- 280 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
OĞLUMUN KAN DEĞİŞİMİ
Yıl 1988
Manisa-Alaşehir Devlet Hastahanesi çocuk servisinde hemşire olarak çalışıyorum. Doktorumuz da saygıdeğer Özkan Karaman.
Oğlumu dünyaya getirdiğimin üzerinden daha bir gün geçtiği halde mum gibi sarardı.
Babasıyla aramızda kan uyuşmazlığı da yoktu, bu da neyin nesiydi diye düşünerek eve doktorumu çağırttım.
Sağolsun hiç gecikmeden hemen geldi. Evim de hastahaneye çok yakındı zaten.
Oğlumu o halde görünce çok telaşlanıp, hemen kanını alıp bilirubin (sarılık )testi yaptırdı. Sonucun sınıra yakın olduğunu, acilen İzmir Behçet Uz Çocuk Hastahanesine yetiştirmemizi söyledi.
Hemen söylediğini yapıp hastahaneye yetiştirdik.
Orada yeniden test yapıldıktan sonra, acilen kanının değiştirilmesi , kan vermek isteyen en az dört kişi bulmamız gerektiği söylendi.
Bekletilmiş değil, hemen alınıp verilecek taze kan bulunması gerekiyordu.
Babası bizi bırakıp kan verecek kişi aramaya gitti, beş saat geçmesine rağmen dönmedi.
Oğlumun gözlerini siyah bantla bağlayıp servise aldılar, "yerimiz olmadığı için refakatçı alamıyoruz " deyip beni servis kapısının önünde bıraktılar.
Daha bir günlük lohusayım, sütüm akıp akıp kuruyor, elbisem takır takır setleşiyor, ayaklarım kütük gibi şişiyor ve ayakkabıya sığmıyor, ruhum ise delik deşik ölüp ölüp diriliyorum.
Biliyorum ki kanlar zamanında bulunmaz, değişim yapılamazsa oğlum beyin engelli olarak sürdürmek zorunda kalacak tüm yaşamını.
Şimdiki gibi cep telefonları da yok ki haber alayım babasından.
Gece yarısı olduğunda babası geliyor ve müjdeyi veriyor nihayet.
"Gitmediğim kurum kalmadı, en sonunda Polis Okulu Müdürüne gittim, ilan yapılması sonucu beş tane öğrenci geldi, kanları alındı, görevlilere teslim edildi" diye.
O anda dünyalar bizim oldu, tüm çekilenler unutuldu.
Uyuyamasam da ayaklarımın şisliğinin geçmesi için uzanmam gerekiyordu.
Yakınlarda olan bir otele gidelim bari diye düşündük.
Aceleyle evlilik cüzdanımı yanımıza almayı unuttuğunuz için iki tane otele kabul edilmedik. Üçüncü otel de kabul edemeyeceklerini söyleyince; "kardeşim halimi görmüyor musunuz, ayakta duracak mecalim kalmadı, hiç fuhuş yapacak birilerine benziyor muyuz, daha bir günlük lohusayım ben, çocuğumuzu acilen hastahaneye yetiştirmemiz gerekiyordu, o yüzden unutmuşuz evlilik cüzdanımızı" diyerek adeta yalvardım adama da halime acıyıp aldı sonunda.
Ertesi günü de akşamdan aramayı akıl edemediğimiz canım arkadaşım Lütfiye Özhaldener Muslu ve eşini aradık. Hemen geldiler ve destek oldular. Öyle zamanlarda dostlarının desteğine çok ihtiyacı oluyor insanın. O desteğinizi hiç unutmuyorum Lütfiyeciğim. Sizleri çok özledim bilesiniz.
Üç gün sonra da sağlığına kavuşmuş olarak taburcu işlemlerini yaptırıyorduk ki bizimle aynı gün girişi yapılan ikiz çocukların bir tanesine kan bulunamamış olduğu için çocuğunun engelli kalacağı doktoru tarafından söylenen anne, bayılıp düştü önümüzde koridora.
Meğer, kocası askerde olduğu için kayınvalidesi tarafından getirilmiş hastahaneye ve kan grubu da çok nadir bulunan sıfır negatif olduğu için verecek kişi bulunamamış.
O anda sevincimiz kursağımızda kalarak dönüyoruz evimize.
Böyle durumlar da gösteriyor ki;
Dünyanın en varlıklı insanı olsanız da diğer insanlara muhtaçsınız. İstediğiniz parayı verip de çarşıdan alamazsınız kanı.
Hâl böyleyken, neden birbirinin değerini bilmez ki insan?
Bu anımı özellikle polis haftası nedeniyle paylaşmak istedim.
Ben o cumhuriyetin polislerine borçluyum oğlumun sağlığını.
Ne zaman bir polis görsem, sanki oğlumu hepsi birlikte kurtarmışlar gibi minnet duyuyor ve saygımı ihmal etmiyorum.
Dilerim günümüz polisleri de Cumhuriyetin polisleri olduklarını anlarlar da; tüm hak arayanların aslında kendi haklarını da korumak için mücadele verdiklerini, hak arayanlara zulüm etmek yerine, yanlarında yer alırlar, hepbirlikte çıkarız karanlıklardan aydınlıklara.
Polis haftası nedeniyle, ulu önderimiz ATATÜRK ’ün İNÖNÜ ’yle arasında geçen yaşanmış bir anıdan bahsetmeden de geçmek istemiyorum;
"Polis ve Asker Mantığı"
İnönü Atatürk’ün makamına gelir ve aralarında şöyle bir konuşma geçer.
İnönü:
-Paşam, asker varken polise ne gerek var, polis teşkilatını lağvedelim.
Atatürk:
- Paşam; bana bir er, bir de polis çağırın.
Bir er ve bir de polis çağrılr.
Atatürk ere emir verir.
-Şu tavana ateş et asker!
-Emredersiniz komutanım.
Asker tavana ateş eder ve Atatürk aynı emri polise verir.
-Şu tavana ateş et.
Polis tavana bakar bakar ve ateş etmez. Atatürk sorar;
-Neden ateş etmedin?
-Paşam tavana ateş edersem mermi seker, ya size, ya İnönü Paşama isabet edebilir. Kimbilir bana da isabet eder.
Atatürk İnönü’ye döner;
-Aradaki farkı gördün mü Paşa? Er emirle hareket eder, polis mantıkla.
İkisine de ihtiyacımız var. Polis teşkilatı asla lağvedilemez.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.