- 442 Okunma
- 4 Yorum
- 1 Beğeni
ALLAH İNANCI VE İSLAMİYET
Rusya’da bir komünist öğretmen, ders arasında, “Ben sizi görüyorum. Siz de beni görüyorsunuz. O hâlde, biz varız. Karşıdaki dağlar da var. Çünkü bu dağları da görüyoruz. Yok olan şey görünmez. Görülmeyen şeye var denilmez. Bu sözüm, bir fen bilgisidir. İlerici, aydın olan kimse, fen bilgisine inanır.
Gericiler, bu varlıkların bir yaratıcısı olduğunu söylüyorlar. Bu yaratıcının var olduğuna inanmak yanlıştır. Fenne uygun değildir. Görülmeyen şeye var demek, gericiliktir” der.
Bir Türkmen çocuğu söz isteyerek: “Bunları akıl ile mi söylüyorsun? Sende akıl olduğuna inanmak, bunları akıl ile söylediğini kabul etmek fenne uygun değildir. Çünkü aklın olsaydı, görürdük” der. Öğretmen, bu haklı söze cevap veremeyip, mağlubiyetinden hâsıl olan öfke ile çocukcağızı, tekme tokat derslikten dışarı atar. Çocuk bir daha hiçbir yerde görülmemiştir.
Bu inançsızlardan bir kısmı, kanun ile devlet baskısı ile zulüm, işkence ederek, ibadet etmeği, dini öğretmeği yasak ediyorlar. Bu gün Uygur Türklerine Çin’in uyguladığı soykırım böyledir.
Bir kısmı da, insanlık, iyilik duygularını okşayıcı sözlerle, herkesi, zevk, safhaya daldırıyor. Maneviyattan, din bilgilerinden mahrum bırakıyorlar. Düzme hikâyeler, yalan örnekler göstererek, milyonlarca insanı aldatıyor, din cahili yetiştiriyorlar. Bir taraftan, medeniyetten, fenden, insan haklarından bahsedip, bir taraftan da, insanları hayvanlaştırıyorlar.
Avrupa ve Amerika milletlerinin çoğu hıristoyadır. Yahudilerin ve Hristiyanların bir kısmı, kitaplıdır. Yeni astronominin kurucusu Kopernik, Fraynburg şehrinde papaz idi. İngiltere’nin büyük fizik adamı Bacon, Fransisken tarikatında, papaz idi.
Meşhur Fransız fizikçisi Paskal, papaz olup, fizik ve geometri kanunları keşfederken, din kitapları yazmıştı. Fransa’nın en büyük başvekili olup, memleketine Avrupa birinciliğini kazandıran, meşhur Risliyö, papaz olup, ruhban sınıfında ileri derece sâhibi idi. Meşhur Alman doktor ve şairi Siller de, papaz idi.
Bugün, bütün dünyaca büyük filozof tanınan, Fransız fikir adamı Bergson, kitaplarında, maddecilerin hücumlarına karşı, ruhanileri müdafaa etmiştir. (Madde ve hâfıza) ve (Din ve ahlâkın iki kaynagı) ve (Su’ûrun vergileri) kitaplarını okuyanlar dine, kıyamete seve seve inanır.
Amerika’nın büyük filozofu William Ceyms, Pragmatizme mezhebini kurmuş, (Dinî tecrübeler) ve diğer kitaplarında, imanlı olmağı övmüştür. Bulaşıcı hastalıklar, mikroplar ve aşılar üzerinde buluşları olan, Fransız doktoru Pasteur, cenazesinin dinî merasim ile kaldırılmasını vasiyet etmişti.
Nihâyet, ikinci cihan harbinde dünyayı idare eden, Amerika Cumhurbaşkanı F. D. Ruzvelt ile İngiliz başvekili Çörçil, dindar idi. İsmini hatırlayamadığımız daha nice fen ve siyaset adamları hep, yaratana, kıyamete, meleklere inanan kimselerdi. İnanmayanların, bütün bunlardan daha akıllı olduğunu kim iddia edebilir?
