AHDE VEFA (1) (Bir devrin unutulmaz hatıraları)
Biraz önce beni bir arkadaşım aradı ta Trabzon Akçaabat’tan. Adı, Ali ÖZDEMİR! Arkadaş dediysem de öylesine sıradan bir arkadaşım değil. Her şeyi ile mükemmel bir bozkurt! Hollanda Lahey kentinde birlikte omuz omuza vererek yıllarca ülkücü hareketin sesi olmaya çalıştık. Nice zamanlarımızı verdik gönlümüzce, kalbimizin isteğince. Ne zor şartlar altında Lahey ve Hollanda genelinde ikamet eden Türk toplumuna hizmet etmeye çalıştık. Zerre bir şeylerin peşine koşmadan, kursağımıza haram lokmalar girmeden Allah rızası için çalışıp çabaladık! Menfaatin yanından, kıyısından bile geçmediğimiz gibi tuttuğumuz ocak binalarının kiralarını kendi cebimizden ödedik. Ailemizin rızkından keserek Türklüğün yok olmaması için gurbet ellerde yıllarımızı seve seve verdik. Asla yılmadık, yıkılmadık. Ne gerekiyorsa, hangi fedakarlık olursa canla başla çalıştık birileri evlerinde mışıl mışıl uyurken.
Gece sabahlara kadar tesbit ettiğimiz Türklerin oturdukları evlere yayınladığımız kültür dergilerini, bildirilerini atardık. Derme çatma teksir makinesi ile harıl harıl dergi çıkarmaya çalışırken ellerimiz mürekkebe banarak bize gurur verirdi. Ayrıca dergilerin yazılarını, makalelerini de kaleme alır, bildiriler hazıralrdık pazar köşelerinde dağıtmak için. Gecenin geç saatlerine kadar ülkümüzün aşkını halkımıza yansıtmak için çalışırken, oradaki gençlere Türklük davasını anlatırken ocağın telefonu çalar, ’’ Ali, ne zaman eve geleceksin? Oğlumuz Adem biraz rahatsızlandı da!’’ Ben on dakika sonra telefon yine çalar, ’’ Sefer, ne zaman eve geleceksin, Ülkü kızımız ’’babam nerede anne diye soruyor. Hadi gari gel eve!’’ O denli kendimizi ülkü davasına vermiştik!
Ne günümüz belliydi, ne de hafta sonlarımız. Baharın güzel havalarında aileler çocuklarınıda yanlarına alarak Zuider Park’a veya başka mesire alanlarına, Lahey sahiline giderken Ali, Murat hoca, Sefer hafta sonları bile davayı anlatmak için seminerler verirdi. Ailelerimizden Allah razı olsun, hiç hoşnutsuz olmazlardı bu durumda. Vatan davası, Türklük aşkı adına bir şey demezlerdi ama bizde biliyorduk ki; onların hakkına giriyorduk. Onlarında hafta sonları mesire yerlerinde çocuklarımızla mangal, kısır yapıp, çayın deminde keyif yapmaları haklarıydı...
Akçaabatlı Ali Özdemir ülküdaşım, o kadar çok doluydu ki; konuları anlatırken onun heyacanını görmeliydiniz. Konuşmasında Arif Nihat Asya’dan, Mehmet Akif’ten, Hüseyin Nihal Atsız’dan şiirler okur, gençliğimizi çoştururdu. Allah var; ben de çok coşardım ve onun heyacanına gönülden ortak olurdum. Ali’miz Trabzon’da Eğitim Enstitüsünü bitirmiş öğretmendi. Evlilik dolayısı ile Hollanda Lahey’e gelmişti. İyi ki de gelmişti. Bernim en vefalı, kadirşinas, omuz omuza verebeileceğim en değerli arkadaşlarımdan olmuştu. Onun gibi dava delisi Hamit KADAKAL arkadaşımızda vardı aramızda. O da fikri, düşüncesi dopdolu bir arkadaşımızdı ama o bazı nedenlerden dolayı fikri ayrılıklarımız olunca bizden, biz ondan uzaklaştık. Aslında bu ayrılık saçmalıkktı ama o günün şartlarında böyleydi... Onun da hakkını yiyemem. Çok değerli arkadaşımızdı. Bir ara Bayburt belediye başkan adayı bile oldu BBP’den... Aslında belediye başkanlığını kazanamayacağını o da biliyordu. Amacı, belediyelerdeki talana, vurguna, soyguna, adam kayırmacılığına, halkın gözünün içine baka baka yapılan huksuzluğa karşı baş kaldırısı idi. O nuru ile meydanlarda haksızlıkları dile getirmesi şerefti onun ve bizler için her ne kadar yollarımıza ayrık dikenli otlar serpilsede... Biz olduğumuz yerde mücadelemize ara ve ayrılık vermeden devam ediyorduk. Bizler dimdik ayakta duran, Ülkü Ocaklı MHP’li yiğitlerdik o günün şartlarında. Başbuğ hayatta idi ve biz ona son derece bağlıydık şimdi de olduğu gibi. Yani biz bozkurtlar, Başbuğ Alparslan TÜRKEŞ’İN ülkücüleriydik.
Bazıları ile yollarımız ve teşkilatlarımız ayrılsa da kavgalarımız olmadı birbirimize karşı. Sadece gönül kırıklığı oldu. 1985 yıllarında Özel hareketimizinden bazılarını satın larak, o nları devletin imkanlarında ceplerini doldurarak hareketimizi bölmüştü. İşte bu yüzden başkalarının, Amerika’nmın emrine girmişlerin oyununu görememişlerdi. O aralar Rahmetli değerli başkanımız Muhsin YAZICIOĞLU’nu bile kafaya almışlardı. Sonra ne oldu? Muhsin başkan Başbuğumuza sırt dönmerek maalesef hareketi yaralamıştı... Hareketimizin temeline dinamit koymuş baykuşları görememişlerdi. Zaten tarihte de böyle durumlar ollmadı mı? Kurulan muhteşem devletlerimiz tehlikeleri göremediklerinden, sahte dostluklara aldanarak yıkıldı gitti. Bilge Kağan başbuğ yıkılmış, yok olmak üzere olan milleti toparlamış, gücüne güç katmış? Türk milletinin tepesine çökmüş çaylakları görerek milleti kurtarmış, aç milleti doyurmuş, çıplak milleti giydirmiş koyduğu Türkçü yasalarla. Başbuşumuz Alparslan Türkeş’te Bilge Kağan’ın yolundaydı. Zihinleri işgal edilen gençliğimizi, milletimizi kurtarmaktı amacı. Ama anlamadılar Başbuğu. İşte bizim saftiriklerimiz Özal’ın, ülkücülerin katili Evren’in şeytani oyunlarını göremediklerinden kurdun elmayı oyduğu gibi bizim kızıl elmamızı kendi arkadaşlarımızla oydurmuşlardı o yıllarda.
Devam edecek...
Zafer Direniş
...
Gurbetin Bozkurtları