- 226 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
TUTUNDUĞUMUZ ŞEYLER
Var olan her ne varsa, onun ötesinde yine onu kendine özgü hale getireni kıvama sokan bir şeyler daha olmalıdır. Öncesindeki durum, bize yansıyan haliyle o şeyi daha iyi kavramamıza da imkan verir. O halde ister kavramsal anlamda, isterse cismani temayülde olsun, her şeye bir ad koyarken bizler, aynı zamanda onunla ilgili bir değer yargısını ve bunun bizdeki önceliğini, hayatiliğini de belirliyor olmalıyız.
Baba olarak dillendirdiğimiz ve evi koruyup kollayan, mümkün mertebe de asli olarak onun geçimini de idame eden karakteri daha o küçük yaşlarda sevgiyle bakan gözlerinden, ses tonundaki samimiyetten, evi için giriştiği türlü çetrefilli mücadelelerden, sabrından velhasılı çokça durum ve olay karşısındaki duruşundan tıpkı bir bulmacayı doldurur gibi, zihnimizin en münasip köşesine demir atan bir gemi gibi konuşlandırıyoruz değil mi? Aynı şeyi o koskoca yüreği, fedakârlıkları, hoşgörüsü ve sevecenliği ile annemiz ve sonrasında da diğer kan bağıyla veya bunun dışındaki halkada da can bağıyla bağlı olduklarımız için de yapıyoruz aslında. Öğrenme dediğimiz ve ölüme değin devamlılık arzeden bu durum, varlıkları ve düşünüleri de dizayn ederken; alışkanlıkları, eğilimleri, kalıplarımızı, duruşumuzu ve tepkilerimizi de büyük oranda belirleyen de oluyor nihayetinde. Hepsinin toplamında ve belli deneyimler neticesinde de “ben-biz” dediğimiz şey ortaya çıkıyor.
Kimimiz o “ben” veya “biz”le ne de barışık. İçiyle, dışıyla, cismaniyetiyle, duygu ve düşünüleriyle tam da kendi olabilmiş, ne mutlu. Bunu başarabilen insan sayısı ne yazık ki çok az. Zira, “o kendin olabilmek” öyle de kolay bir iş değil. Koskoca yılları içine alan, türlü acı ve tatlı, kiminde espirili ritüelleri de içerir bir deneyimler halkasıyla vücut bulan bir durum.
İyilere, çirkinliklere, acılara, komikliklere, anlamsızlıklara, bilinmezliklere ve her ne sayarsanız sayın hayatın türlü renklerine karşı tepkilerimizin, söylemlerimizin, duruşlarımzın altında hep o ötelerden beri yapılandırdığımız, inşa ettiğimiz dayanaklar yok mudur? Bu dayanaklar elbette olmalıdır. Bunların doğru bir şekilde ve sağlıklı biçimde tesis olunması biraz bize, biraz da bizim dışımızdaki o başka başka kimselerin dayanaklarının sağlamlığıyla da şu ya da bu şekilde elbette ilgilidir. Ecdadından aldıklarınını hiç sorgulamadan, araştırmadan, denetlemeden ve bir vicdani muhasebeden geçirmeksizin bir kalıp gibi kullanan anlayışlar, büyük olasılıkla o dar kalıpların içinde hapsolacak ve hem kendine hem de diğer insanlara, yaşadığı çevreye de katkı sağlamada tutuk kalacaklardır.
Türlü sınavların içinde olan ve ve dahasında da beklenmedik anlarda kendini yine başka başka sınavların içinde bulabilecek bizlerin geçmişteki bu birikimleri, görünen sorunların aşılmasında ya kolaylaştırıcı rol oynayacak ya da sorunları çözmek bir yana bizleri o sorunları daha bir büyüten hale de getirebilecektir. Bu durum, geçmişteki deneyimleri elde ederken ne derece sağlıklı ortamlardan ve karakterlerden beslendiğimiz konusunu çok önemli kılıyor sanırım. Bugünkü duruşumuzun, duygu ve düşünüşlerimizin, davranımlarımızın perde arkasında yatan şeyler hep o dünlerden değiller mi?
