- 246 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kitaplara Çoban Olsam
Bazen üzülüyorum, çoğunlukla da kendi kendime sitem ederken, neden bu hayatta yetersiz kaldım diye kendimi eleştiri okları altına atıyorum. Bazen, bir köyde çoban olarak görmek istiyorum kendimi, bazen de Socrates’i okuyan bir felsefeci gözüyle dünyaya bakarak irdelerken. Ya da bütün eleştirilere karşı dimdik duran Marx ve Engel yoldaşı okurken. Savunma yapıyorum, düzenin düzenbaz mahkemelerinde kendimin haklı olduğunu isbata gerek duyarken ve içimde ızdırab çekerken.
Yoksul bir kentin, yoksul bir köyünde ya da Dünya’nın en büyük varoşunda yoksul bir gecekondu da konuklarken, bir şeylere köle olduğumuzun bilinci büyüylüyor beni hergün yeniden. Korkutuyor bu duygu beni. Erdemli duygu ve düşüncelerden elde ettiğim ideolojik bilincin „neden buradayım?“ sorusunu belkide milyar defa soran birisi olurken. Kendime tanıklık ediyorum hep bunları şiirsel duygu ve düşünce süzgecinden geçirirken. Düşünüyorum; annemi, çektiği çileleri, o kadar çocuğu dünyaya getirirken çektiği somatik ve psikolojik acıları yaşayışını, yaşadıkça anlamaya çalışırken anlamayı öğreniyorum ve onu göçüşünün otuzuncu yılına yaklaşırken. Usulca çekiyorum acıları; Çehovu, Tolstoy’u, H. Hesse’yi, B. Brecht’i ve S. F. Abasıyanık’ı, … ve başka üstatlarla içli dışlı olurken, onlarla sohbet ederken.
Ben, ben oluyorum, kendimi ararken. Yücelikten, kibirden uzak kalırken! Sorgularken! Altını çiziyorum, hayatta beni büyüleyen her cümlenin. Usulca konuşuyorum, ussumu sorguya çekerken. Baharda çiçekleri dalından öperken, kışın karı okşarken, kar topunu sıkarken, yağmurda yağmurluğumu almadan gezerken, bekliyorum iyileşmeyi beklerken. Hasta olmasamda hasta hissli duyguların girdabında ezilirken. Bilinç seviyeme indirdiğim darbelerden kendimi temizlerken veya Cevat Şakir Kabaağaçlı (Halikarnas Balıkçısı) üstadımızın söylediği gibi; „düzenin bana 20 yılda öğrettiği sahtekarlıkları, okulların kendi sistemlerinin devamı için öğrettiği yanlışları, boş vatan sevgisini içimden temizlemek içinde bir otuz yıla ihtiyacım var“ demesinin bilinciyle yüzleşirken. Sisteme duyduğum öfkenin boyutunu nasıl matematiksel olarak hesaplayabilirim ki?
Hırsızlar parlemontolarında karşılıklı, danışıklı dövüşüklü birbirlerine saldırırken, ben elimde el feneri: „adam arıyorum“! Sanki yeryüzünde adam kıtlığı varmışçasına beyhude fikirler peşinde koşarken. Yitiriyorum kendimi solgun gecelerin kaybettiği, incinmiş hikayelerini içime yazarken, dağları seyrederken, düşler kurarken, kırılmış ve incimiş yanlarımı yonula yonula yonturken. Önümde aç kurtlar gibi uluyan bir sistem varken. Bütün bunların arasında sevinçli anlarım olmuyor dersem de kendimi çürümüş hissedenlerin kervanına katmış olurum. Beni mutlu eden hislerse genelde ikindi vakitleri olur, tren yolculukları, seyhatler, kır gezintileri, nehir kıyıları, dostlarla içilen bir kadeh mey ya da bir kadeh rakı. Okuduğum ve bitirdiğim bir kitap, şiirler, filimler, felsefeciler, belgeseller, bilim adamları, bana cennetin bu dünyada olduğunu gösteren büyük ve değerli öncüller. O zaman kucaklıyorum evreni yeniden, kucağıma sığmazsa da. Kucağımı genişleterek okşuyorum zamanı, zamanın içinde bana eşlik eden ve yol gösteren bilgeleri. Az uğruyorum eve, ya da uğrama gereği bile duymuyorum giderken göklere … Dinleniyorum, bunların vefalı gölgelerinde! Çakmak çakmak parlıyor gözlerim bu kederli hikayelerin içinden geçerken, inanıyorum aydınlık günlerin, kızlarımızın ve oğullarımızın ellerinde güzelleşeceğine olan inancımın sarsızlmaz gücüyle … Dokunuyorum cebime, kendi sıcaklığımın vermiş olduğu yorgunluğu bedenimden atmaya çalışırken.
