- 260 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
BAĞLILIKLA SARILMAK HAYATAYA
“Alkış alamadığın zamanlarda acı duymaya karşı bağımlılık kazan."
Wayne W. Dyer
Her zaman iltifat edilmesini, sevgi ve ilgi gösterilmesini, beğenilmeyi, takdir edilmeyi, başarılı olabilme sevincini yaşamaya endeksli insan, küçücük sorunlarla karşı karşıya kaldığında bu sorunlarla yüzleşmek yerine niçin teslimiyetçi bir anlayışla içe kapanır, hayata da kepenklerini kapatır? Oysa, sorunların üstesinden gelebilecek gücünü ortaya koyabilse, bunu yalnız çözemese de destek alarak çözüme kavuşabilse, hayatın sonraki adımı daha farklı ve anlamlı bir seyir haline gelebilirdi. Hayatı tanımlarken ve daha doğrusu anlamlandırırken, her şeyin dört dörtlük olduğu bir zemin algısı, onun doğru anlaşılmasını engelleyen en büyük yanılgı değil midir? Hayat ne sorunlar yumağından oluşuyor ne de her şey masalsı bir zeminde vücut buluyor. Sanırım hayatla doğru açıdan yüzleşebilmeyi öğrenmedikçe, onun bizim önümüze koyduğu siyahın ve beyazın doğru anlamlandırılması da pek mümkün olmayacak.
Bizden öncekilerin ortaya korduğu değerler üzerinde varlık bulanlar olarak, bu günleri olması gerektiği gibi işleyerek bizden sonrakiler için de hazırlamak görevi, günümüzde ciddi ve herbirimizi doğrudan veya dolaylı ilgilendiren hayati bir sorun ve hatta sorun haline gelmektedir giderek.
Milletçe ortak paydada şu bağımsızlık uğruna verilen insan üstü gayretlerimizi, bizleri bu günlere taşıyan tarifsiz acıları ve zafere ulaştıran kahramanca duruşları bir yana bırakarak, toplumca elde edilen büyük zaferleri kişisel tercihlerle feda ederek bireysel anlamda köleleşmek anlamında görmemiz gereken şu “bağımlılık” konusu çokça ele alaınacak gibi görünmektedir.
Cephelerin tozunu dumanını yüzyıllarca yutup, yeri geldiğinde de asil kanının gereği olan duruşuyla silkelenmesini bilen bizlerin günümüzün ; teknoloj,sigara, alkol, madde, alış-veriş bağımlılığı gibi tehlikeli ve önce bireysel sonrasında da toplumsal ufkumuzu yitirmemize yol açabilecek tehlikelerin içine sürüklenmemiz nasıl kabul edilebilir ki? Bu durum mazimizden bu günlere bizi taşıyanların ortaya koydukları tüm kutsi değerleri de yok saymak anlamı taşımaz mı? Elbette, tarihi köklerimizden gelen ve bizleri yarınlarımıza taşıyabilecek olan yol asla bağımlılıktan geçmeyecek. Bu yol olsa olsa “bağlılık” dediğimiz içinde; karşılıklı sevgi, vefa, saygı, emek, sorumluluk,çalışkanlık ve kısacası değerler silsilesinden geçebilir.
Yukarıda değinmeye çalıştığımız iki kavramdan bağımlılık ve bağlılığı daha derinden incelemek ve anlamaya çalışarak, yaşamımızdaki gidişata her birimizin anlamlı bir yöne vermesi gerekir doğal olarak. Her iki kavramında başlangıç noktasında alışkanlıklar vardır. Ne var ki, her alışkanlığın dönüşümü iyiye olmayabilir. Hayatın bir rutini haline gelen istendik ve değer katan yanıyla alışkanlıklarımız, zamanla bağlılığa evrilir. Bu istendik ve takdire şahan bir durumdur. Diğer alışkanlıklar ise bizim yakından uzağa sosyal bağımızı giderek zedeleyen, yaşama amacımızdan uzaklaşmamamıza, kendimize ve çevremize zarar verici bağımlılıklara dönüşebilir.
