ama maaşa asla yaklaşmam" dedi. Ve öyle de yaptı. İstiklâl madalyasını evinin mütena bir köşesinde, küçük bir çerçeve içerisinde hayatının sonuna kadar en kıymetli bir hatıra olarak sakladı.
Bir günden bir güne "ben İstiklâl Savaşında şu cephede şöyle yaptım, bu cephede böyle çarpıştım, Filistin cephesinde şöyle başarı gösterdim, şurada kırdım, burada vurdum " demedi.
Bunu bir iftihar vesilesi yapmak isteyenlere tahammül edemezdi. Hayatında kendisini en çok kızdıran olay, en yakın arkadaşı Hasan Çavuş’un; verilecek gazilik maaşını alması için teklifte bulunması olmuştu.
Bu teklif Hacı Mustafa dede’ye o kadar tesir etmiş olmalı ki, hatırına geldiği veya mevzuu bahis edildiği zaman renkten renge girer, sanki suç işlemiş bir insan gibi kıpkırmızı kesilirdi.
Hem maaş almasını söyleyen yalnız Hasan Çavuş değildi. Başka tanıdıkları, bazı komşuları da vardı.
"Bu maaşı al. Nasıl olsa hak etmişsin ki veriyorlar",
"Al da bir oda daha yaptırır kiraya verirsin",
"Hem ne için almayacakmışsın. hâli vakti yerinde bir adam mısın sanki?",
"Al şu maaşı be adam, hiç olmazsa üstüne bir palto alırsın. yamalı elbise giymekten kurtulursun v. s.
O, bütün bu teklifleri ve tavsiyeleri elinin tersiyle itiyor, kendini bu dünya hırsına kaptırmış, adeta esir olmuş bu zavallılara alaylı alaylı bakıyordu.
" kefenlerimiz hazır, inşaallah kimseye muhtaç olmadan takdir edilen ömrümüzü tamamlar, ilâhi rahmete kavuşuruz" derdi.
Soğuk bir kış günü ,ramazan bayramının ilk saatleri sabaha karşı sessizce Rabbine kavuştu. Son nefesini verirken, dilinde kelime-i şahadet vardı.Belki on kere ardı ardına mütemadiyen onu söylüyordu. Mübarek vakitte rahmet-i rahmana kavuşan Hacı Mustafa dedenin, can dostu,kadim yeri kara toprakla buluşma zamanı yakındı artık
Ramazan bayramının ilk günü öğle namazı vakti çift minareli camiden
salası okundu.Kasabanın üstüne koca bir hüzün çökmüştü. İstiklal Savaşı gazisi Hacı Mustafa dedenin nasıl bir insan olduğu dilden dile ,ağızdan ağza,evden eve kasabadan şehre yayılıp durdu.
Aman Allah’ım!
Ne idi o mahşerî kalabalık?
Halbuki o, "tabutumu götürsün tam dört inanmış adam" diyordu.
Dört değil, kırk değil, dört yüzlerin, on binlerin elleri üstünde son yolculuğuna çıkmıştı Hacı Mustafa dede.
19.04.2023
İlyas Kaplan