- 1004 Okunma
- 4 Yorum
- 6 Beğeni
HATIRLAYIŞIN DİPSİZ KUYUSU
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Tarih: 1 Mart 2023.
Orhan Pamuk’un Kara Kitap’ını bitirdim bugün. Karşılıklı helal ettik haklarımızı birbirimize. Bitirdiğimde vedalaştığım diğer kitaplar gibi hüzünlü bir şekilde vedalaştık. Usulca ve incitmeden raftaki yerine koydum onu. Kitabın içi hatıralarla doluydu… Hatıraların içi arayışlarla… Arayışların içi kayboluşlarla… Kayboluşların içi hiçliklerle… Yaralarla, yalnızlıklarla… Proustvari uzun cümleler, postmodern anlatımlar, daldan dala, konudan konuya zıplayıp duran paragraflar, tarihi ve düşsel bir ziyafet sunuyor… Zor ve yorucu bir kitap… Ama bir o kadar da büyüleyiciydi. İnsanın başı dönüyor. Galip, Rüya ve Celal; kitabın sonunda üçü bir olup sözcüklerin ve anlamların uçurumuna atlıyorlar aynı anda. Sadece biri kurtuluyor, Galip. Aslında kurtulmuyor. Boynuna yılan gibi dolanıyor ıssızlığın kolyesi. Yüzlerinden dökülen anı parçacıklarını topluyorum yerden ve onları kanayan belleklere sargı bezi yapıyorum. Sonra kendime dönüyorum, kendime dönüyorum, kendim olamayan kendime. Tıpkı kitap boyunca yanıp yanıp sönen ve hiçbir yere varamayan “bir insanın kendi olabilmesinin mümkün olup olamayacağı” sorgusunun okunaksız kalması gibi. Bütün o okunaksızlığı bir tek şey ışıklandırıyor: Hatırlayış. İnsanın hayatındaki en görünür gerçekliktir hatırlayış. İnsanın kendi olup olamayacağı bilinmez ama hatırlayışın kaçınılmazlığındaki hüzün kesindir.
Oradayım Zeyno, hatırlayışın dipsiz kuyusunda. Hafızam hüzünlü yüzler ülkesi. Uçsuz bucaksız papatyalar vadisindeki kokuların ve polenlerin dansı. Şiir olmaya çalışan sarı bulutların gölgesi. Kuşlar, böcekler, ağaçların uğultusu, yaprakların hışırtısı. Çizgiler, atlar, yılanlar… Hareket halindeki her şeyin sesini duyuyorum. İstasyonların, terminallerin, otobüslerin ve trenlerin yaralarını duyuyorum. Otlara uzandım, toprağın kımıldanışını hissettim. Betonların çatlayışını. Camların kırılışını. Suların çığlığını. İç içe sokulup da birbiriyle konuşamayan dev binaların öfkesini.
Bütün o rafa kaldırdığım kitapların seslerini duyuyorum içimde. Etrafımda dolaşan düşünceler hem çılgın kanatlarla hem de ağır yüklerle dolu. Sana koşuyorum, üstümden fotoğraflar dökülüyor, ömrüm dökülüyor üstümden. Koşmak imgeleşiyor. Çünkü varmanın sanatı da benimle birlikte geliyor. Tam sana vardığımda işgal edilmiş bir kent oluyorsun. Islanmış bir kent… Çamur içinde kalıyorum. Çamur içinde kalıyorum. Sen bütün zamanların en güzel işgal edilmiş kentisin Zeyno. Turuncu ve mor caddelere sıkıştırılmış evler, nefes alamayan duvarlar, sevmeyi ve gülümsemeyi unutmuş insanlar doldurmuş bu kenti.
Seni almaya gelmiştim buradan Zeyno. Seni almaya hakkım vardı diplerde dolaştığımdan dolayı. Zulme karşı işçi direnişlerinde sınadım kendimi sana yakışabilmek için. Pankartlar taşıdım, “Kahrolsun faşizm” diye bağırdım. Güçlü imgeler biriktirdim kötülüğün fabrikasını havaya uçurmak için. Susmayanların tarafında yürüdüm, bazen tekmelerle, bazen resmi kurşunlarla, bazen de gözaltında onurlu bir gazeteci olarak öldürüldüm. Ben herkesin ölüsüyüm Zeyno. Herkesin kırılışıyım.