Varoluşumuzun nedenleri bir kenara dursun, halen hayatı ve öncesinde kendini sorgulamak, yarını için de önceliklerini yeniden gözden geçirmek gerekmez mi? Bizim de içinde yer aldığımız ve fakat asla bizim doğrudan etkilerimizle yönü ve ivmesi değişmeyecek diye kendini salıvermek anlayışı ne de çirkindir aslında. Kendimizdeki ;gücü, kararlılığı, sabrı, yarınlara ufuk açacak heyecanı nasılönemsemez ve görmezden gelebiliriz?
Milenyumun başlarından itibaren günlük yaşamımızın içine giderek artan şekilde giren ; bağ, bağlılık, bağımlılık kavramları ne de önemli değil mi? Bu kavramların içini doğru yaklaşımlarla doldurmadığımızdan olsa gerek, neredeyse her bir alışkanlık zamanla kendini bir bağımlılığa doğru eviriyor ve "insanlık nereye böyle" endişeleri yankılanıyor zihinlerde. Öyle ya, binlerce ve belki de çok daha fazlasından bu yana hesaba katılamayacak kadar büyük emek, sabır, enerji, araştırma coşkusu, keşifler ve icatlar derken ortaya konulan kültür nasıl oluyor da bizi içten içe kemirerek tüketiyor insanlığımızı?
En modern teknolojiyle donatılmış ve mükemmel güvenlik sistemlerini barındıran otomobillerin bile sürücü hataları yüzünden ne denli büyük kazalara yol açabildiğini sıklıkla görmekteyiz. Uçaklar, limana yaklaşırken kontrolden çıkan devasa RoRo taşıtları ve dahası... Ne denli büyük ve teknolojik olarak da azametli olsalar da bir kez kontrollerini yitirdiklerinde tasavvuru zor kayıplara yol açabiliyor kuşkusuz. Oysa onların üretile zihniyetleri ve ürün haline gelmelerindeki büyük amaçlar farklı şeyleri çağrıştırıyordu bize. Binlerce insanı en güvenlice nakletmek, yüklerin binlerce tırlık hacimdeki büyüklüğünün sadece bir deniz taşıtıyla ve daha ekonomik olarak nakledilmesi gayesine hayat vermek, günlerce sürecek uğraşılarla binlece kişinin üstelik yıllarını alabilecek kadar zaman harcayarak ortaya koyabilecekleri devasa mimarileri bir kaç ay içerinde zeminle buluşturmak gibi sayısız örnekte büyük bir sinerji yok mudur? Aklın sınırlarını giderek daha bir zorlayan bu durum, insanın kendi iradesi için de geçerli değil midir?
En mükemmel şekilde yaratılmış ve "Eşref-ü Mahlukat" olarak da tarif edilen insanoğlu bünyesindeki mükemmel biyolojisi, sınırı belirlenemeyecek ölçüdeki zekası ve onu yöneten iradesiyle ve hatta sanata kapı aralayan üretkenlikleriyle mükemmeli, ideal hayatı yakalayabildi mi? Malesef, kendinden başkaca canlı, cansız neredeyse her şeye dikte edebilen bu başat varlık, kendi iradesini yine kendi ürettiği teknolojinin “bağımlılık” dediğimiz kavramında giderek yitiriyor, yok ediyor adeta. Her geçen an yeni teknolojilerin can bulduğu hayat, insanları da alabildiğine kendi doğasından kopararak; yalnızlaştırıyor, antisosyal, duyumlama yetileri körelmiş, geleceğe dair öngörülerden yoksun bir serkeşliğin içine savuruyor sanırım.