Bunlar, İslam kitaplarını görüp okumuş olsalardı, iyi bir Müslüman olurlardı. Fakat papazlar İslam kitaplarını okumağı, hatta el sürmeyi yasak etmişler, büyük suç saymışlardı. İnsanların dünya ve ahiret saadetine kavuşmalarına mâni’ olmuşlardı.
İslam dinîni bilmeyenlerin bazısı ise, milletin sağlam imanını, ilme ve akla dayanarak bozamayacaklarını, İslam’a hücum ettikçe, kendi yüz karalarının meydana çıktığını görerek, hile, yalan yoluna sapıyor. Müslüman görünüp ve Müslümanlığı beğenici ve methedici yaldızlı yazılar yazıp, fakat bu yazıları ve sözleri arasında “Müslümanlığın esas ve temel meselelerini, sanki Müslümanlık değilmiş” gibi ele alıp kötülüyorlar. Okuyucuları ve dinleyicileri bunlardan soğutmağa ve ayırmağa çalışıyorlar.
Allahın emrettiği ibadetlerin vakitlerini, miktarlarını ve şekillerini uygunsuz görerek, “böyle olacağına, söyle olsaydı, daha iyi olurdu” diyorlar. “Abdestsiz Kur’an okunmalı, ayakkabı çıkarılmadan masalarda namaz kılınmalı, alnımızı yere korken mikrop kapıyoruz” vb. gibi.
İbadetlerin ruhlarından, içlerinde saklı bulunan inceliklerden, faydalardan ve kıymetlerden haberleri olmadığı için, bunları basit ve iptidai fidelere âlet sanarak, sanki düzeltmeğe çalışıyorlar.
Bir şeyi bilmemek, insanlar için kusur ise de, anlamadığına karışmak, ayrıca pek gülünç ve acınacak bir hâldir. Böyle cahilleri, akıllı sanarak, sözlerini dinleyen ve inanan Müslümanlar ise, bunlardan daha cahildir. Müslüman ismini taşıyan böyle sinsilere (Yobaz) denir.
Zamanımızdaki yobazlardan bir kısmı da, “Evet, İslamiyet iyi ahlâkı emretmekte, insanları olgunlaştırmaktadır. Fakat İslamiyet’te sosyal hükümler, aile ve cemiyet hakları da vardır. Bunlar ise, o zamanın şartlarına göre konmuştur. Bugün milletler büyümüş, şartlar değişmiş, ihtiyaçlar artmıştır. Bugünkü, teknik ve sosyal ilerlemeleri karşılayabilecek yeni hükümler, kanunlar lâzımdır. Kur’an’ın hükümleri bu ihtiyaçları karşılayamaz” diyorlar.
Böyle sözler, İslam hukukunu bilmeyen, İslam bilgilerinden haberi olmayan cahillerin boş ve yersiz düşünüşleridir. İslamiyet, adâleti, zulmü, insanların birbirlerine karşı, aile ve komşuların birbirlerine, milletin hükûmete ve birbirlerine karsı haklarını, vazifelerini, suçları açıkça bildirmiş, bu değişmez kavramlar üzerinde, temel hükümler kurmuştur.
Bu değişmez hükümlerin, hâdiselere, vakalara tatbikini sınırlamamış, örf ve âdetlere göre kullanılmasını emretmiştir. (Mecelle)nin 36. cı ve sonraki maddelerinin şerhinde diyor ki, “Zamanın değişmesi ile, örf ve âdete dayanan ahkâm değişebilir. Nassa, delile dayanan ahkâm, zamanla değişmez. Hükmi küllî değişmeyip, bu hükmün hâdiselere tatbiki, zamanla değişebilir.”
