Ölüm sonrasını Keşfetmedikçe Daha Çok Yıkar Afetler Bizi
O gece her zaman ki gibi, bizim hayallerimiz, arsızlıklarımız, düşmanlıklarımız, umutlarımız… Vardı. Her zaman ki gibi sabah olacaktı. Nisan yağmurlarıyla ne istediysek yeşerecekti önümüzde ve olacaktı dünya emrimizde… Alışmıştık uyuyunca bu dünyada sabah olacağına…
Hani kim hayal eder ki, gözü kapatınca kabirde olacağına…
Hani kim öbür dünyada yeni bir hayata başlayacağına…
Sanki güç elimizde, dünya dilimizde, çalar gibi bağlama mızrap telimizde!
Hani inandığını söyleyen bile, ölüm kurgusu kurmadığı bir kişilik ile uyuyunca uyanacağına inanıp, yaşayıp yaşlanıyoruz ya.
Hani depremden kurtulsak bile, yine o kabire girmeyecekmişiz gibi seviniyoruz ya.
Kimse emanet ettiğinden dolayı malını geriye alamayacağından emin olmadığı gibi, canının da emanet edildiği bu dünyada kalacağından nasıl emin olabilir ki?
Uyumak küçük ölümdür… Bir adım ötesi ise bu dünyadan sonsuz ayrılıştır.
Mesele ölmek değil de, ölünce ne yapacağımızı ve nasıl yaşayacağımızı hayal etmemektedir. Ölüm korkunç gelir bu yüzden gözümüze. Kıramadığımız alışkanlıklarımızı bozan bir ders veriş vardır. Güçsüz olduğumuzu ve geriye dönüşü olmayan zoraki de olsa bir teslimiyeti yaşatır bize. Hani yaşlansak bile, el-kol işe yaramasa bile, göz bu dünyayı görür olsun isteriz. Ölmeyi asla istemeyiz.
İnsan öldükten sonra gideceği yerin, mesela cennet olduğunu bilse, bir saniye bile bu dünyada kalmak ister mi?
Bu dünya nasıl bir çiledir, nasıl bir acı yeridir, nasıl ihanetlerle dolu sevgisiz ve ruhsuz bir yerdir, bunu herkes bilir. Ama bunları yendikçe ve sonrasında yaşanılan hoş geldikçe, gelen bu olumsuzluklara katlanırız. İşte kocaman umut madalyası, herkesin boynunda asılı durur. Umut var oldukça da yaşarız ve aşarız engelleri…
Öbür dünya bir bilinmez. Kocaman bir karanlık. İnsanlar uzayı keşfetmeye, kara delikleri çözmeye gayret eder ama nedense ölümden sonrasının neresi olduğunu merak etmezler. Hatta konuşmak bile istemezler. Konuşanı da yanından def ederler.
İnsan öbür dünya gerçeğini ve ölümü konuşmak zorunda. Yoksa bu dehşetli deprem manzarasında olduğu gibi, yaşayan biri enkazdan çıkınca yaşadığına sevinir durur. Sanki ölümü yenmişçesine. Sanki kurtulan oldukça ölüm diye bir şey yokmuş gibi bir inanış içine serpilir. Sanki ne kadar yanlış da olsa, o evler depreme dayanıklı olsa deprem de insanlar ölmeyecekmiş mantığı kalplerine yer eder. Oysa var olan ecelin vakti mi değişir ki? Kim ecelinin vaktini değiştirmeye güç yetirebilir ki? Sebepler değişir ama ecel kapıyı mutlaka bir sebeple çalar.
“Dere yatağı, fay hattı üzerine ev yapmamak, yapılan binayı sağlam inşa etmek… Bina yaparken izolatör kullanmak.” Allah’ın ilmi böyle diyor. Yani binanın yıkılmasını ilim yoluyla önlemek mümkün.
