- 246 Okunma
- 1 Yorum
- 5 Beğeni
UYANIŞ VE YENİDEN DİRİLME
Gecenin sakin ve sessiz saatinde; yatağına uzanıp, dua ederek uykuya daldı.
Uykunun en derin vaktinde, büyük bir sarsıntıyla yatağından korku ile sıçradı.
Sanki bir beşiğin içindeymiş gibi sallanıyordu, ev yerinde durmuyor, bir aslan gibi kükrüyordu.
Hayret ve dehşet içinde ne yapacağını şaşırdı.
"Kıyamet mi kopuyor, neden her yer sallanıyor?" diye, kendine ardarda sorular soruyor, delirmiş gibi şuursuzca sağa sola, duvara, tavana bakıyordu. Tavandaki avizenin salıncak gibi sallandığını fark etti.
İçindeki korku hızla yükselişe geçti, göğüs kafesi daralmaya başladı, nefes almakta zorlanıyordu. Ruhu bedenine isyan başlatmış, dışarı çıkmak için çabalıyordu.
Gözleri fal taşı gibi açıldı, birden bir gürültü yayıldı.
Sanki yüreği parçalanıyordu.
Diz üstü çöktü, gözleri kızardı, yüzü morarmaya başladı. Yüreğinde bir ateş yandı, durmadan alevleniyordu, öyle ki içindeki ateş yüzünü, gözünü kızartıyordu...
Baş dönmesi, mide bulantısı başladı. Midesinde dev dalgalar coşuyor, hayatında hiç hissetmediği şeyler hissediyordu.
Ellerini midesine bastırdı. Mide bulantısı gittikçe şiddetlendi, gözlerinin önü karardı, her yeri zifiri karanlık görmeye başladı.
Aniden ışıklar söndü, karanlığa karanlık eklendi.
Biri başına demir tokmakla vurmuş gibi, tam anlamıyla aklını yitiren bir sarhoşa döndü.
Ayağa kalkmaya çalıştı, ilk defa ayağa kalkmaya çalışan bir bebek tedirginliğiyle korka korka kalkıyordu.
Tam kalkmışken birden yeniden yere çakıldı.
Bir kedi refleksiyle yere sarılıp yapışmaya çalıştı, fakat yer kaynar kazandaki su gibi fokurduyordu, durmuyor, müthiş bir huysuzluk sergiliyordu...
İçerideki ses yetmezmiş gibi bir de çığlık sesleri duymaya başladı.
Dışarıda hummalı çığlıklar, bir savaş meydanındaki ayak sesleri, ayaklar yerlere değdikçe içeriye bomba düşürüyor gibiydi.
Neler olduğunu anlamakta zorlanıyordu.
Aklını yitirecek hale geldi.
Birden gece yatağa girdiğini hatırlamaya başladı.
Evet, yatağa girdim, güzel, sıcacık yatağımda güzel güzel uyuyordum.
"Kim uyandırdı beni uykumdan?" diye sesini yükseltti, öyle bir ses ki, korkuyla karışık müthiş bir çaresizlik..
“Her nerede olursanız, ölüm sizi bulur; (takdir edilmiş zamanı geldiyse) yüksekçe yerlerde tahkim edilmiş kalelerde olsanız bile.” (4/78)
Durdu, sakinleşmeye çalıştı, fakat dışarıdaki sesler ona huzur vermiyordu. Sakinliğini bozuyor, zihnine korkular salıyordu.
Balta girmemiş büyük bir ormanda yapayalnız kalmış gibi garip, korkutucu, ürpertici sesler duyuyor, her duyduğu ses kalbine korkular salıyordu.
Savunmasızlığın oluşturduğu derin bir çaresizliğin pençesinde adeta can çekişiyordu.
O gün insan, "Kaçacak yer neresi!" diyecektir. (Kıyame;10)
Dışarıdaki hummalı uğultu ses anbean yükseliyor, sesler birbirine karışıyor, büyük bir gürültüye dönüşüyordu.
Elleriyle kulaklarını tıkamaya çalıştı, fakat bu davranış seslerin yükselmesine sebebiyet verdi.
Aniden ellerini kulaklarından çekti ve başını iki elinin arasına koydu ve tutmaya başladı.
Öyle bir tutuş ki; başı gövdesinden kopacakmış da, kopmasını engelliyormuş gibiydi.
Saatlerce ölümle cebelleşiyor, ölümü yenmek için tüm gayretini sarf ediyordu.
Birden durdu, tüm seslere perde çekti, bütün dikkatini toplamaya çalıştı ve kendine yöneldi.
“(Ölüm döşeğindeki bir adamın son nefesi) boğazına dayandığı zaman, siz de (çaresiz bir şekilde) durup seyrederken; (Bizi) görmediğiniz halde Biz ona sizden daha yakınızdır.” (56/83--85)
O ân’da birini gördü karşısında, dikkatle baktı, tanımaya çalıştı ama tanımadı, hayatında hiç görmediği biriydi.