Seni yine bulamadım umutla çıktığım bir yolculuğun daha sonunda. İşgaller arasından geçtim, kaya gibi sertleşmiş mutsuzlukların içine girdim, kadınların ezildiği zamanlarda ağladım ve yalnızlıktan yapılan ücra adamların yüzlerinde konakladım. Gözbebeğimi riske atma pahasına milyonlarca kitabın içinde dolaştım, yine de bulamadım seni. Kim bilir hangi yüzyılda hasar almış bir gülümsemeyi onarıyorsundur şimdi. Yırtıklarını dikiyorsundur “insan” kavramının. Yıkıntılar arasında kalmış ülkelerin üzerine yıldız tozlarını serpiyorsundur. Sen bütün zamanların en güzel kaybedenisin Zeyno.
Bulamadım seni ve yine kurtulamadım üzerime yapışan bu külrengi duygudan. Sokak aralarına, köşe başlarına, kaldırımlara ipuçları ve kokular bırakarak ayrılıyorum. Yolun düşüp de rastlarsın diye. Kendime dönüyorum, kendim olmayı başarıp başaramadığımı bilmediğim, asla bilemeyeceğim kendime. Az sonra zamanını şaşırmış acemi bir kış mevsimi gelip geçecek buradan, onun kanatlarına takılıp gideceğim yeni bir roman yazmaya doğru. Adı “Buz Çölü” olan bir roman.
YORUMLAR
Siz , "buz Çölü" romanını hiç vakit kaybetmeden yazmalısınız.
Kusursuz imla özelliğini de içinde barındıran yazınızdaki edebi üslup, yoğun olarak zevk ve hayranlıkla izlenen özgün ve zengin betimlemelerle sıra dışıydı.
Takdir ve tebriklerim içten.
Saygılarımla.
Dramatik Buluntular
Selam ve saygılar...
Bazı çalışmalar şiir gibidir bakmayın bir yazı olmasına işte buna örnek bir çalışma okudum kutluyorum saygılar
Dramatik Buluntular
Selam ve saygılar...
kaleminizi okumak çok güzel
daha sık yazın lütfen
içten selam saygılarımla değerli dost yazarım
Dramatik Buluntular
Sık sık yazamıyorum.
Zamanım yok genellikle. Kısıtlı zamanlarda okumayı daha çok seviyorum.
Emekli olduğumda belki buna imkanım olur.
Selam ve Saygılar...
Değerli yazar kardeşim, Orhan Pamuk'un sunduğu mükemmel"düşsel ziyafet"ten başlayıp, kendi mistik iç dünyanızla başbaşa bıraktınız beni. Ben de kendimce, sizin düşlerinde yolculuğuna çıktım...
Zeyno zihninizdeki hüznü hissedermi, hatırlarmı bilmem, ama hatırladıklarınızın o dipsiz kuyusunu biz okuyuculara açtınız. Hafızamızı sarkıttık içine ve zaten alt yapısı hiç bozulmayan hüznümüzü yineledik. Derinden hissettik. Çünkü potansiyel olarak hep o mecradayız.
Yaralıyız. Derin yaralarımız kabuk tumuyor bir türlü. Tam tutacakken, birileri gelip tırnaklıyor. Kanıyoruz. Evet, hem de çok kanıyoruz; bireyler olarak, toplum olarak...
Ancak, Zeyno'ya şimdi rastlamasanız da, koşmaya devam etmelisiniz. Belki yepyeni bir dünyada, bir "Buz Çölü"nde bulacaktır sizi Zeyno. Öyle umuyor ve diliyoruz...
Başarılar diliyorum yolculuğunuzda, sevgili Dramatik Bulutlar.
Teşekkürlerimi bıraktım bu sıcak paylaşım için.
Selamlar, saygılar.
Dramatik Buluntular
Başka bir hüzün durağında buluşmak dileğiyle,
Sevgiyle kalın...