Yukarıda dile getirmeye çalıştığımız şeyler elbette değişmez de değillerdir. Zira, farkındalığı yakalamış bir insan, kendine has ; duygu, düşünce ve davranımlarında daha büyük sorumluluk alarak köklü değişikliklere de gidebilir. Değişim dediğimiz ve her şeye rağmen süreğen olan bu durumun iyiye doğru olması da mümkün, kötüye doğru da. Yaradılışın özünden gelen ve kaçınılma bir gerçeklik olarak da soluduğumuz bu sürecin, bizleri bir önceki halden daha bir iyiye evirebilmesinde, esnek düşünce yapımız, eleştirel bakış açımız, sorgulayıcı tavrımız elbette çok değerlidir. Sözün özü, kimseler değişmez değildir. Ve yine bu değişim hangi yöne doğru gelişeceğini karakterlere de uzunca soluklu tecrübelerle yansımış olanların hangilerinin başat olarak durduğuna göre de yönünü belirler. Maddi kaygıları sıklıkla öne çıkan kişilerin, bu durumlar karşısında çözüm olacak iki seçeneği vardır sanırım. Etik yollardan ve özverili çalışmalarıyla durumu lehe çevirebilecek enstürmanları hayata geçirmek veya bazı suistimallere göz yumarak değerleriyle de çelişen yoldan bu durumu tesviye etmek. Tam da burada öne çıkan şey tutunduğumuz şeylere temas etmez mi? Onlar ki, bizleri bu zeminlere değin türlü kara kışlardan, yakıcı ve kavurucu sıcaklara değin muhafaza etmişlerdi. Şimdi de bunu yapabilirler oysa. Küçücük ve geçici bir konfor için, değerlerimizdeki büyük depremlerin nedeni olacak kararlara imza atmak ne de erdemsiz bir duruştur kanımca.
Başkalarına yük olmadan o günlük koşurturmalarımızla yaşayabiliyorken, değerlerden taviz vererek daha yukarılara öykünülmesi günümüzde ne de sıradanlaşmış bir durum, ne yazık. İnsanlar ne ile yaşar ve veya neler için fedakârlık dediğimiz, özveri dediğimiz şeyleri harekete geçirirler? Bu ciddi sorulara karşılıkların adresi de bunların dillendirilmesi gerek ilk zemin de ailemizdir. Başkalarının çocukları ile sürekli biçimde ve oldukça da acımasızca eleştiriye tabi tutulan çocukların, ideal benliklerini bulabilmeleri ne mümkündür. Her birimiz ayrı birer değer, ayrı bir gereklilik ve duygu, düşünüş duruş olduğumuzu nasıl anlatabileceğiz. Bu konuda arzu edilen farkındalığı sağlayabilmek büyük mücadele de ister elbette. Ve fakat, insanlara kendini anlatabilmek dediğimiz o hayati konu, yine tutunulan şeylerin sağlamlığı ve güvenilirliğiyle de doğrudan ilgili kuşkusuz.
Mesleki duruşundan asla taviz vermeyen, yeri geldiğinde de küçük menfaatleri de büyüklerini de o adanmışlık çizgisine tercih etmeyen, her şekilde dik durabilmeyi başaran bir baba, anne, öğretmen, meslekdaş, arkadaş ve her kim olursa büyük bir kazanımın da anahtarıdırlar şu tutunulan şeyler özünde. Vücuda doğru şeyler, doğru zamanda girdiğinde, onu hem sağlıklı kılacak, hem de daha gürbüz ve dirençli hale de getirebilecektir kuşkusuz. Toplumları oluşturan her birey, aidiyet duyduğu bu toplumun bir hücresi gibi işlev görür. Hücrelerin sağlamlığı nispetinde dokular organları, bu organlar da birlikte bir amaçla çalışarak sistemleri ve sonuçta da vücudu meydana getirir. Hayat karşı tavrımızı doğru açılardan belirleyebilmek, onu doğru okumak, varlığı ve ona giden yoldaki kavramları, duyumları doğru biçimde zihne konuşlandırabilmek, bize en büyük kazançtır. Her nerede olursak olalım, her kim olursak olalım, ne yaparsak yapalım salt bizim için değildir bunlar. Benlerin ortaya koyduğu şuurlu duruş, dokunuş, okuyuşlar ve davranışlar ne derece isabetli hale gelirse, bizlerin de hayatı o ölçüde daha anlamlı ve yaşanılabilir, katlanılabilir hale gelir değil mi?