İnanıyorum, bu içinde yaşadığımız dünyayı iyileştirebileceğimize ve reformların bile birgün bizi devrime götüreceğine, kapitalizmin kesinlikle dumura uğratılarak yenileceğine! Ne yana baksam onu görüyorum, dağlar yüceliğinin güzelliğiyle bizi seyrederken, içinden geçen bir tünelin uzunluğunun derinliğinde ki gizemle. Rüzgar esiyor, yağmur romantik damlalarıyla okşuyor pencereyi, damlaların şiddetinde kuraklığa karşı gelen bir direncin olduğunu gözlemleyerek seviniyorum. Şemsiye açmıyorum; hoş geldiniz damlalar, siz yerde ararken gökte bulduğum klimatik bir harikasınız ve biz pis insanların yeryüzünü kirletişine karşı bir savaş yürütüyorsunuz ve sizin kazanmanızı istiyorum diye çığlık atıyorum içimden. Giyiniyorum yavaş yavaş ve başlıyorum yürümeye, geliyorum damlalarla göz göze-yok öyle aramızda birkaç milim bile mesafe olmadan! Damlalar bakıyor yüzüme, seviyorum onları da, kendi yoluna gidenlerle beraber … Anlıyorum ki yetersizim kendi kendime. Düşüyorum yollara düşler eşliğinde; kitaplara çoban olma niyetiyle! Yanılıyorum ve anlıyorum ki, benim onların çobanı. Seviniyorum, onların beni eriştirdiği bu bilince! Duyumsuyorum mesela Pir Sultan’ı, Karacaoğlan’ı, Hanibal’ı, Goethe’yi, Humboldt’u, Freiligrath’ı, Schiller’i orjinallerinden okurken. Yüzüme bakıyorlar bir kere daha, bana bilinç verme sevinciyle! Güvercinler uçuruyor sayfalardan gökyüzüne ve zeytin danlından taçlar yapıyorlar başlara, dar gelmeyen ve görüş açısını evreni kucaklayacak bir şekilde büyütmek ve genişletmek niyetiyle … Okuyun bizleri diyor bu kitaplar, inanarak okuyun derken, bize birer birer mesaj veriyorlar kollektif bilince varmak hedefiyle başka bir dünya kurmak niyetinin kökleşmesinde ki rolü üstlenerek.
Ben, hiç bir şey olmayan ben! Otururken, yürürken, gezerken, seyrederken, uyuklarken, ağlarken, gülerken bağrıma basıyorum her bir yaprağını bu kitapların gıyabında veya varlığında ellerimi üzerlerine korken. Okşuyorum onları, fikirlerimi eğittikleri olumlu bilincin, bilinçli sevgisiyle! Bekliyorum, biliyorum, ayırt etmiyorum birisini birinden ve evlat niyetine seviyorum onları; karma duygular harmanlıyor bedenimi ve beynimi. Gelip sohbet ediyorlar soframda, masamda, bağdaş kurup oturuyorlar karşımda, çay içiyoruz hep beraber, anlatıyorlar, ruhun ve bedenin bilgiyle donatılırken yüceleceğine ve hayatın hiçte beyhude bir „geçiş güzergahı“ olmadığının üzerine basa basa bana anlatmaya çalışıyorlar hiç kimseyi dışlamadan, ötekileştirmeden, incitmeden ve koruyarak! Mekanizması ve çekiş gücü yüksek verimli dinamik motorlar üreterek. Hayata güzellikler yüklüyorlar sorular sorarak üstatlar! Evet sorular soruyorlar, sistemli bir şekilde, özün, tözün ve gözün bilince erişmesinin zevkini her bireye aşılayarak sosyolojik bilinci yükseltmek uğruna. Bağıra basıldıkça direniyor bu kitaplar; gericiliğe, ırkçılığa, yobazlığa, yoksulluğa, kederciliğe, büyücülüğe, sahtekarlığa, dolandırıcılığa, sistemin manipüle ederek yarattığı yozlaşmaya karşı direnerek sihirli bir alemin başka bir dünya da cennet olduğu yalanına karşı gelerek. Bitirin zulümleri, mücadele ederek, güzellikler yaratarak, emeğin