Çok sakin ve kararlı, kendinden son derece emin biriydi, hiçbir korku taşımıyordu.
Ev olağanüstü bir şekilde sallanmasına rağmen kendisinde hiçbir kımıldama, kıpırdama, korku, endişe yoktu.
’Galiba delirdim’ demeye başladı yine, karşısındaki kişi;
"Hayır delirmiyorsun. Ölüyorsun," dedi.
Korkuyla, "Hayır, olamaz!" diye bağırdı. "Henüz çok gencim, çocuklarım çok küçük, kim bakacak onlara?" dedi, korkuyla karışık hüzünle.
Bir çok kişinin hakkına tecavüz ettim, insanları çıkarlarıma alet ettim, onların saf duygularını kullandım, bana güvenen insanları aldattım.
Ne olur bırakın beni, hatalarımı en güzel şekilde telafi edeyim..
(Onlar o anda içlerinden ne geçirirler, haber vereyim mi;)
“Rabbim! Beni(m ölümümü) yakın bir süreye kadar geciktirsen de, gönüllü yardımlarda bulunsam ve (iyi işler yapan) salihlerden olsam!” (63/10)
Sekerat halinde insan; korkuyla gözleri dönmüş bir şekilde, -yardım dilemek için- etrafına bakınır durur. (33/19)
Bir yandan ağlıyor, gözlerinden sicim sicim yaşlar dökülüyor, bir yandan da boğazı düğümleniyor, ağzından kelimeler kesik kesik çıkıyordu.
Hıçkırıklar konuşmasını engelliyordu.
Lanet olası gözyaşları ve hıçkırıklar! bırakın da konuşayım, halimi anlatayım...
Çok sakin ve kendinden emin olan kişi;
"Sen kendini ne zannediyorsun, çocuklarının rızık kaynağı sen misin?" dedi, ve devam etti.
"Sen sadece vesilelerden bir vesilesin, kendine dev aynasından bakma artık, bırak bu savunma psikolojilerini, ölümün geleceğini biliyordun."
"Ölmeyecekmiş gibi yaşamanın mantığı iflas etti, artık çok geç..."
"Aldattığın, kandırdığın insanların vebali seni hiç bir zaman bırakmayacak, ölürken değil, yaşarken düşünecektin bunları."
"Bak birazdan güneşin batıdan doğacak ve sen öleceksin."
O korkunç söylemler karşısında aniden kaçmaya başladı, sanki kaçmakla ölümden kurtulacakmış gibi bir refleks gösterdi ve dışarı fırladı.
Gördüğü manzara onu dehşete düşürdü, herkes ağlıyor, çığlıklar gökyüzüne uzanıyor, dizlerini döven kadınlar, ağlayan çocuklar, kederli kederli düşünen adamlar görüyordu. Büyük bir yas kaplamıştı dışarıyı, bir karanlık çökmüş gibiydi bütün insanların üzerine.
Eğer (şimdi siz de) inkâr edecek olursanız, çocukların (bile korkudan) saçlarını ağartan bir günde kendinizi nasıl koruyacaksınız?
Gördüğü bütün insanlar yakınlarıydı, eşi, çocukları, annesi, babası, kardeşleri, akrabaları, komşuları.
’Neden ağlıyor bu insanlar?’ diye hayretle düşünüyordu...
Birden bir kadının, "Gitti, Selim’im!" diye ağlayarak feryat ediyor olduğunu gördü.
Elleriyle kendini yokladı, kendinden emindi, bir yere gitmemişti.
Ve kalan tüm gücüyle bağırdı. " Ben burdayım, bir yere gitmedim! " Ses o kadar yankılandı ki kulakları tırmaladı adeta, fakat onu duyan kimse olmadı...
Feryat eden kadına yaklaştı ve "Anne bak ben burdayım, ben Selim’im, oğlunum!" diye sarstı annesini, fakat anne hiç sarsılmadı, sanki bir dağa dokunuyordu...
Eşine doğru koştu, durum aynıydı, değişen bir şey yoktu..
Sonra kaçtığı yere döndü, içerideki şahıs ona baktı ve
"Geri geleceğini biliyordum." dedi.
Hayır, hayır! (Kaçıp) sığınacak yer yoktur!
O gün varıp durulacak yer, sadece Rabbinin huzurudur. (Kıyame;11-12)
Senin yerin burası, kaçamazsın buradan.
Şaşkınlık, korku, dehşet adeta birbiriyle yarışıyordu, ant içmişlerdi sanki bu adamı delirtmeye.
Doğruca yatak odasına gitti, yerde birini yüzüstü yatarcasına gördü.
Korkuyla yaklaştı ve çevirdi. Yüzüne baktı ve büyük bir çığlıkla haykırdı.
"HAYIR, OLAMAZ!"
Gördüğü kişi kendisiydi...