Allah İslam dinîni, her memlekette, her yeniliği ve buluşu karşılayacak şekilde kurmuştur. İslam dini, yalnız sosyal hayâda değil, ibadetlerde bile tolerans, müsamaha göstermiş, insanlara serbestlik vermiş, başka şartlar ve zaruretler karsısında, içtihat hakkı tanımıştır.
Gelecek zamanlarda, büyük, küçük her millet, İslamiyet’in bildirdiği, değişmez olan güzel ahlâka sarılacağı, bunları uygulayacağı kadar, rahata, huzura, saadete kavuşacaktır.
İslamiyet’in bildirdiği sosyal ve ekonomik ahlaktan, ahkâmdan ayrılan insanlar, milletler, sıkıntıdan, ızdırâbdan, felaketten kurtulamamışlardır. Geçmiş milletlerde böyle olduğunu tarihler yazmaktadır. Gelecekte de, elbette böyle olacaktır. Tarih, tekerrürden ibarettir.
Sevgiyle kalın.
Seyfettin Karamızrak
YORUMLAR
Merhaba Hocam
Anlamlı bir yazı kaleme aldığınızı görüyorum
Allah'ın varlığı, ateizmin, materyalizmin beyhudeliği derken, erken İslam dönemlerinde bilim, düşünce alanlarında meydana gelen pozitif gelişmeler, kutlarım bu gayret ve anlatımınızı
Endülüs Avrupa'nın eşiğinde çok değerli bir evredir gerçekten de, kuşkusuz Abbasi döneminin Bağdat çevresindeki müspet iklim de karşılar bizi ilk İslam yüzyıllarında
Meşhur Marie Curie'ye atfedilen "“Müslüman Endülüs'ten bize 30 kitap kaldı, atomu parçalayabildik. Şayet yakılan bir milyon kitabın yarısı kalsaydı çoktan uzayda galaksiler arasında geziyor olacaktık. Orada bilim sıfırlanınca, biz yeniden sıfırdan onların yüzyıllar önce keşfettiği şeyleri bulmaya çalıştık ve yüzyıllar kaybettik.” söyleyişi enteresan, şüphesiz otuz kitap sembolik bir söyleyişte olabilir, Haçlı Engizisyon talan ve yağmalarına vurgu yapılmakta
Şöyle ki, Uygarlık tarihi elbette düz bir çizgide ilerlemiyor, bazı toplumlarda ya da bir kıta üzerinde hep, kimi toplum yahut kıtalarda hiç değil kuşkusuz
Mesela Yunancılık böyle bir anlayış doğurmakta, Eski çağda Yunan uygarlığı var elbet, aynı zamanda batı Anadolu İon uygarlığı
Ne ki, uygarlık tarihinin Yunanla başladığı, öncesiz sonrasız Yunan miti bir bitten başka bir şey değil
Yunan uygarlığı var, Yunan mucizesi yok hani
Avrupa'nın bu Yunancı yanı ve bunun üzerinden inşa ettiği kültür emperyalizmi tüm bir Güney yarım küre ile birlikte nice Asya milletlerinin öz güvenini düşürmekte
Halbuki Asya ve Afrika'nın da uygarlık tarihi var, erken çağlarda geliştirdikleri edebiyat, felsefe, kültürel, ekonomik birikim ve gelişim bu kıtalarda da var
Son yüzyıllarda ne yazık ki, Avrupa'dan diğer kıtalara bir komut geldi adeta, kıt'a dur! Özü budur hadisenin
Hiç kuşkusuz bu kıta ve toplumlar kendi içlerinde de bir çözülme, dağılma yaşadılar, önce içerde eski kudretlerini yitirdiler, giderek dış etkilere açık hale geldiler
İslam dünyasının Hz. Peygamberden bu yana gelişmelerini üç evreye ayırmak gerçekçi olur kanımca
Erken İslam-Orta İslam- Geç İslam dönemleri
