- 693 Okunma
- 2 Yorum
- 3 Beğeni
KÜS...
İstila edilmiş bir düş meclisi ve ayağıma geçirdiğim rugan botlarım: bata çıka yürüyorum yolun çağırdığı yana değil ters istikamette yürüyorum hem de bodoslama.
Bir arayışın da izini sürüyorum ve mahkûm edildiğim hayatın kömürlük penceresinde bakıyorum içime ve içtimada geçen ömrün şakağına dayıyorum kalemi.
İzbelerde saklı enginlikler akla ziyan lakin…
İzbedeki o rutubet ve nemli gözlerim…
Sayaç aralıksız yol almakta bazen gerisin geri giden rakamlar ve işte yek attığım düşeş gelen hizaladığım duygular.
Kat ettiğim makber.
Kaybolduğum mahşer.
Yankısı yok artık seslerin çünkü tek yaşam belirtisi yok üzerime geçirdiğim.
Geçkin nidalar sökün eden asırlık şarkıların bam teline dokunan yüreğim ve matemi yolcu ettiğim mahremi ifşa ettiğim.
Kalibresi bilinmeyen bir isyan ihtiva ettiğimden de öte itiraz ettiğim ve kış gerçek kimliğini sırtına geçirdi sonunda.
Meylettiği bahar havasını da savurdu düne ve bulutlar kar toplarken aralıklı yağan yağmurun sitayişine tanık iken ve de düne takık bir rabıta bayrakları açıp da yollara düştüğüm.
Yitik sözcükler askıda ekmek gibi.
Yatık gemiler dümeni kıran kaptan gibi.
Meali günün ve kış gerçek yüzünü gösterdi ben ise üşümeye doymuyorum ve çıplak ayaklarımla arşınlıyorum yolları.
Duygusal mahiyette çökkünüm.
Redif yutup kustuğum cinaslar ve aşkın ölü kimliğine sövdüğüm.
Muteber olansa yalnızlık ve çoğul kimliğime duygular sirayet ediyor: mevsime yataklık yapan bir dere yatağı gibi oysaki içim nasıl da kurudu kurada çıkan hüsran misali gel-git leri ömrün ve devasa bir girdap içinde dönendiğim ve şafak saydığım geceler dünde kaldı bense erkenden ayakta ve içtimada saat tutuyorum.
Ve devasa bir es verip içimdeki rüzgâra mağlup geldiğim kadar mazlum olmanın kitabını yazıyorum.
Gücüme giden ölümcül güçler.
Güç bela yaşadığımsa aşikâr.
Güleç değil günün siması ve geceyi delen bir ışık misali içimde ışıyan yalnızlığın gölgeli yolu bitap düştüğüm.
Melodiler çalan ve derin bir melankoli.
Göğü zımparalayan gök gürültüsü ve kar fırtınasının saatini önceden tahmin eden gelişmiş teknoloji gelin görün ki gelişim odaklı hayatta bazı şeyler gerisin geri gitmekte misal teknoloji özürlü benliğimle savrulduğum kadar savunmasını yapamıyorum içimde yenik düşen çocuğun gözyaşlarına eşlik ediyorum ve göğü delen bir ışık huzmesi adeta kıyamet alameti ve fıtratımdaki fırtına eksiksiz görevini yapmakta ve batağın ardından beyaz bir çağrı ya ölüm ya doğum ya da ikisi birden eşlik ederken döngüye hatmettiğim sözcükleri bir bir süzgeçten geçiriyorum.
Zımba gibiydim madem dünümde.
Zinhar ölgün mizacımla yittiğim günümde.
Ve ezan sesi kucakladı evreni ve kuytularda geçen ömrümü alaşağı edip bir isyana denk düşen zemheri.
Kardan adamlar ve kadınlar.
Kardan mütevellit çağlayan sular donan nehirler.
Kar kapıyı aldı işte ve İstanbul bin bir nazıyla yerleşikken tüm şehirlerin yüreğinde bilen biri de var aslında İstanbul’un kendini naza çektiğini.
Zarf atan posta güvercinleri.
Şehrin silik yedi tepesi.
Bir isyan zinciri ya da inkâr ve itiraf ediyorum suçumu:
Çünkü ben bir imla hatasından ibaretim.
Çalgı çengi sunumda.
Çingene Kadını pembe eteğiyle sürtüşüyor yağan karın her zerresine konuyor ruhuyla ve pişekar gölgeler sitemkâr mizaçlarında savuruyorlar içlerinde taşıdıkları ne varsa dışa vurup sözüm ona şeffaf bir kimliği yansıtıyorlar.
Günler var ki kendimde değildi.
Bir ömür ki heba ettiğim ve uzatmaları oynuyorum şehrin aksinde bir resim ve yağan karın nezdinde tutuk iken nefesim.
Bir tutku ise yaşamak ne ala.