O refleks ve korkuyla dönüp o kişiye yalvarmaya başladı; ne olur, ne olur bana biraz daha zaman ver, yıktığım kendimi yeniden onarayım, kendime ve çevreme faydalı biri olayım, bugünüme hazırlanayım, dürüstlüğü ilke edineyim, geleceğime/ahiretime yatırım yapayım, zira ben yaşayarak ahiretimi enkaza dönüştürmüşüm, senin gelişin gözlerimdeki karanlık perdeyi yırttı, sönen bilinç ışıklarımı yaktı, bana çok büyük bir farkındalık verdi; artık çok iyi görüyorum, ne olur, yalvarıyorum bana biraz daha zaman ver...
Allah, eceli geldiğinde hiç kimseyi (ölümünü) ertelemez. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.
(Munafikun;10)
"Oyun mu oynuyoruz?"
"Yeni mi aklın başına geldi, ne garip şey, illaki öldükten sonra mı uyanacaksın?"
"Oysa hergün ölümlere şahit oluyordun, bu şahitliğin sana ölümün geleceğini söylemedi mi?"
"Karabulutlar yağmurun habercisi değil mi?"
"Sen neden hiç düşünmedin bunları?"
"Şimdi dönüşü olmayan bir eşikten içeri girdin, artık çıkış ve dönüş yok."
Bu söylemler ilahi bir tokat gibi beynine çarptı.
Sarsıldı, sanki 9 şiddetinde bir deprem yaşadı, ev başına yıkıldı, enkaz altında nefessiz kaldı, karanlık zifirileşti.
Olanca gücüyle bağırdı, ama sesi hiç çıkmıyordu, kendi çığlığını kendisi bile duymuyordu.
Birden uyandı.
Yatakta kanter içinde kalmış, üstü başı sırılsıklam olmuştu, nefes alamıyordu, rengi değişmiş, yüzü soluklaşmıştı, sanki büyük bir enkazın altında uzun süre kalmış gibiydi, konuşacak mecali, kımıldanacak hali kalmamıştı.
Kalkmaya çalıştı, fakat kalkamadı, bütün vücudu felç olmuş gibiydi, vücudunu hissetmiyordu.
Bir ölü gibi yatağında sırt üstü uzanıyordu...
Gördüğü bir rüya olmasına rağmen, çok derinden etkilemişti, Selim’i.
Artık bundan sonra hayatı eskisi gibi olmayacaktı.
Annesinin yanına gitti, ellerini öptü, sımsıkı sarılıp,
"Anne beni affet, özür dilerim, dün kalbini çok kırdım, beni affet ne olur."
Diye yalvardı, helallik istedi.
Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi ve anne babanıza iyi davranmanızı emretti. Onlardan biri veya ikisi senin yanında yaşlanırsa onlara öf bile deme! Onları azarlama! İkisine de gönül alıcı güzel sözler söyle.
(İsra;23-24)
“İman edip sâlih amel işleyenlere ne mutlu. Onların sonunda varacakları yer ne güzel." (Ra’d, 13/29)
Dünya ahireti imar eden yerdir.
Her insan ahiretini dünyada oluşturur.
Kimi cennetini inşa eder, kimi cehennemini.
Selim bu gerçeği derinden farketti, zihnen, ruhen bütünüyle değişmeye başladı, bilinç dünyasında ilahi bir ışık yandı, artık hayata, insanlara ve kendine o ilahi ışık ile bakmaya başladı.
Dünya hayatının bir rüya kadar kısa olduğunu, bu kısacık hayat için ebedi yurt olan ahireti feda etmenin büyük, derin ve telafisi mümkün olmayan bir yaşam sergilemenin çok büyük bir yanılgı olduğunu derinden farketti.
«Rabbimiz Allah´tır» deyip sonra da dosdoğru yaşayanlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.
(Ahkaf;13)
YORUMLAR
Ölüm gerçeğini; rüya, deprem bağlamında ve âyetler ışığında güzel kurgulamışsınız.
Yazınızı okurken, bir anda kendimi liseli yıllarımda gördüğüm bir rüyada buldum. O rüyamda da sanki kıyamet kopuyordu. Gökten devasa taşlar yağıyor, insanlar başı kesik tavuk gibi sağa sola kaçışıyordu. Çığlıklar kaplamıştı her yanı. Ben ise o hengamede bir kova su arıyordum. İlk gençlik cehaletiyle ertelediğim için gusül almam gerekiyordu. Ölmeyi kabullenmiştim, zaten o devasa taşlardan ve yıkımdan kurtulmanın imkânı yoktu. Ancak Allâh'a yalvarıyordum, abdest alacak bir su bulabilmeyi diliyordum. Andestsiz ölmek istemiyordum. Ama o hengamede su da yoktu ortalıkta. O çaresizlik içerisinde çırpınırken birden uyandım. "Oh, çok şükür, rüyaymış!" dedim, bunun bana şiddetli bir ihtar olduğunu düşünerek hemen banyoya koştum.