Bugünün İslam dünyası son birkaç asrın çöküntü atmosferinde yaşamakta, haliyle çağımız nesillerinin referans noktası tüm ataletiyle bugünün İslam alemi
Bin yıl önce neler yaptık, nasıl bir uygarlık evresi geçirdik diye öykünmekten öte gidemiyoruz, posaya hayranız, öz suyundan nasibimiz düşük açıkçası
Gelenekçilik bu bağlamda defansif bir duyuşa sahip ve dahi duruş sergilemekte, bu da zarar vermekte
Batı son yüzyıllarda iktisaden ve teknolojik olarak güçlü ve dominant karakteriyle İslam dünyasında gelenekçi bir tepkisellik ve içe kapanma iklimini tetikliyor
Demem şu ki, Batıdan müspet parantez açılmasına dahi, gün oluyor tahammül yok
Hem kel hem fodul bir dünya çağımız İslam ülkeleri
Bin yıl önce bizdik diyoruz da, o birikimi inşa eden bilgin ve düşünürleri takip eden duraksama ve çöküş devirlerinde tekfir eden de biziz
Üstten sıcak üfürürken alttan soğuk üfüren bir damarda var maalesef
Görünen o ki, ne Batı dünyası ne İslam alemi homojen özellik göstermiyor, heterojen bir dağılım var
Her türlü öykünmecilik ve kompleksten arınmak dileklerimle birlikte
Yüreğinize, emeğinize, kaleminize, kelamınıza bereket hocam
Selam ve saygılarımla.
levent taner tarafından 16.1.2023 10:27:48 zamanında düzenlenmiştir.
"Entelektüel" kelimesini nickine koyarken çift "l" kullanan birisi için gayet normal bakış açıları içeren bir yazı olmuş. Lütfen bana müslüman toplumlardan çıkıp da tüm insanlığın kullandığı bir icat söyleyin. Yukarıda saydığınız Hristiyan bilim adamlarının hiçbirisi müslüman olsa o işleri yapamazlardı...
Entellektüel-41
İslam tarihini araştırırsanız sayılamayacak kadar bilim insanını görürsünüz.
Ahmet Zeytinci beyefendi bunun örneklerini vermiş aşağıda...
Bilimsel ve tarafsız düşünmek gerek...Ön yargısız...
Sekizinci yüzyıldan başlayarak, on dördüncü yüzyıla kadar İslam'ın Altın Çağı olarak adlandırılır. Bu dönemde Dünya Bilimine katkı yapan sayısız bilim adamı yetişmiştir İslam Coğrafyasında. Bunlar El Cezeri, Biruni, Takuyiddin, Cabir Bin Hayyan, Farabi, İbn-i Sina, Harezmî ve daha adı aklımıza gelmeyen sayısız bilim adamı. İlk emri ''OKU'' olan mübarek bir kitap Kur'an'ın muhataplarıyız önce biz Müslümanlar sonrada diğer insanlar. Ama kitabı her eline alan, okuyan, okudukları ile amel etmeyince ya da bu okumayı sadece Kur'an'ın Arapçasını okumak olarak anladığı için ki oysa sana Kur'an hayatı da oku diyor, insanları da oku diyor, tabiatı da oku diyor, diğer kitapları da oku diyor. Bizde Müslümanlar olarak bunu iyi idrak edemediğimizden, yerimizde sayıyoruz. Bizim okumadıklarımızı, Hristiyan ve Yahudiler okudukları için, onlarda her bakımdan Müslüman Ülkeleri geçiyorlar. Anlamsız tartışmalarla, hurafelerle uğraşmakla zaman öldürürken, diğerleri aya gittiler, Marsa gitmeye hazırlanıyorlar, kansere çare bulma gayretindeler, biz de diş fırçalamak, sakız çiğnemek orucu bozar mı, namazı, tövbe haşa, üç vakit mi beş vakit mi, bunu bile tartışır olduk. Durum bundan ibaret değerli Hocam.