Çok şükür Müslümanım. Kur’an bize bu dünyayı da, öbür dünyayı da anlatıyor. Nasıl bir bilim adamının kara delik hakkında ki teorisine inanıyoruz, o zaman Kur’an da anlatılan öbür dünya tasavvuruna da inanmalıyız. Yani bu dünya bir sınav yeri, eğer biz Allah’ın dilediği gibi yaşarsak, iyi insan olursak, Allah’ın rahmetiyle cennet yaşantısı ölümden sonrası bizi bekliyor. Orada ne istersek özgürce yaşayacağız, hem de sonsuza kadar. Eğer kötü insan olursak, Allah’ın dediğine isyan edersek, sonsuza kadar cehennemde, ateşin içinde yeniden dirilip, tekrar yanacağız. Öbür dünya işte bir insan için iki boyutlu bir yaşam.
Allah’a güvenip Onu dost edinenlerin hiç ölüm korkusu olur mu? Hiç aşığına kavuşmak istemeyen Mecnun gördünüz mü? Her dehşet, bizi tefekkür etmeye davet ediyor. Hani bir depremzedenin dediği gibi “Kurtulursam beş vakit namazımı eda edeceğim diye söz verdim kendime!”… İşte böyle bir tefekkür! O kurtulanların ölmeden önce geçmiş hayatlarını düşünmeye ve yaşayacakları yeni hayatın nasıl oması gerektiğine tefekkür etmeye çok vakitleri de olmuştur şüphesiz.
Allah bize zulmetmiyor, her şeyi ilmiyle açıklıyor. Eğer biz gaflete düşerde o ilmini görmezden gelirsek acı faturasının bedelini kendi yanlış seçimimizden dolayı bu deprem gerçeğinde olduğu gibi çok kötü ödüyoruz. Eğer biz yanlış bir dünya hayatı yaşarsak, acısı da bedeli de böyle ağır oluyor. Bu saatten sonra bu acıdan ders alıp, Allah’ın ilmini unutmadan bir dünya düzenini kurmaya çalışmalıyız. İnsan bilgiye çok kolay ulaşıyor artık. Aklımızı kullanıp cahillerden olmayalım. Hangi işle meşgul olursak olalım hiç kimsenin bizi kandırmasına izin vermeyelim. Allah yolundan saptıracak ve dünya mutluluğuyla sarhoş edeceğini anlatan masallara inanmayalım inşallah.
Saffet Kuramaz
YORUMLAR
Bir ebru sanatçısı misali yazısını hazırlamış hocam, renkler desenler tam oturmuş
Şimdi efendim!
Sevgili Yunus misali "cennet cennet dedikleri, birkaç köşkle birkaç huri, isteyene ver onları, bana seni gerek seni" diyebilsek, özümsesek ne ölüm korkusu kalır ne mahşer ne cehennem
Demem şu ki, cehennemden korkmayacağız, cehennemin sahibinin azabından çekineceğiz, cenneti değil de sahibinin rızasını kazanmayı isteyeceğiz
Aksi halde sevgili Akif'in demesiyle "Aldanma insanların samimiyetine! Menfaatleri gelir her şeyden önce. Vaat etmeseydi Allah cenneti; O’na bile etmezlerdi secde.” demesindeki gerçeklik misali şapa oturduğumuzun resmidir
Öyle ki, itikat duymayanlar hep şunu öne sürer; cennet, cehennem üzerinden Allah'a bağlanmak menfaatperestlik değil mi? Elbette öyle de bu insan gerçeği, Allah'ı özümsemeden sırf cennete gitmek adına inanır görünenin cennete gideceğini, ya da cehennemlik olmayacağını söyleyen kim?
Hani derim ki, cennet uman ya da cehennemden sakınan hâşâ Allah ile pazarlığa oturmuyor
Nihayet hocam
Yüreğinize, emeğinize, kaleminize, kelamınıza bereket
Selam ve saygılarımla.