Sanayileşmeyle başlayan her sahadaki büyük gelişim bir müddet insanlara mutlu olabilmelerinde katkı sağlamışsa da genel anlamda çok daha fazla şeyi istenmeyen mecralara sürükleyerek adeta insanlığımızın da sonunu hazırlarcasına tersi etkilerle varlığını sürdürüyor malesef. Herbirimizin şu ya da bu şekilde farkında olduğumuz bu durumun bizi tüketmesine daha ne kadar izleyici kalınabilir ki. Elbette birileri bir şeyle düşünüyor, planlıyor, hayata geçerek bu projelerini insanlığı şu “bağımlılık” illetinden koparmaya çalışıyor. Ne yazık ki bu gayretler her geçen gün giderek artan bağımlı sayısıyla oranlanınca kifayetsiz kalıyor.
Meselenin temeline inilmedikçe, bağımlılıkla olan mücadelelerden istenen verimin elde edilemeyeceği de gün gibi ortadadır. Başkalarının erişim gösterebildiği ve bir başka deyimle hayata egemen olabilmelerini sağlayan enstürmanları paylaşım istekleri ve farkındalıkları, bağımlılıkla mücadelede oldukça anahtar rolünde, diye düşünmeden alamıyorum kendimi. İnsanları sürekli ulaşamazlık duygularından ötürü ötekileştiren, ikinci, üçüncü sınıf insan gibi hissetmelerine yol açan iktisadi meseleleri görmezden gelemeyiz. Sağlam bir ekonomik yapıda tüm nimetlere erişimin mümkün olması ve bu erişimdeki adalet, bağımlılıkları büyük oranda sorun olmaktan çıkarabilecek gibidir. Elbette kişisel nedenlerden ve veya genetik eğilimlerden ötürü de bağımlı olanlar var. Bu grubun büyüklüğü, çaresizlikleri sıklıkla yaşayarak teselliyi hayata ters bir durum olan bağımlılıklarıya ortaya koyanların yanında oldukça zayıf kalır kanaatindeyim. Geleceğe mutlu bir yürüyüşün adımı doğru alışkanlıklarla, sağlıklı ve ölçülü teknoloji kullanımıyla, paylaşma duygularının pekiştirilmesiyle mümkün ise, her birimizin duyarlılıklarının ve bunu artıracak bilgilenimin sağlanması, devletle birlikte STK`ların da bu konuya eğilmeleri bir zaruret olrak ortadadır.
Türlü zorluklara aşina bir milletin çocuklarının, gençlerinin ve daha ileriki yaşlarda da çalışanlarının "bağımlılık" üzerine aklî ve ve vicdanî bir eleştiriyle yaklaşmaları ve hayatı köhneleştiren, geleceğimizi adeta elimizden alan bu zinciri kırmaları gerekmez mi? Yüzyıllardır esaretle tanışmamış ve tüm cihanı karşısına alarak onca zorlukların üstesinden gelmiş bir medeniyetin bağımlılık illetiyle ; beşeriyete ışık saçması gereken ilahi yürüyüşünden, örnek toplum olma vasfından ve bunu başarabilecek meziyetlerinden hatalı seçimleriyle vazgeçmesine kimse razı olamaz. Kendimizi doğru tartıp, özeleştiri yaparak daha güzel yolların bulunabileceği de bir gerçektir. Bağımlılıklardan kurtulmada çözüm bireysel olabileceği gibi, destek alınması yoluyla da gerçekleşebilir elbette. Her akşam yemeğinde ve veya bir kahvaltı masasının etrafında mutlu yüzlerle hayatı kucaklamanın en güzel seçenek olduğunu kim yadsıyabilir. Bizi ;eşimizden, ailemizden, sağlımızdan, geleceğimizden ve edebimizden giderek koparan şu bağımlılık, olsa olsa hasmımız olur. Oysa biz, asla hasımlarımıza diz çökmedik. Kişisel gayret ve farkındalığımız, doğru insanların da destekleriyle hayatla yeniden yüzleşebilir, doğru seçeneklerle yolumuza devam edebiliriz.