Bir sus payı söylemse yaşam sessizlik gırla.
Sesin yankılandığı o dehliz ve maytap geçen şehir magandaları ve hayli nüfuzlu çoğu ve çağlayan dereler ve zırlayan siren sesleri ve umudu saklı tutup içime yağıyorum ve kapanıyorum da içime hem de bir daha açmamak kaydıyla.
Rüştünü ispatladı artık cüce Şubat bense soluksuz kaldığım kadar silik bir notayım ve de ıslak imzam göreceli mutluluğun hasretini çekerken mutlak bir sayı gibi ne artı ne de eksi hanedeyim.
Çalıntı cümleler aksediyor ama olmuyor.
Alıntı bir rüzgâr iken sessizlik boşa koyuyorum dolmuyorum.
Dolgun bir kadın yokuşu çıkıyor ve bir koşu düştüğü neyse peşine ayağına göre yorganını uzatmak ne kelime yorganına ekliyor arzularını.
Tabular saklı toplumda.
Hurafeler esiyor karanlığın girdabında.
Meali yok insanların duyguların da.
Rüştünü ispatladı ispatlayacak çocuk gelinse kimsenin umurunda değil.
Umudu tükettiğimin arkası emsalsiz bir zenginlikte kapı önüne koyduğum kalemse yuvasına ve sahibine sadık bir köpek gibi nasıl da yaltaklanıyor belleğimdeki kayıtlara ve rüzgâr hızını arttırdığı gibi kalem de ışınlanıyor bir sözcükten diğerine.
Çılgın nidalara tutsak evren.
Mevsimsiz ve zamansız ölümler aman vermiyor.
Yaktığım ateşte yanmakla meşgulüm ve kendimi kendime hapsettiğim.
Adam boyu yalnızlık.
Kıvılcımlar sıçrıyor saçlarına doğanın.
Kâinat beklemede Tanrı ise çok kızgın:
Martaval okuyan beddua okuyan nice çelişik düşünce ve ismi olmayan adamlar ve kadınlar sözcük avına çıkmış belki de ağlarına düşürecekleri masum duygular biriktiriyorlar derinde bir yerde.
Bağcıkları çözülüyor ruhumun ve yere kapaklanıyorum ve içine uçtuğum uçurumun gazabına denk düşüyorum.
Çok da üşüyorum ve beyaz tenimde şafaklar atıyor ve renk renk yağmakta kar taneleri.
Düşüyorum yeniden.
Üşenmeden kalemi soyup yeni yeni elbiseler deniyorum…
Bir şiir iken kepi.
Bir hikâye iken botları.
Bir roman iken montu.
Üşenmeden ben de giyinip soyunuyorum farklı farklı duyguları.
Kalem çıngar çıkarmakta bense çileden çıkıyorum ve vakti zamanında belki yüzlerce çile yünle ördüğüm ne var ne yok çöpe fırlatıyorum.
Duygular gibi
Çözülen ayaklarım gibi.
Aşk gibi.
Ruhun şadırvanı ve göğe kurduğum otağı gibi.
Cümleten ölüyoruz da: ben ve kalemim ve kaleme aldığım binlerce yazı ve şiir.
Üstüne benzin döküyorum kalan benzini de içiyorum.
Ölü bir iklimden ve benden arda kalan ne varsa…
Yakıyorum ölümüne ve hala üşüyorum.
Düş meclisinde geçen ömrüm.
Bitap düşüyorum.
Gerisi mi…
Üstünde yürüdüğüm o gergin ip beni üstünden fırlatmaya çalışsa da direniyorum.
Kalemse çığlık çığlığa.
Duymazdan geliyorum çünkü ben artık kalemime küskünüm tıpkı hayata ve kendime küs olduğum gibi.
YORUMLAR
Minvalde eksendir böyle yazılar
Hüznü estirendir böyle yazılar
İstanbul demedim, sen anla demek
Dertliyim derdimi sen katla demek
Bir hız var yazıda, esecek demek
Yağacak bekliyor, beyaz bir melek
Son fırtına değil, gelecek demek
Herşeyin merkezi, kopacak demek
Allah bilir, İstanbul bekliyor, sen bekliyorsun.
Çok saygımla Şairim.
Gülüm Çamlısoy
Beklemeye aldığım çok şey var.
Allah kerim...
Sonsuz içten teşekkür ve saygımla hocam
Ruhun şadırvanı ve göğe kurduğum otağı gibi.
Cümleten ölüyoruz da: ben ve kalemim ve kaleme aldığım binlerce yazı ve şiir.
Üstüne benzin döküyorum kalan benzini de içiyorum.
Ölü bir iklimden ve benden arda kalan ne varsa…
tebrik ederim
yüreğinize sağlık
Gülüm Çamlısoy
Çok teşekkür ederim.
Selam ve saygılarımla...