İnsanlar sadece katı, sıvı ve veya bu ikisi arasındaki kıvamdaki şeylerle beslenmiyorlar nihayetinde. Onları bu organik beslenişin dışında ;soludukları hava, yaşadıkları iklim, izlenceleri, dinlenceleri, arkadaş-dost muhabbetleri, sosyal medya gibi yenilir olmayan ve fakat bize değişim sürecinde ciddi manada yöne veren diğer unsurlardan da besleniyorlar. Bu beslenme bizlerin neleri okuduğumuza, nelere yakın durduğumuza, neleri gözlemlediğimize, işittiğimize de dikkat kesilmemizi gerekli kılıyor.
İnsanları anlamanın belki de en pratik yolu olan gözlemler, sözlü iletişim veya bir eylemde birlikte hareket ederkenki davarnımların ortaya çıkışı, karşımızdakileri daha yakından tanımamızla sınırlı kalmaz, onların tutundukları şeyler hakkında da bize fikir verir. Aynı şey bizzat bizim için de geçerlidir. Kendimize özgü o üslubun, söylemlerin ve duruşun altında da tutunduğumuz, kendilerini adeta nirengi edindiğimiz şeyler vardır daima.
Şu kendim olabilmek ve tutunulan değerlerden beslenmek mezuunda, kendimize acımasız davranmamak da gerekir. Bir atışta hedefi vuramayan ve fakat yeterli sayıda denemeyle hedefi on ikiden vuran bir atıcı gibi, zaman içinde bizler de daha az hata yapan ve daha sağlam adımlarla ilerleyn bireylere dönüşeceğiz kuşkusuz. Bu arada, yaptığımız hatalrın nasıl karşılandığı konusu da çok mühim. Zira, bizim içine düştüğümüz acziyetin karşı taraftaki yansımaları, bize olan yaklaşımları hakkında da ciddi manada ipucu vermektedir. Hatalarımız karşısında bize halen sevgiyle, samimiyetle ve yardımseverlik duygularıyla uzanan el, teselli eden dil ne de güzeldir. İşte, o insanlar sağlam şeylere tutunmuşlardır. Onları da bu tutunmuşluk çemcerimiz içine almak kim bilir bize ne büyük ufuklar açacaktır. İnsan, insanın ufku da olabilir, azabı da.
180 bin kilometrekarede peşpeşe meydana gelen depremlerde binlerce insanımızı yitirmemizi, tarihi, ekonomik, politik ve insani amanada büyük yaralar almamıza neden olan şey o tutunulan şeyler değiller miydi? Afetleri engelleyebilecek bir gücü olmasa da insan, onun yıkıcılığı ne de büyük oranda elemine edebilrdi doğru değerlerle değil mi? Keşke onlarca yıldır bu zeminde insanlara barınak sunan, bu barınaklara,meskenlere, yapılara da doğru değerler ölçüsünde muamele edilebilseydi. Keşkelerin hayata dair daha da fazla acı vermemesi yine o tutunulanlar ne de ilgili, sizce de öyle değil mi?
İster maddi, ,isterse manevi anlamdaki beslenmeler bir süre sonra sonra tutunduğumuz şeylerin de neler olduğunu dışa vuruyor. Maddi kazanımlar her derecede gerekli iseler, sosyal doyum için ideal roller her kadar da cazip olsalar, hiçbirisi tutunduğumuz şeylerle çelişmemeli. Bu durum şimdiki bizin gelecekte de biz olarak devamına veya bizen ötelere doğru sonu bilinmedik bir savruluşa dönüşebilir. Sabrın, hoşgörünün, sadakatin, azmin, bir hedefler silsilesinde koşturmanın ve bunları yaparken de o asil duruşu bozmamanın ne derece kıymetli ve pahasız olduğu fark edebilenlerle dünya bir başka güzel olacak. Bunu ümit ediyor ve bu ümidin gerçekleşmesi için de yine o soylu değerlerimize tüm gücümüzle tutunuyoruz. tutunuyoruz.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.