değerini bilerek, "böyle gelmiş böyle gitmez" diyerek, hiç bir ırkın diğerinden daha üstün ve kutsal olmadığı bilincini aşılarken, insanın bilgisinin dışında bir özelliğinin ve yüceliğinin olamayacağını kavratarak, canın suyunun vicdan, dillerin birer zenginlik olduğunu, bölüşerek yaşmanın kutsal olan tek şey olduğunu öğreterek haykırırken ölümsüzleştiriyorlar insanlığa olan borçlarını. Başka neler verirsiniz diye soruyorum önümde ki, kitaba! Gülümsüyor bana baka baka! Bilgi, görgü, erdem, sabır, eşitlik, özgürlük, iyilik, ruh dinginliği, sevgi, aşk, … daha anlatayım mı? diye soruyorlar bana. Ah diyor Pir Sultan, siz insanlara nasıl anlatmalı bunu diye sitem ediyor: „Ölümsüzüm elbet ben, bu yüzden inler tamburumda nağmelerim, nağmeler dökülürken dilimden, dar ağacına giderken, göz yaşlarım okşar yanaklarımı yar niyetine“ diyerek kesiyor sesini. Öğren diyor bana! Kana kana, öğren, son nefesine kadar öğren, öğren doğruyu yanlıştan, kuruyu yaştan, insanı ırktan uzak tutmak için. „Öğrende farkına var, ne kadar küçük bir nesne olduğunun“ diyerek. İlk satırları okuyan, ilk dizeleri yazan, uzun ömürlü birinci kalite kağıtalara basılan, her kelimesinde ayrı biz hazinen güzelliğini içinde taşıyan can olarak. Eğer birgün, bir sevgilim olursa değil, onları sevgilim olarak benimserken, benim gibi satırların altını çizerek okumasını, sevginin dilini benim niyetime usulca kulağına fısıldayarak ve ruhumu okşayarak ona söylemelerini, benim yerime onu dillendirmelerini, hünerlerini göstermelerini, eylenmeden eyleme geçmelerini özleriyle anlatmalarını, fikirlerinin inceliklerini zerafetle beyan etmelerini, gözümdeki feri dinginlikle ve içimdeki candan da öte bir canla iletmelerini bekliyorum.
Ben, hayatın içinde, Seneca’dan Tacitus‘dan, Vergil‘den, Prometeus’dan, Hallacı Mansur’dan, Nesimi‘dan Börüklüce Mustafa‘dan, Torlak Kemal’den Şeyh Bedreddin’e, oradan Fransız Devrimi’ne, 1917 Rus Devrimi’ne geliyorum. Ben, ne ilk, ne de son öğrencisiyim felsefenin, edebiyatın, sanatın, müziğin ve evrenin … Ben, startı şu saniyede almış bir neferim gitmeye ve yola çıkmaya hazırlanan ve hayatta olan. Ben, bir çoban, çocuksu duygulardan arınmayan ve onlarla yaşamaya çalışan. Dost sıcaklığından sıkılmayan, bir çok insan gibi acı çekmiş, çekmekte olan ve çekecek olan. Ne en önde, ne en geride, ama olması gereken yerde! Hatalara karşı kendine olan güvenciyle direnen. Yani, ben, tadilatı bitmemiş ve sürekli restore edile edile bir ev gibiyim. Sürekli bir yerlerinde eksiklikleri olan, bir tarafı kaparken, diğer tarafın eksikliğini hisseden. Duvarının renklerini zenginleştirmek isteyen ve elinden malası düşmeyen bir sıvacı, çimentosunun zenginliğini çoğaltmak isteyen ve harcını duvara daha sağlam sıvamak için uğraşan. Ben, zayıf yaratıklı sıradan bir insan. Kitaplara libas olmaya çalışan bir kumaş, terzisini arayan! Anadan üryan, hergün hayata sıfırdan başlayan ve onların çobanı olan.
Saygılar, yüreğiyle düşünen ve seven herkese. Mutlu Noeller olsun tüm insanlığa!
Sosyolog Hasan Hüseyin Arslan - 26.12.2022 - NRW - Almanya - 26.12.2022
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.