Büyük bir davanın, misyonun ve mazisinden gelen kadim bir medeniyetin kültürel mirasını geleceğe taşıyabilmenin yolu, sağlıklı bireylerden teşkil olan bir toplumdan geçiyorsa, onun bu kıstası sağlamasında bananeci bir anlayışın anlamı en yalın tabiri ile hadsizlik, haksızlık ve geçmişine ihanet olmaz mı? Ecdadının binbir türlü fedakârlığıyla bu günleri soluyabilen bizlerin bu çok ciddi farkındalıkla elimizi taşın altına koymamız ve bizden sonraki nesillerin “bağımlılıkla” mesafesini doğru belirlemek durumundayız. Kelimelerin kökünden yürüyecek olursak, bağlılıklarımızda değerler, güzellikler ve gelecek hayat bulacaktır. Bağımlılıklar ise var olan tüm mirası yok edecektir.
“Bağımlılık, aklı ve iradeyi çalışmaz hale getirir.” Buradan yola çıkarak, bağımlılık denen şeyin aslında akıl sağlığıyla ilgili olduğu sonucuna varırız. Bağımlılık adeta ruhu, aklı ve onu sevk ve idare eden irade erkimizi de köleleştiriyor adeta. Bağımlılıkla birlikte hayatın kontrolünün bizden çıkmaya başladığını ve istenen ya da olması gereken değil, olmaması gereken bir hayatı yaşıyoruz, diyebiliriz. O halde, bağımlılığın pençesine düşmüş insanlarla normal değerlerdeki insanlar arasında büyük farklar oluşmaktadır. Tepkileri dahi anlaşılmaz hale getiren şu bağımlılık, insanları ;ailelerinden, mesleklerinden, okullarından ve diğer sosyal gruplardan adeta koparmakta, giderek de yalnızlığa mahkum etmektedir ne yazık. Öyle ki, yarınlar için ufuk açabilecek nize yetenekli el, akıl ve yetenek ve dokunuşlar, hissedişler daha ortaya çıkamadan yok olup gidiyor, hayatla bağını kuramıyor bağımlılık denen çöküş yüzünden.
Oysa insan paylaşımlarıyla yaşayabilen, hayata bu paylaşımlarıyla, onun gerektirdiği sorumluluklarıyla ve kısacası bağlarıyla anlam kazanabilir. Ruhen, fizik olarak ve akılca ortalama değerlerdeki bir insana sağlıklı diyor isek, bunlardan sadece birindeki sorundan ötürü sağlığının tehlikede olduğunu da söylememiz gerekir değil mi? Gelin görün ki, bağımlı olunan şey her ne olursa olsun, bireylerde; aklen, ruhen ve fiziksel anlamda zamanla büyük hasarlara yol açmakta ve onu adeta yaşayan bir ölüye çevirmektedir.
Bir ülkenin en büyük hazinesi ne yer altı zenginliği ne verimli toprakları ne ormanı ne de hazinesindeki sermayenin çokluğudur. Bunların herbiri bir ölçüde hayatın gerektirdiği miktarca temin edilebilir. Az önce değinilen konuya ilişkin her şeyimiz de olsa, bütün bu değerleri sevk ve idare edecek sağlıklı yetişmiş bir nesil var olmadıkça devamlılık sağlayarak medeniyetin varlığını korumak ve ileriki yıllara taşımak da mümkün olmayacaktır. Yetişmiş insan gücünün değeri bu anlamda paha biçilemez bir ölçüdür.
Varlık, yokluktan üstündür. Daha güçlü varolabilmek ise; dilde, sağlıkta, kafada ve doğru seçeneklerden oluşmuş, herkesin faydasına olan; alışkanlıklarla, inanışlarla mümkündür. Biz bunların hepsine birden hayat veren, solumamızı sağlayan, duymamızın, duyulmamızın yolunu açan bağlılık diyor ve onu tercih ediyor olmalıyız. Bağlılıkların giderek çoğaldığı, bağımlılıklarınsa gündemden düştüğü yer bir hayat dileğiyle.
Oğuzhan KÜLTE
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.